Min Nevâdiri’l-Kütüb – 23 / İslâmî tezkirelerde kadınlar ve Meşâhirü’n-Nisâ

"Tarihçi Ruth Roded, 845 ilâ 1987 yılları arasında yazılmış olan 37 Arapça tezkireye dayanan sayısal bir analiz sunmuş, bu eserlerin çoğunda kadın biyografilerinin küçük bir azınlık teşkil ettiğini, daha önemlisi bu sayının giderek azalıp %2'ye kadar düştüğünü göstermiştir. Nüfusun %50 kadarını teşkil eden kadınların erkek-egemen bir toplumda tezkirelerin de %50’sini işgal edemeyeceği doğal olmakla birlikte, sayının bu kadar düşmüş olması izah edilmeye muhtaçtır."

Arapça’da kitâbü’t-tabakāt, Farsça ve Osmanlıca’da ise genellikle tezkire adı verilen biyografi derlemelerinde başta şairler olmak üzere âlimler, hattatlar, sûfîler gibi belirli bir gruba mensup belli başlı kimselerin hayat hikâyeleri bazen kısaca, bazen de ayrıntılı olarak anlatılır. Menkıbe ile ansiklopedi arasında gidip gelen bu eserler sayesinde İslâm âleminin kültür tarihine ilişkin kıymetli bilgiler günümüze erişebilmiştir.

Elde bulunan tezkireler arasında en eskisi İbn Sa’d’ın (ö. 845)  Kitâbü’t-tabakāti’l-kebîr (yahut et-Tabakātü’l-kübrâ) adlı eseri olup Peygamber’in ve sahâbenin hayatlarına dair çok önemli bir kaynaktır. Osmanlı döneminde de Sehî’nin (ö. 1548) Heşt Bihişt, Latîfî’nin (ö. 1582) Tezkiretü’ş-şu’arâ, Taşköprizâde Ahmed Efendi’nin (ö. 1561) eş-Şekā’iku’n-nu’mâniyye fî ‘ulemâ’i’d-Devleti’l-‘Osmâniyye, Gelibolulu Mustafâ Âlî’nin (ö. 1600) Menâkıb-ı Hünerverân, Müstakīmzâde Süleyman Sa’deddîn Efendi’nin (ö. 1788) Tuhfe-i hattâtīn adlı eserleri gibi şairlere, ulemâya, hattatlara dair birçok tezkire yazılmış, bu âdet son devre kadar devam etmiştir. Örneğin Mehmed Süreyyâ Bey’in (ö. 1909) Sicill-i ‘Osmânî,  Bursalı Mehmed Tâhir’in (ö. 1925) Osmanlı Müellifleri, İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in (ö. 1957) Son Asır Türk Şairleri, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar, Son Hattatlar ve Hoş Sadâ: Son Asır Türk Musıkişinasları adlı eserleri geleneğin 20. yüzyılın ortalarına kadar sürdüğünü göstermektedir. Bu ayın konusu işte böyle bir tezkiredir: Mehmed Zihnî Efendi’nin (ö. 1913) Meşâhîrü’n-nisâ (Ünlü Kadınlar) adlı, Hicrî 1294–95’te (1878–79) İstanbul’da Darü’t-tıba’âtü’l-âmire tarafından basılan eseri.

İstanbul’da 1846’da doğan Mehmed Zihnî Efendi sağlam bir medrese eğitimi görmüş, Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi ve Mekteb-i Mülkiyye dahil olmak üzere birkaç yerde hocalık etmiş, devlet bürokrasisinde muhtelif görevlerde bulunmuştur. Eserleri arasında Arapça öğretimine ve İslâm akidesine dair birçok telif kitabın yanı sıra Osmanlıca’ya tercümeler de vardır. İslâm ve kadın konusuna ilgi duyduğu, Hanımlar İlmihali ve Kızlar Hocası (Küçük Hanımlar İlmihali) adlı kitaplarından anlaşılıyor. Meşâhîrü’n-nisâ, Maarif Nezâreti’nin isteği üzerine Dârü’l-mu’allimât’ta (Kadın Öğretmen Okulu) okutulmak üzere yazılmış bir “meşhur kadınlar tezkiresi”dir. Bedrettin Çetiner tarafından kısmen yeni harflere çevrilmiş, Tarihte İz Bırakan Kadınlar adıyla iki cilt halinde 1982’de yayınlanmıştır. Kadınlara yoğunlaşan başka tezkireler —örneğin Süyûtî’nin (ö. 1505) el-Mustazref min ahbâri’l-cevârî, İbnü’s-Sa’i’nin (ö. 1278) Nisâ’u’l-hulefâ, Zeyneb Fevvâz’ın (ö. 1914) ed-Dürrü’l-mensûr fî tabakāti rabbâti’l-hudûr adlı eserleri gibi— de yazılmış olmakla birlikte Mehmed Zihnî Efendi’ninki sanırım en kapsamlı olanıdır ve 4+371+425+2 sayfalık iki ciltte 1165 civarında kadının biyografisini ihtiva etmektedir.

