Meram: "Yarım asır boyunca süren dostluk..."

"1970’li yıllarda Hürriyet gazetesindeki bir haberde Nâzım Hikmet ve Memet Fuat’ın yan yana fotoğrafları ve 'Şıp demiş babasının burnundan düşmüş' şeklindeki, Mehmet’i yok sayan manşetini unutamadığımdan, Sibel Oral’ın kitabında Türkiye’de Nâzım Hikmet’in oğlu gibi tanınmasına sessiz kalmasından ötürü Memet Fuat’ı kınadım. 45 yıl önce Nâzım Hikmet’in oğlu olmadığını beyan eden bir demecini yeni öğrendim. Dikkatimi çeken Pera Müzesi Müdürü Birol Özalp’a teşekkür ediyor, özür diliyorum."

09 Ekim 2021 19:42

Yarım asır boyunca Münevver Andaç ve Mehmet Hikmet’le dostluğum sürdü. Günlük hayattan dünya meselelerine kadar, aramızda kalanlar da olan çok şey paylaştık. Dayım Zekeriya Sertel’in Nâzım Hikmet’le 1920’lerde başlayan, Türkiye ve Sovyetler Birliği’nde süren dostlukları oldu. Paris’te Mehmet Hikmet’le 1970’li yıllarda tanışmamızla başlayan birlikteliğimiz ailelerimizin yüz yıla yaklaşan yakınlığının devamıydı.

Adam Yayınevi’nin Nâzım Hikmet kitaplarını bastığı yıllarda ana-oğulun zor yaşam koşullarını bu şehirde yaşayan ressamlar, siyasi sürgünde olanlar, Türkiye’den ziyaretlerine gelen herkes bilirdi.

Ana-oğul kirada, iki odalı bir evde yaşadı, Münevver Hanım bir halı galerisinde yöneticilik yapardı, ayrıca Adalet Bakanlığına çevirileriyle, Nâzım Hikmet’in ve Orhan Pamuk’un eserlerini Fransızcaya kazandırarak ailenin geçimini ancak sağlardı. Kitaplarını çeviren Münevver Hanım’a, Yaşar Kemal’in el yazısı yerine işini kolaylaştırmak için dönemin en iyi daktilolarından alıp hediye etme ihtiyacını hissetmesi bunun küçük bir örneği. Mehmet Hikmet resimlerini sergilemediğinden, çoğunu dostlarıyla paylaştığından bir geliri yoktu.

Nâzım Hikmet’in teliflerinin düzenli bir şekilde gelmesi, Mehmet Hikmet’in Türkiye mahkemeleri tarafından Nâzım Hikmet’in oğlu olarak kabul edilmesi ve sonrasında kitapların haklarının Yapı Kredi Yayınları’na geçmesiyle oldu. Adam Yayınları döneminde, bildirilmesi âdet olan hangi kitap kaç bastı, kaç liraya satıldı, karşılığında size şu tarihlerde şu ödeme yapılacak gibi bilgileri olmadığından, Münevver Hanım “Düzensiz ödemeler bizim için bir tür beklenmedik sürpriz gibiydi” demişti.

Ödemelerin niçin düzensiz olduğu, yani kim tarafından, hangi kanallarla, nasıl Fransa’ya ulaştırıldığı yayınevinin kayıtlarında olmalı. Araştırırlarsa, iddia sahiplerinin dedikleriyle Paris’te yaşananlar arasında kopukluğun nedeni ortaya çıkabilir.

Kendimi onların yerine koyunca anlıyorum ki, infiale kapılmalarının nedeni teliflerin açıkladıkları şekilde gönderildiğinden eminken, ulaşmamış olduğunu yeni öğrenmiş olmaları. Şaşkınlıklarından benim gibi aileye yakın olanların, tanıkların hüsnüniyetini sorguladılar.

