Kolay Para: İdealize edilen İsveç’e içeriden ve başka bir bakış

"Neler yok ki bu şiddet dozu yüksek görsel anlatıda! Suç-göçmenlik ilişkisi, aslında İsveç’te tabu olan, ancak yaygınlığını kimsenin kolay kolay reddetmeyeceği uyuşturucu kullanımı, tutkulu bir aşk hikâyesi, gerilim, getto kültürü, iç içe geçmiş dramlar, para kazanma hırsı, göçmenlik ve sokak kültüründen beslenen çok dilli rap müzik, erkeklik ve kadınlık halleri, girişimcilik dünyası, farklı dillerden beslenerek ortaya çıkan bambaşka bir İsveççe…"

13 Haziran 2021 17:41

Pandeminin değiştirdiği alışkanlıkların en önemlilerinden biri de seyahat etmek ile ilgili oldu. Herkes için farklı motivasyonları olan gezme edimi, çeşitli ülkeleri görmek ve tanımak özellikle de milenyumdan sonra olağan bir durum haline gelmeye başlamıştı. Belirli bir coğrafya ve onun kültür halesi içinde kısıtlı ve çoğunlukla da yüzeysel bir iletişim (gözlem yapma, etkileşim, fotoğraf çekme, alışveriş vb.) biçimine dayalı turist olma hali, aslında fiziksel gerçekliğin ötesine geçerek kaçınılmaz olarak dijital mekânlara da çoktan taşındı. Hatta yaygın sosyal medya uygulamaları, seyahat etme ve seyahat edilecek ülkeyle ilgili kıstasları belirleyen temel pazarlama sahası olmalarının yanında, gezmeye meraklı ve yeni kültürler tanımaya hevesliler için “arzu üretme” aracı ve mekânına dönüştü.

Bu minvalde, doğru ya da yanlış olmanın da ötesinde, tek yönlü, “romantik”, bilgi ve deneyim harici bir tahayyülle ülkelere dair farklı imgeler üretildi; hâlâ da üretiliyor. Hem kapitalizmin sermayeleştiremediği doğal güzellikleri hem de muhtemelen dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında refah toplumu kıstaslarını önemli ölçüde taşıması nedeniyle, bu romantik tahayyül nesnelerinden biri de, bir İskandinav ülkesi olan İsveç.

İsveç’in doğası ve bu doğal güzelliklerin sunduğu pitoresk manzaralar etkilenilmeyecek gibi değil. İster yemyeşil ormanlar içinde dağlık bir kasaba manzarası, ister karla kaplı sokaklarda Noel için ışıklarla süslenmiş eski bir sokak görüntüsü, isterse de o meşhur beyaz gecelerin hüküm sürdüğü bir yaz akşamında, alacakaranlıkta bir gölde yüzen insanların fotoğrafı… Her biri farklı bir güzellik ve deneyim vaat ediyor. Ancak sosyal medyada dolaşan bu tür fotoğrafların genellikle bir “an”ı temsil ettiği unutuluyor. Geniş kadraj içinde dondurulan o anların öncesi ve sonrası da var; sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve coğrafik…  Örneğin Türkiye’de yaşayan sıradan bir vatandaşın bu tür soğuk bir iklimden hazzetmesi çok beklenen bir şey olmasa gerek.

Daha da önemlisi, görmek istediklerimizi gösteren bu tür dijital mekânlarda her ülke ve kültürü için tekil bir imge üretilip takipçilere sunuluyor. Bir tür “kaçışçılık” (escapism) olarak da nitelendirilebilecek bu dijital “kaçış” pratiklerinin haklı ve farklı nedenleri olabilir. Hele ki beyin göçünün de ötesinde, Türkiye’deki siyasal erkin günlük yaşamı ve kamusal alanın her bir milimetresini istediği gibi denetleyip düzenlediği bir yerde, başka bir mekânda olma isteği gayet doğal. Hatta bu kaçış eyleminin psikolojik olarak bir tür katarsis etkisi yaratarak içinde bulunulan ortama katlanabilmek için kişiye müspet bir etkisi de vardır belki.