Tarihçi Ruth Roded, Women in Islamic Biographical Collections: from Ibn Sa’d to Who’s Who (İslâmî Tezkirelerde Kadınlar: İbn Sa’d’dan Kim Kimdir’e; 1994) adlı kitabında 845 ilâ 1987 yılları arasında yazılmış olan 37 Arapça tezkireye dayanan sayısal bir analiz sunmuş, bu eserlerin çoğunda kadın biyografilerinin küçük bir azınlık teşkil ettiğini, daha önemlisi bu sayının giderek azaldığını göstermiştir. İbn Sa’d’da toplamın %15’i, İbnü’l-Cevzî’de (ö. 1201) %23’ü, İbn Hacer el-Askalânî’de (ö. 1449) %13’ü olan kadın biyografileri 1600 yılından sonra yazılmış Arapça tezkirelerde tek bir istisna ile %2’nin üstüne çıkmamış Roded’e göre. Nüfusun %50 kadarını teşkil eden kadınların erkek-egemen bir toplumda tezkirelerin de %50’sini işgal edemeyeceği doğal olmakla birlikte, sayının bu kadar düşmüş olması izah edilmeye muhtaçtır. İncelenen tezkireleri yazan yahut derleyenlerin hep erkek olduğunu ve kitapların içeriğinin bu erkeklerin bilinçli tercihlerini yansıttığını vurgulayan Roded, azalan kadın oranını ilk devirlerde sahâbeler arasındaki kadınların toplamın kayda değer bir bölümünü teşkil etmesi, ancak zaman geçip tezkirelerde yer verilmesi gereken erkeklerin sayısı çoğaldıkça Peygamber’in eşleri gibi en önemli birkaç kişi dışındaki kadınların peyderpey dışlanmasıyla açıklamış. Yani bir yandan erkek sayısı artarken bir yandan da kadınların sayısı kasıtlı olarak azaltılmış, bu suretle tezkirelerdeki kadınların oranı düşmüştür. Mehmed Zihnî Efendi’nin Meşâhîrü’n-nisâ’sı bu bakımdan önemli bir eserdir.

Şükriye Akgül’ün Ankara Üniversitesi’nde 2006 yılında yazdığı “İslâm Tarihçiliğinde Meşahiru’n-Nisa Geleneği ve Mehmed Zihni Efendi'nin Meşahiru’n-Nisa Adlı Eserinin İncelenmesi” başlıklı yüksek lisans tezinde konumuza ilişkin yararlı bilgiler var. Kitapta elifba sırasıyla verilen isimler tezde şöyle tasnif edilmiş:

“Edebiyat ve özellikle şiir sahasında temâyüz etmiş hanımlar; şarkı söylemek ve beste yapmakla meşhur hanımlar; hüsn-i hat sanatıyla uğraşan hanımlar; fıkıh imiyle ilgilenen hanımlar; hadis ilminde temâyüz etmiş hanımlar; fesâhatıyla meşhur hanımlar; zühd ve takvâsıyla meşhur velî hanımlar; devlet idâresinde bulunmuş yönetici hanımlar; verdikleri güzel vaazlarla tanınmış hanımlar; tıp ilmiyle ilgilenen hanım; güzel ahlâk timsâli hanımlar.”

Bu tasniften kitabın içeriğine dair iyi bir fikir edinmek mümkün.

Kitabın sonundaki “Fasl-ı Mahsus” bölümünde anlatılan bir anekdotla bu kısa yazıyı bitireyim:

Kütüb-i muhâdarâtda mahkî oldığı üzre şu’arâ-yı Arab’dan birinin bir düşmeni vâr idi. Şa’ir bir gün yolda tek ve tenhâ ana rast geldi. Baktı ki bîçâre, kurtuluş yok. Düşmenine “Yâhû bilürem beni öldireceksin. Sana ricâ ederim ki kârımı itmâm itdikten sonra kapumun önine git de (ألا أيها البنتان ان أباكما) de” didi. Herîf buna peki deyüb şairin işini bitürdikden sonra hânesi pişgâhına varub o ibâreyi okudı. İbâre-i murkūme “Ey iki kızlar, tahkīk sizin babanız” meâlinde nâkısu’l-mü’eddâ bir mısradır. Herîf bunı orada söyler söylemez, şair-i maktûlün meğer dirâyetli ve selîfe-i nazma vukūflı iki kızı var imiş, hemen anlar ikisi bir ağızdan mısra-ı merkūma tetimme olmak üzre (قتيل خذا بالثأر ممن أتاكما) [Öldürülmüş, size gelenden intikam alın] deyüb bununla babalarının maktûl olmuş oldığını ve kātili dahı gelen herîf olub pederleri kendilerine andan ahz-ı sâr itmelerini işrâb-ı murâd eylediğini ifâde ile herîfi yaka paça itmişler ve ana huzûr-ı hâkimde babalarının kātili oldığını ikrâr itdirerek ilm ve ma’rifetleri sâyesinde pederlerinin demini heder itmemişlerdir. (c. 2, s. 342)

Tâlibân’ın Afganistan’da kız öğrencilerin okula gitmesini bir kere daha yasaklamış olduğu bu günlerde yukarıdaki satırlar, İslâm tarihinde okumuş kadınlara verilen değere tercüman oluyor; hiç olmazsa bazı yerlerde, hiç olmazsa bazı dönemlerde...

.

GİRİŞ RESMİ:

Sultan III. Murad’ın hazırlanmasına önayak olduğu Siyer-i Nebî’den (tamamlanışı 1595) bir minyatürde, Hz Muhammed’i bebekliğinde süt annesi Halime bint Ebî Züeyb’in emzirmesi. İkinci minyatür de aynı eserden olup Peygamber’in Hz Aişe’den veba hastalığına dair bilgi almasını temsil ediyor.