Min Nevâdiri’l-Kütüb – 18 / Ah şu yaramaz ecdâdımız!

"XIX. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da yalnız folklor değil, özgül olarak erotik folklor konusunda kayda değer çalışmalar yapılmaktaydı, örneğin 1883–1911 yılları arasında 11 cildi yayınlanan Kryptádia ve 1904–1913 yılları arasında 10 cildi yayınlanan Anthropophyteia başlıklı diziler gibi."

Muhafazakâr iktidarların olmazsa olmazı “ecdâdımız” edebiyatının birincil işlevi aslında geçmiş zamanla değil şimdiki zamanla ilintilidir – ki bu işlev de yönettiklerine büyük ölçüde hayal mahsulü olan bir toplumsal model dayatarak tahakküm etmek, olası özgürlük arayışlarını yahut taleplerini kontrol altına almaktır. Osmanlıların birer perhizkârlık âbidesi olduğu efsanesine bu açıdan bakıldığında, günümüz iktidarının toplumu kendine benzetme çabalarının bir veçhesinden ibaret olduğu anlaşılır. Gel gör ki bu ülkenin geçmişi iktidarın pazarladığı kalıba sığmadığı gibi, günümüz toplumunun da büyük ölçüde karnı toktur bu kurguya.

Bu ayın kitabı, son dönem Osmanlı İstanbul’u ve Anadolu’sunun erotik folkloruna dair Fransızca bir derleme. Başlığı Contes licencieux de Constantinople et de l’Asie Mineure (İstanbul ve Anadolu’dan Şehvetli Hikâyeler), 1906 yılında Paris’li yayıncı Gustave Ficker adına Kleinbronn’da basılmış. Kitabı hazırlayanın adı “Chios [Sakız Adası] Lisesi hocalarından Jean Nicolaidés” (yani Ἰωάννης Νικολαΐδης — Ioannes Nikolaides) olarak verilmiş. Bez ciltli, 11 x 16,2 cm ebadında, xxviii + 217 sayfa. Eserin kendi de, tıpkıbasımları da bulunuyor, ayrıca internetten de indirilebiliyor.

Adı bazı kaynaklarda “Nicolas A. Jeannidis” olarak da verilen yazara/derleyiciye dair bazı bilgiler kitabın giriş bölümünde yer alıyor; buradan 1846’da Kayseri’nin İncesu ilçesinde doğuğunu, babasını çok küçükken kaybettiğini, annesinin geçinmek için terzilik yaptığını öğreniyoruz. Okulda sergilediği başarı sayesinde öğretmen atandığı, 1863’te İstanbul’a giderek öğrenimine orada devam ettiği, Yunanca ve Türkçe bilmenin yanı sıra Arapça, Farsça, Rusça, İtalyanca ve Fransızca ögrendiği, Yeniköy, Kandilli ve Adalar’daki Rum ailelerin çocuklarına özel ders verdiği, 1871’de eski hocasının arkasından Trieste’ye gittiği, sonra da Sakız Adası’na geçerek oraya yerleştiği ve Fransızca öğrettiği de yine önsözde belirtilmiş.

1880 yılında Fransa’ya giden Nicolaides, orada uzun yıllardan beri Picardie yöresinin folklorunu tetkik eden (Émile) Henry Carnoy (1861–1930) ile tanışmış, onunla birlikte Türkiye’nin folkloruna dair bir kitap dizisi yayınlamak üzere anlaşmış, Sakız Adası’na döndükten sonra malzeme toplamış ve birkaç kitap hazırlamış: Les livres de divination (Fal kitapları, 1889), Traditions populaires de l’Asie Mineure (Küçük Asya’nın halk âdetleri, Carnoy ile birlikte, 1889), Traditions populaires de Constantinople et de ses environs (İstanbul ve çevresinin halk âdetleri, Carnoy ile birlikte, 1892, sadece ilk bölümü yayınlanabildi), Folklore de Constantinople (İstanbul folkloru, Carnoy ile birlikte, 1894, yakın dönemde Türkçeye çevrildi).

Folklor çalışmaları için İstanbul’a dönen Nicolaides, çalışma arkadaşına oradan gönderdiği ilginç bir mektupta şöyle demiş:

“Kostantiniyye’de kendi içine kapalı nüfus toplulukları yoktur. Avrupa Türkiyesi’ndeki, Küçük Asya’daki ve Levanten sahildeki Türkler [yani Müslümanlar] öylesine birbirine karışmıştır ki, bir geleneğin Arnavut mu, Boşnak mı, Bulgar mı, Sırp mı, Gürci mi, Çerkes mi, Tatar mı, Arap mı, yoksa Türk mü olduğunu kestirmek mümkün değildir. Rum, Ermeni ve Roman gelenekleri için de aynı şey söylenebilir.