Nisan ayında Netflix’te gösterime giren İsveç yapımı altı bölümlük dizi Kolay Para (Snabba Cash) çeşitli sosyal medya mecralarında idealize edilen İsveç imgesini yıkan bir içerik sunuyor izleyiciye. Jens Lapidus’un Kolay Para adlı romanı 2006’da yayımlandığında İsveç’te o yılın çok satan kitaplardan biri olmuştu. Bu roman suç ve gerilim türlerinin harmanlandığı bir içerik ve üslupla 2010’da sinemaya uyarlandı. Film İsveç’teki ticari başarısının yanında olumlu eleştiriler de aldı. Netflix’teki altı bölümlük aynı isimli dizi Jesper Ganslandt ve Måns Månsson yönetmeliğinde filmdeki zamanın on yıl sonrasını anlatıyor. Yani tam da pandemiden önce Stockholm’de getto diye nitelenebilecek “göçmen mahalleleri”ndeki uyuşturucu ticaretini merkezine alan bir hikâyede, çeşitli vesilelerle yolları kesişen karakterler üzerinden bir başka İsveç panoraması sunuyor izleyiciye.

Neler yok ki bu şiddet dozu yüksek görsel anlatıda! Suç-göçmenlik ilişkisi, aslında İsveç’te tabu olan, ancak yaygınlığını kimsenin kolay kolay reddetmeyeceği uyuşturucu kullanımı, tutkulu bir aşk hikâyesi, gerilim, getto kültürü, iç içe geçmiş dramlar, para kazanma hırsı, göçmenlik ve sokak kültüründen beslenen çok dilli rap müzik, erkeklik ve kadınlık halleri, girişimcilik dünyası, farklı dillerden beslenerek ortaya çıkan bambaşka bir İsveççe… Bu bakımdan dizinin konusunun ve hikâyesinin sunuluş biçimi farklı bakış açılarından sosyolojik okumalara ve kültürel analizlere imkân tanıyor. Yine de Kolay Para’yı salt göçmenlik üzerine bir anlatı olarak görmemek gerekir. İsveç’te modern yaşama dair, bireylerin var olma mücadelesini sınıfsal ve kültürel öğeleri öne çıkararak gerçekçi bir şekilde sunan bir dizi olarak değerlendirmek daha doğru olur. Popüler bir tabirle ifade etmek gerekirse, dizideki “alt metinler” can alıcı sosyal ve politik meselelere dair yine de.

Kesişen Yaşamlar ve Hiç Kesişmeyen Mekânlar

Bu hikâyedeki en önemli kahramanlardan biri, belki de ilki Evin Ahmad’ın canlandırdığı Leya (resmî olarak evlenmiş olup olmadığını bilmesek de) dul kalmış, çocuğu ve kendi için daha iyi bir gelecek peşinde olan, yalnız bir anne. Leya’nın Doktor Jekyll ve Bay Hyde benzeri ikili bir yaşamı var. Geçinebilmek için Stockholm’ün şehir merkezinden uzaktaki bir göçmen muhitinde, alelade bir restoranda kebap siparişleri alıp garsonluk yapıyor. Bir yandan da Target Coach adında, modern jargonla “start-up” diye de adlandırılan kendi şirketi için mali kaynak arıyor. Bu bakımdan Leya bir girişimci aynı zamanda; bu şirketle bir başarı yakalayıp kendine ve oğluna daha iyi bir yaşam kurmanın hayali içinde. Kendisinin tarifiyle o da kendi tek boynuzlu atını istiyor.