Nâzım Hikmet’i Adam Yayınları’ndan önce basan De Yayınları’nın telif ödememesini de Semih Gümüş şöyle açıklamış:

“Memet Fuat, Nâzım Hikmet’in şiirlerini ilk kez sahip olduğu De Yayınevi’nde yayımlamaya başladı. O yıllarda Nâzım Hikmet’in şiirleri yasaklıydı ve yasal bir vâris bulunamıyordu.”

Devlet nezdinde yasal vâris sayılmayan Mehmet Hikmet’in ve Münevver Andaç’ın yayınevi nezdinde kayıp kişiler addedildiğini sanmıyorum.

Devlet vârisleri hukuken tanıdıktan sonra De Yayınevi’nin, ailenin birikmiş haklarının telafisi yoluna gitmemesine de nedense değinmemiş.

Keza, tartışmayı Oda TV’de sürdüren Turgay Fişekçi de Nâzım Hikmet’in eserlerinin önce Cem, sonra da Adam Yayınları’nda basıldığını anlatırken, o da De Yayınevi’nden söz etmemeyi tercih etmiş.

Münevver Andaç’ın da bu konuda ilk çalışmalarından sonra, Memet Fuat’ın Nâzım Hikmet’in külliyatının toparlanmasında olağanüstü titiz, can-ı gönülden emeğinin tabii ki farkında olduğumu, Nâzım Hikmet’in “eserlerini yaşattığını” kitapta belirttim. Gözlerinden kaçmış olabilir.

Üstelik Sibel Oral kitabın o bölümünde bana “Memet Fuat, Nâzım’ın eserlerine sahip çıkarken Mehmet Hikmet ne yapıyordu?” sorusunu da sordu, bunu sorguladı. Bir taraf tutma durumu söz konusu değil.

Türkiye’de 10 yıl boyunca devlet ve toplum baskısında bir anne ve oğulun yaşadığı zorluklar, sıkıntılar var. Mehmet Hikmet’in yaşarken karşısına çıkan gölgede bırakılma durumu onun biyografisini/hikâyesini anlatan kitapta şimdi de Sibel Oral’ın karşısına çıktı.

New York’ta bir yayınevinin (Persea Books) Nâzım Hikmet’in kitaplarını orada yayımlama iznini Memet Fuat’tan aldığını öğrendik. Nâzım Hikmet’in telif ajansı araştırdı, e-postaları hâlâ duruyor. “Bu kitapları yayımlamak için izni kimden aldınız, telifi kime ödendi?” diye sordu telif ajansı, anlaşıldı ki yıllar önce Memet Fuat’la anlaşmışlar. Üstelik o zaman Münevver Hanım ve oğlu Mehmet hayatta ve telif haklarından onlar sorumlu ama onların haberi yok.

Turgay Fişekçi, Oda TV mülakatında “Mehmet Hikmet bu konularda konuşmazdı” demiş. Haklı… Konuşmak yerine Adam Yayınları’yla ilişkisini kesti.

Aynı söyleşide Mehmet Hikmet’i “babasının ideolojisine sahip çıkmamasıyla” suçlamasıysa, Nâzım Hikmet’in putlaştırılmasının bir örneği olarak ibret verici. Yevtuşenko’nun anılarından da bildiğimiz gibi, babasının Sovyet rejimi tarafından üç kez araba kazası süsü verilerek öldürülme planından son anda vazgeçildiğini bilen bir oğuldan bu ideolojiye sahip çıkmasını beklemek!

Mehmet Hikmet ve Münevver Andaç yaşamları boyunca Türkiye’den neden uzak kalmayı tercih ettiler; biraz da bunları sorgulayalım. Bugün çıkan tartışma ve polemikleri yaşamamak, dahil olmamak için kendi hallerinde sessizce yaşamayı tercih ettiler.