İşim uzun ve zorlu.

Eğer bir köyde yaşıyor olsaydım, bir cilt hazırlamak bir yıldan fazla sürmezdi. Burada ise halk geleneklerini derleyip toplamak için her bir yörede on iki ay kalmak, çevreyi dolaşmak, her köyden tekrar tekrar geçmek, Babil Kulesi’nde konuşulan bütün dillere vâkıf olmak gerekiyor.” (ix–x) 

Bütün bu zorluklara rağmen köşkleri, cami ve tekkeleri, mezarlıkları, meyhaneleri gezip karşılaştığı halktan insanların anlattıklarını dinleyerek derlediğini söylediği hikâyeleri, özlü sözleri, âdetleri kitaplaştırmayı başaran Jean Nicolaides, 1893 yılında Sakız Adası’nda âniden ve “esrarengiz bir biçimde” ölmüş. Üstelik bütün evrakına el konmuş, serveti ortadan kaybolmuş. Kim bilir ne olmuş, bir jurnale mi yoksa yerel bir çekemezliğe mi kurban gitmiş... Bu yüzden de ne değerli bilgiler bize ulaşamadan yok olmuş!

'Ecdâdımız'dan yadigâr bir kartpostal

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da yalnız folklor değil, özgül olarak erotik folklor konusunda kayda değer çalışmalar yapılmaktaydı, örneğin 1883–1911 yılları arasında 11 cildi yayınlanan Kryptádia ve 1904–1913 yılları arasında 10 cildi yayınlanan Anthropophyteia başlıklı diziler gibi. Carnoy ve arkadaşlarının yayınladığı “Contributions au folklore érotique” (Erotik folklora katkılar) dizisi bunlara benzemektedir ve ancak 4 cildi yayınlanabilmiştir; işte konumuz olan kitap, bu dizinin ilk cildi olup arkasından Alsace, Acquitaine ve Picardie ciltleri gelmiştir. Yakında çıkacakları müjdelenen Gaskonya, Korsika, Normandiya ve başka ülkeleri kapsayan ciltler ise anlaşılan yayınlanamamış. 

Kitapta İstanbul, İzmir, Kayseri, Midilli, Sakız gibi muhtelif yörelerden derlenmiş 60 hikâye var. Papazlarla dalga geçen büyük bir bölümünün, bölgenin Rum nüfusundan toplandığı anlaşılıyor; bazı diğerlerinin kaynağı ise Türk. İstanbul’dan derlenmiş böyle bir öykünün çevirisini aşağıda veriyorum. 

“Kel adamın birini bir kadı haksız yere mahkûm etmişti. O da intikam alacağına yemin etti. Bir süre düşünüp taşındıktan sonra sakalını traş etti, kız gibi giyinip kadı’nın kapısına dayandı. ‘Duyduğuma göre hizmetçi arıyormuşsunuz’ dedi; ‘Beni tutarsanız çok mutlu olurum.’ Kadı onu süzdü, güzel buldu ve hemen işe aldı.

Evli olan kadı’nın iki güzel kızı vardı. Bâkireydiler gerçi, ama aşk işlerine akılları eriyordu. Hizmetçi, görevlerini mükemmel yerine getirdiğinden evin hanımının, kızların, özellikle de kadı’nın beğenisini kazandı. Sefih kadı hizmetçiyle yatmak istiyordu, ama amacına nasıl ulaşacaktı? Biraz düşündü, aklına bir yol geldi: Ailesini hamama gönderecek, hizmetçiye de taşıdığı temiz çamaşırları onlara teslim ettikten sonra derhal gerisin geriye eve dönmesini tenbih edecekti.

Hamama vardıklarında sözde hizmetçi kızlara ‘Gelin’ dedi, ‘birlikte dua edelim ki erkek olalım.’ ‘Erkek olmak mı?’ diye cevap verdiler, ‘Nasıl olur?’ ‘Ben harika bir dua biliyorum’ dedi hizmetçi, ‘gizemli bir dua, birimizin erkek olmasını sağlayacak.’ ‘Ne yapmamız gerekiyor?’ ‘Sadece “Amin” deyin.’

Üç kadın diz çöktü. Hizmetçi uzun uzun birşeyler söyledikten sonra ‘Hangi birimiz erkek oldu?’ diye sordu. ‘Nasıl bileceğiz?’ ‘Bakın bakalım, bacaklarınızın arasında bir kol belirmiş mi?’ ‘Yok, evvelki gibi yarık var.’ ‘O halde’ dedi hizmetçi, ‘erkek olan ben olmalıyım.’