Ne var ki, dizinin daha en başından Leya için işlerin yolunda gitmediği açıkça gösteriliyor izleyiciye. Bu tür girişimcilerin ve şirketlerinin toplu olarak yer aldığı ofisinin aylık kirasını dahi ödeyemeyecek durumda Leya. Böylesi ikili bir yaşamı olan Leya’nın hikâyesi başka ikilikleri de dikkatli izleyiciye sunuyor aslında. Bunlardan en göze çarpanı, mekânsal farklılığın ürettiği yaşam pratikleri ve değerler. Çoğunlukla göçmen kökenlilerin yaşadığı, kat kat apartman bloklarından oluşmuş ve kendi içinde küçük şehirler oluşturan, ayrıştırılmış semtler pek de o pitoresk Stockholm manzarasıyla uyuşmuyor. Bir yandan şehir merkezinde olduğu zaten tahmin edilebilen ve bu tahminin ofis camlarından görülebilen alacakaranlık Stockholm şehir silueti ile doğrulandığı lüks işyerinde Leya kendi parasını kazanmaya çabalıyor, öte yandan birkaç istisnai sahne dışında ne Stockholm’ün mevcut güzel mimarisi ne de civardaki yemyeşil doğası bu hikâyenin içinde yer alabiliyor. Başka Semtin Çocukları filminin öteki İstanbul’u anlatması gibi Kolay Para da öteki Stockholm’ü anlatıyor. Göçmenlik ve suç ilişkisi içinde, hırslarıyla, korkularıyla ve öfkeleriyle var olmaya çalışan insanların hikâyelerini, çeperdekilerin merkezle ilişkilerini klişelere fazla sığınmadan anlattığını belirtmek yanlış olmaz.

Dizinin bir diğer öne çıkan karakteri Alexander Abdallah’ın canlandırdığı Salim. Fazla ayrıntı verilmese de Salim’in Suriyeli olduğu belirtiliyor. Ancak o da tıpkı Leya gibi ikili bir yaşam sürüyor. Bir yandan kendisini düğünlerde şarkıcı olarak izlerken bir sonraki sahnede uyuşturucu çetelerinden birinin önemli bir üyesi ve tetikçisi olarak görmek izleyeni şaşırtıyor. Oldukça karanlık bir yanı da olan Salim’in bu hali genelde sessiz sahnelerde ve kısa yakın çekimlerle sadece hissettiriliyor. Salim’in Suriyeli olmasının aslında dizinin olay örgüsünde bir önemi yok. Ancak 2015’te yüz binlerce Suriyeli mültecinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğru gidişi “mülteci krizi” olarak adlandırılmıştı. O dönemde Danimarka kendi topraklarından transit geçilmesi kaydıyla sınırlarını açmış, Danimarka ile İsveç’i birbirine bağlayan Öresund Köprüsü aracılığıyla resmî olarak sayısı tam bilinemeyecek binlerce Suriyeli mülteci perişan halde Malmö’ye gelmişti. Bu insanlar oradan ya İsveç’teki başka semtlere ya da Norveç’e yöneliyordu. Bu nedenle ailesi ya da başka hiçbir tanıdığı olmadan, savaştan kaçarak İsveç’e gelen Salim’in neden uyuşturucu çetesine bulaştığını anlamak çok zor değil. Kendisinin Suriyeli olması güncel bir gerçeklik olmasının yanında, İsveç’teki göçmen karşıtı söylemleri düşünürsek açık bir sosyo-politik boyut da içeriyor.

Yine de sadece birkaç diyalog ve sahneyle geçiştirilen Salim’in çete üyeliği meselesinde temel unsurun para olmadığını kendisi de bir sahnede belirtiyor. Bu durum şansla, aidiyet hissiyle, travmayla, yabancı bir ülkede yaşama tutunmaya çalışmak gibi farklı gerekçelerle de açıklanabilir. Dizideki olay örgüsü üzerinden buna açıklık getirmek mümkün değil. Zaten böyle bir gereklilik de yok aslında. Salim ile ilgili benim dikkatimi çeken, bu dizide para kazanma hırsı olamayan tek karakter olması. Dizide anlatılmayan ve muhtemelen travmatik geçmişinin altında ezilen, boşlukta sallanan bir genç portesi çiziyor Salim.