Mehmet Hikmet’in yayıneviyle ilişkisinin bitmesini gerekli görmesinin kritik nedenlerine rağmen, başta Memet Fuat, Adam Yayınları’na içtenlikle emek verenlerden, Nâzım Hikmet külliyatını toparlamalarını yok saydığımı sananlardan, bu intibaya kapılmalarına neden olabilecekleri okurlardan özür dilerken, Sibel Oral’ın biyografi türünde ufuk açan kitabının özünü atlayıp eserinde bana atfen cımbızlanarak vurgulanan alıntıların bağlam içinde anlaşılabilmesi ve sözü kısa kesmek için, özellikle bu konuyla ilgili 251-255 arasındaki sayfalarının önce ve sonra yazılanların da ışığında okunması hepimizin meramına zenginlik katabilir.

Mehmet Hikmet, delikanlıyken bir söyleşisi dışında susmayı tercih etti, kendisini babasını putlaştıranlardan korudu, resimlerini bile yıllarca sergilemedi. Yaşamı düzene girene kadar uzun yıllar ülkesinden uzak, siyasi bir göçmen olarak yaşamaya mecbur kaldı. Yaşamı boyunca internette ne adını bulabilirdiniz ne de tek bir fotoğrafını…

Resmî adıyla Mehmet Fuat’ın Nâzım Hikmet’le baba-oğul ilişkisini edebiyata aşina herkes yayınladığı Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar kitabından, annesi Piraye Hanım’ı da Piraye’ye Mektuplar kitabından tanıdı. “Sesleniyorum Memet” şiirinin, ilk adını yazarlık ismi “Memet” olarak yazan Memet Fuat için olduğu sanıldı.

Vikipedi'de de Memet Fuat şöyle tanıtılmış. Maddeyi kim yazdı, bilemiyorum. Düzeltilmeli…

"Memet Fuat (Mehmet Fuat Bengü), (d. 16 Şubat 1926, Erenköy, İstanbul - ö. 19 Aralık 2002, İstanbul), Türk eleştirmen, yazar, yayıncı ve eğitimci. Memet Fuat, Nâzım Hikmet’in üvey oğludur. Ünlü şairin şiirlerinde “Oğlum Memet!” diye seslenerek dünyaya tanıttığı kişidir."

1970’li yıllarda Hürriyet gazetesindeki bir haberde Nâzım Hikmet ve Memet Fuat’ın yan yana fotoğrafları ve “Şıp demiş babasının burnundan düşmüş” şeklindeki, Mehmet’i yok sayan manşetini unutamadığımdan, Sibel Oral’ın kitabında Türkiye’de Nâzım Hikmet’in oğlu gibi tanınmasına sessiz kalmasından ötürü Memet Fuat’ı kınadım. 45 yıl önce Nâzım Hikmet’in oğlu olmadığını beyan eden bir demecini yeni öğrendim. Dikkatimi çeken Pera Müzesi Müdürü Birol Özalp’a teşekkür ediyor, özür diliyorum.

Özür dileyerek affetmek.

Affederek özür dilemek.

İkisinin de mümkün olduğunu öğrendim.

Yazılanlara, yazarlara teşekkür.

Önce susmak istedim.

Sonunda, yazanlar hitabet tarzlarında kendi dillerinden bu denli uzaklaşmış olduklarına göre, kendimi onların yerine koyduğumda onları infiale sürüklediğimi; yazdıklarına değinmemi haliyle hak ettiklerini; bilmediklerini, bilemediklerini paylaşmam gerektiğini; sade onlara değil, kitaba ve okurlara borcum olduğunu anladım.

Sibel Oral’ın basında ve medyada yer alan tartışma ve eleştirileri okurun toplu halde görebilmesini sağlamak amacıyla K24’te yaptığı açıklamada hepsinin bağlantılarını kitabına ilave edeceğini belirtmesi sanırım yayıncılık tarihinde bir ilk ve kayda değer.

Bütün bunlar Nâzım Hikmet’in de yaşam serüveninin kaçınılmaz parçası. Ona olan sevgimizden, ihtiyacı olmadığı halde sahiplenmek arzumuzdan, istemeyerek de olsa birbirimizi kırabiliyoruz.

 

 

GİRİŞ RESMİ:

Nâzım Hikmet ve Münevver Hanım, 1951. Saime Göksu & Edward Timms Arşivi.