Entarisini kaldırdı, altından rakseden kol kadar uzun bir kızıl hayvan belirdi. ‘O da ne?’ diye sordu bâkireler. ‘Bu bir şişedir.’ ‘Peki, altındakiler?’ ‘Onlar da ampul.’ ‘Ne işe yararlar?’ ‘Şişe ve ampullerle kızlar kadına çevrilir.’ ‘Peki, o halde bizi kadına çevir.’ Hizmetçi ‘Bu zor olmayacak’ dedi, derhal bâkireleri kadına çevirdi, onlar da bundan çok memnun kaldılar.

Derken kadı’nın karısı geliverdi. ‘Ah, anne’ dedi kızlar, ‘bir mucize oldu! Hizmetçi sihirli bir dua okudu ve erkeğe çevrildi.’ ‘Neler saçmalıyorsunuz, küçük aptallar?’ ‘Gerçeği söylüyoruz. Hizmetçinin vücudundan bir şişe çıktı, bacaklarının arasından da ampuller, o kadar ki bizler bâkireyken kadın olduk.’

‘Görelim bakalım şu mucizeyi’ dedi anneleri. ‘Hizmetçi kız, göster şu şişe dediklerini.’ Hizmetçi âletini gösterdi, kadı’nın karısı da eline aldı, evirip çevirdi, öptü, o da kaybetmiş olduğu sertliğini tekrar kazandı. ‘Bu pek şişeye benzemiyor’ dedi kadın, ‘daha ziyade bir s*ke benziyor, her ne kadar kadı’nınkinden daha güzel ve daha güçlü ise de. Ama üzerimde denenmeden gerçek olduğuna inanmam.’ ‘Hemen bakın’ dedi hizmetçi, ve işini görmeye başladı.

Üç güzelin bahçesi de lâyıkıyla sürülüp ekildikten sonra hizmetçi kadı’nın evine döndü. Evde başbaşa kaldıklarına memnun olan kadı, duyduğu şehveti ele verecek şekilde onu öpmeye, elleyip okşamağa, ona ilân-ı aşk etmeye başladı. ‘Yatağa gel pilicim’ dedi, ‘seni çırılçıplak kollarıma almak için sabırsızlanıyorum.’ Tam o esnada sokaktan bir armut satıcısınin sesi geldi. Hizmetçi kendinden geçiyormuş gibi yapıp ‘Bana armut alın, sizin olayım’ deyince kadı ‘hemen, güzelim’ diye cevap verdi, pencereye gidip satıcıyı çağırmak için beline kadar dışarı sarktı. Hizmetçi derhal pencerenin ağır çerçevesini indirip kadıyı oracıkta sıkıştırdı. Vakit kaybetmeden onu soydu ve daha evvel karısıyla kızına izah ettiği üzere nasıl bahçe sürüp ektiğini gösterdi.

Akşam olunca yemeğe oturuldu, masaya tavuk geldi. Küçük kız bir kanadını koparıp ablasına verdi, ablası da babasına. ‘Tamam, tamam’ dedi kadı, ‘size olan bana da oldu.’ Tavuğun kanadı ona hizmetçinin âletini hatırlatmıştı. Karısı ‘Ne oldu ki size?’ diye sorunca, ‘Dedim ya, size olanın aynısı’ diye cevap verdi. Kadın hizmetçinin olayı kadıya anlattığını düşündü, onu etrafta görmediğini düşünüp ne olduğunu merak etti. Kadı ona ‘Kadın’ dedi, ‘tekrar ediyorum, size olan benim de başıma geldi. O bir hizmetçi değil, irikıyım bir delikanlıydı.’” (5–10)

Geçen yaz bu zamanlarda yayınlanan bir yazımda, malum siyasi gelişmeler sürerken böyle yazılar yazmanın “Roma yanarken lir çalmak” gibi geldiğini söylemiştim. Tabii mecazî bir sözdü bu. Şimdi ise mecaz gerçek oldu, Türkiye cayır cayır yanıyor. Bu kez iktidar kenarda oturmuş lir çalıyor, ve ben lir çalanları çaresizlik içinde seyredip hiçbir şeyi değiştirmeyecek yazılar karalıyorum. Sanırım bu iktidarın işlediği en büyük suç, içimizdeki son ümit ışığını da söndürmek oldu.

 

 

GİRİŞ RESMİ:


The Arabian Nights, or The Book of a Thousand and One Nights: A Complete and Unabridged Selection Arranged by Bennett A. Cerf from the Famous Literal Translation of Richard F. Burton, with an Introduction by Ben Ray Redman and New Illustrations and Decorations by Steele Savage
. New York: Blue Ribbon Books, 1932. Sayfa 222’den ayrıntı.