Leya ile Salim’in hayatları Salim’in bir gün Leya’nın çalıştığı restoranda şarkı söylerken tanışmalarıyla kesişiyor. İki keskin karakterin karşılaşması ve onca sorun içinde aşk kaçınılmaz hale geliyor. Ancak burada aşkın her iki karakter için de önemi farklı gibi geliyor bana. Leya çocuğu ve kendisi için daha iyi bir gelecek için çabalarken, Salim’in varlık nedeni bu aşk oluyor. İsveç’te o zaman dek bulamadığı mutluluğu ve yaşama isteğini buluyor. Öyle ki, uyuşturucu çetesinden ayrılıp Leya ve oğluyla yeni bir yaşam kurmak istiyor. İşte bu noktada işler iyice karışıyor. Çünkü Salim’in yakın arkadaşı olan çete lideri Ravy, Leya’yı yakından tanıyor. Leya’nın ölen kocası Ravy’nin abisi ve çetenin eski lideri. Ancak bu durumdan Salim’in haberi yok ve buradaki mesele sadece bu akrabalık ilişkisiyle ilgili de değil. Leya aslında uyuşturucu ticareti yaptığı için görüşmediği Ravy’den eski yatırımcısına borcunu ödemek için 1,5 milyon İsveç Kronu borç alıyor (yaklaşık 150.000 Euro).

Tam burada, biraz klişe olan, beyaz-sarışın, “klasik” bir İsveçli portresi çizen multimilyoner, girişimci ve işadamı Thomas Storm de hikâyenin parçası olmaya başlıyor. Thomas’ın sıra dışı ve aşırı özgüvenli karakteri gerçekçi ve etkileyici bir performansla sunulurken izleyiciyi muhtemelen rahatsız ediyor. Thomas’ın bu zenginliğinin kaynağı ve iş yapma biçimi doğrudan bir kapitalizm eleştirişi da olarak okunabilir. Girişimcilik ve inovasyon İsveç’te çok önem verilen bir konu ve bunlar Ikea, Skype, Spotify gibi önemli markaları yaratmış bir gelenekten ve deneyimden de besleniyor. Ancak Thomas’ın işlerini prosedüre uydursa da yasal yollardan yapmadığı anlaşılıyor yavaş. Kendisinin ve yatırım yapılan şirketinin bu amaçla kullanıldığını fark eden Leya da kendisine sus payı istiyor. Şirket avukatı ve diğer üst düzey çalışanlar da bu kitabına uydurmaların farkında elbette. Söz konusu para olduğunda hiç kimsenin masum olmadığı bir kez daha anlaşılıyor.

Kısacası, uyuşturucu satışından kazanılıp bir start-up için aklanan para ile afili toplantılarda, pahalı kıyafetler içinde, şampanya patlatılarak kutlanan paranın kazanılma biçimi özünde aynı: Yasadışı, haksız, başkalarını sömürmeye dayalı ve çok kolay kazanılan para. Dolayısıyla emeğiyle çalışıp kebap satan ya da temizlik yapan kişiler dışında bu karmaşık hikâyede masum karakter yok. İster Stockholm’ün göbeğinde lüks bir yaşam süren Thomas isterse de ayrıştırılmış göçmen muhitlerinden birinde güç ve para ile kendince bir dünya kurmuş Ravy, ikisi de kolay paranın peşinde ve sistemden faydalanan karakterler. Leya da verili koşullar içinde bu durumdan istifade edip kendi “kolay para”sını istiyor.

Erkeklik, Güç ve Sosyal Sınıf

Leya, Ravy ve Thomas dışında kendini para ve güç ile var etmek isteyen son karakter ise Ali Alarik’in canlandırdığı Tim. Henüz 15 yaşında olan Tim ergenliğin de etkisiyle öfkeli ve korkusuz. Evi terk eden annesinin yokluğundan ve babasının pısırıklığından dolayı zaten bir tür bunalım içinde olan namı diğer Süper İsveçli (Super Swede) kendini Ravy’nin uyuşturucu çetesi içinde buluyor. Kendisinin tipik sarışın bir İsveçli görünümünde olması Tim için bir avantaja dönüşüyor çünkü gerektiği kadar İsveçli görünmeyen ya da göçmen görünümleri nedeniyle şüphe edilen uyuşturucu dağıtıcılarından farkı, sarışınlığının polis için güven verici olması ya da şüphe çekici olmaması. Bu gerçekliğin altında yatan ırkçılıktan ya da biraz yumuşatarak söylersek peşin hükümlü ayrımcılıktan bahsetmeye bilmem gerek var mı? Bu yüzden de şehir merkezindeki uyuşturucu dağıtım işini Tim yapıyor.

Tam bu hususta beni bir kez daha düşündüren, Tim gibi kendini kanıtlamaya çalışan, çocuk yaştaki ya da doğrudan suçla ilişkilendirilen göçmen satıcılardan ziyade uyuşturucunun müşterileri yani kullananları oldu. Kokain ve türevi sentetik uyuşturucular İsveç’te tahmin edilebileceği gibi çok pahalı ve dizide dikkat edilirse müşteriler ve kullanıcılar orta-üst sınıf, beyaz-sarışın İsveçliler genelde. Yani uyuşturucu çetelerinin ve sisteminin temel varlık sebebi, suçla ilişkilendirilemeyen, ister zengin ister beyaz yakalı orta sınıf deyin, bu özellikteki İsveçliler; ürünün müşterileri onlar. Bu bakımdan uyuşturucu ticareti ve dağıtımıyla ilgili temel husus etnik ya da kültürel değil, tamamen sosyal sınıflarla ilişkin.

Burada sarışın İsveçli ve “göçmen” gibi kesin ve aşırı genelleyici bir ayrım yapmak ve ayrımı sosyal sınıflar açısından sürdürmek tam olarak doğru olmasa da, dizinin karakterleri ve hikâyesi bu tespiti doğruluyor aslında. Zaman zaman İsveç’teki bazı gazetelerde bu karmaşık ilişkiliyi bu minvalde sunan haberler de çıkıyor. Uyuşturucu kullanımı, suç ve sınıf ilişkisiyle ilgili hem resmî raporlar hem de akademik araştırmalar genelde İsveççe olsa da, kısa bir Google araştırmasıyla internetten kolayca elde edilebilir. Bu durumun gerçekliği ve tespiti yapılan işin kendisini aklamaz, ama aslında uyuşturucu kullanımının yasadışı bir sektör yaratmasının haricinde, alt sınıftan gelen ve çoğunlukla göçmen kökenli gençlerin nasıl bir cenderenin içine girmesine katkısı olduğu da göz ardı edilemez. Dizinin doğrudan bir mesaj verme kaygısı olmadığı açık. İyi ki de yok. Aksi takdirde çok da izlemeye değmezdi sanırım. Ne var ki, olayların sunuluş biçimi, bazen karakterleri arkadan takip eden kamera, bazen kısa süren yakın çekimlerde karakterin hissiyatını öne çıkaran anlar, bazen de sadece “göstererek” anlatma yoluyla bu tür “alt metin”leri yakalamak mümkün olabiliyor.

Tim’in çeteye katılma gerekçesi de aslında Salim’inkine benziyor. Mesele ilk başta para değil. Tim büyümek, kendini kanıtlamak, kendisinden korkulan, güçlü ve zengin bir “erkek” olmak istiyor. Bu nedenle Salim’e özeniyor. Ancak Salim aslında “cool” görünen, gerçekçi tutumunun ardındaki karanlık yanını bir kez daha yansıtarak Tim’e bu işleri bırakıp okulu bitirmesini ve bir işe girmesini salık veriyor. Olaylar geliştikçe tüm bu karakterlerin yaşamı düğümleniyor ve nihayetinde bu düğüm oldukça şaşırtıcı ve dramatik bir biçimde çözülüyor. Aslında Kolay Para ile ilgili tartışılacak çok konu var. Uyuşturucu çetesinde yer alan Kürt Rambo; muhtemelen Türk olan Osman ve bence dizideki en ilginç karakter, bu şiddet dolu erkekler dünyasında onlardan daha sert ve kendine has bir mizacı olan, Somalili olduğunu tahmin ettiğim, çete üyesi genç kadın Nala; hepsi bu dizinin gerçekçi ve şiddet dozu yüksek hikâyeye farklı boyutlar katıyor.

Kapanmada Alternatif Bir Kaçış Önerisi

Nihayetinde her karakter para kazanma arzusuna sahip ve bu arzuyu kendi koşulları içinde gerçekleştirmeye çalışırken kendi benliğini ve kimliğini de yaratıyor. Bu dizide para güçlü bir motivasyon ama bu motivasyon salt para kazanmanın kendisiyle de sınırlı değil. Para kazanma yolu belli bir varoluş biçimine, herkes kendi korkularıyla başa çıkarken bireysel ve kültürel düzeyde güç üretmeye dönüşüyor. Tabii ki Kolay Para başka açılardan da ele alınabilir. Örneğin filmde çokça kullanılan İsveççe rap müziğin dili kendi başına bir yazı konusu olur.

Bunun yanı sıra “hırgız”, “tamam,” “hadi bre”, “para” ve daha kulağa tanıdık gelebilecek pek çok kelimeyi ve ifadeyi diziyi dikkatli izleyenler fark edebilir. Bu nedenle izlemek isteyenlere tavsiyem, diziyi İsveççe orijinal dilinde ve diledikleri altyazı ile izlemeleridir. “Göçmen İsveççesi” ile dilin yeni bir hal aldığını, argo ve küfürlerin Türkçedekine benzer şekilde, acayip tamlamalarla alışılmadık imgeler yarattığını belirterek yetinmiş olayım bu yazıda. Ancak rap müzik meraklıları Spotify’da dizide kullanılan müziklerinin olduğu listelere ulaşabilir.

Kolay Para dikkatli bir gözle izlendiğinde farklı katmanları olan, gerilim, suç, aşk ve polisiye gibi görsel anlatı türlerini bir arada sunan bir dizi. Hikâyesindeki kimlik, göçmenlik, sınıf gibi büyük meseleleri işleyen ve 2000’lerden sonra yapılmış filmlerle de birlikte düşünülebilecek bir yönelime sahip. Öncesinde Lukas Moodysson Daima Lilya (2002) ile, Stieg Larsson’un Milenyum Üçlemesi’nden aynı adla uyarlanan filmleri (2009) ile –ki burada orijinal İsveç yapımından bahsediyorum, su katılmış Hollywood versiyonundan değil– ve Gabriela Pichler 2012 yapımı Äta Sova Dö (Eat Sleep Die) ile benzer konulara, farklı üsluplarla değinmişti. İsveç nasıl Instagram’daki manzara resimlerinden ibaret değilse, suçtan ve çetelerden de ibaret değil elbette. Mesele eğer başka dünyalara sığınmak ya da dijital kaçış ise, güya “kapanma”nın da olduğu bir zamanda Kolay Para kalburüstü bir dizi olarak İsveç özelinde hem alternatif ve alışılmadık bir kaçışa imkân tanıyor hem de özünde çok da farklı olmayan meseleler üzerinde düşünmeye teşvik ediyor izleyeni; dünyanın neresinde olursa olsun!