"İsim geçirmek" ile "ortak kültür" arasında

İsim geçirmek ve şık “yabancı” sözcükler kullanmak konusu biz çeper ülke halkları açısından “dünya” dediğimiz egemen kültürlerle hizalanma problemimiz açısından belki daha da önemli

21 Mart 2019 10:30

Deyim İngilizce kökenli: name-dropping. Kastedilen, güçlü bir ismi ya da isimleri anmak yoluyla belirli toplumsal düzeylere, çerçevelere yazılmak. Bizim buralarda kıtlığı çekilmeyen bir eğilim. Türkçede adını koyan varsa da ben rastlamadığımdan, “isim geçirmek” diyorum.[1]

Kabul etmek gerekir ki isim anmak fikritakipte çoğu zaman kaçınılmaz bir yordamdır, hatta yokluğunu hissettiğimiz de olur. Belirli bir izleğin üzerinde dururken anılması bizce vazgeçilmez olan bir adın ya da adların anılmamış, o adla ilgili faslın devreye sokulmamış olmasını ciddiyet eksikliği sayarız. Ama işte sözlü yazılı her tür metinde sofistike isimlerin art arda floresan lambalar gibi yanıp söndüğü bu küreselleşme çağında “isim geçirmek” kavramı, olumlu ve olumsuz yükleriyle üzerinde durulmasını hak ediyor.

20'nci yüzyılın önemli düşünürlerinden J. K. Galbraith’in Name-Dropping[2] adlı bir kitabı olduğunu görünce heyecanlanmıştım, çünkü hem Galbraith kendisinden bir şeyler öğrenilebilen yazarlardandı[3], hem de kitabın adı o sıralar takılmaya başladığım bir soruna işaret.

Soru hemen çıkageliyor: Yazıya böyle “Galbraith” diye başlayınca ben de isim geçirme furyasına katılmış olmuyor muyum? Evet ve hayır. Açılıma söz konusu kitaptan başlayınca paçayı kısmen kurtarıyorum, şöyle: Siyaset ve iktisat yazarı Kanadalı Galbraith, yakından tanıdığı ABD’li “büyük” siyasetçilerin portrelerini yazıp bir kitapta toplamıştır, içindekiler sayfası da o siyasetçilerin adlarından oluşmaktadır; hani “isim geçirmek”se, isim geçirmek! Ama kitabın adını kendi elceğiziyle öyle koymasa, pek akla gelmeyecektir aslında bu kavram. Yani yazar yetkin, kitap masum, kitabın adı ironik.

Yine de belki bütünüyle masum değildir andığım ad. Bu bapta masumiyetin sınırlarını düşünmek iyi, çizmek zor, yakın çerçevede ise neredeyse imkânsız. Ne de olsa insanları, hele yazarları, ‘referansları’yla tartmaya hazır bir zihin dünyasındayız. Bir uçta masum düşünsel yordamların vazgeçilmez ortak kültür uğrakları, diğer uçta bazen sonu gelmez bir özgüven yoksunu çıraklık duygusu ya da ‘büyük’lere hizalanmak arzusu.

Philip Gooden’ın Name Dropping?[4] adlı kitabı ise, İngilizce kişi adlarının, daha doğrusu isimlerin gündelik dilde sıfat olarak çekimi konusunda alfabetik olarak düzenlenmiş, neredeyse ansiklopedik bir kılavuz. İsim geçirecekseniz bari doğru geçirin ve inceliklerini bilin dercesine, birkaç boyutta imdada yetişiyor. Gerçekten de, İngilizce ve Fransızca gibi Batı dillerinde sıfatlar yoluyla isim geçirmek her zaman kolay değil, çünkü özel adlardan sıfat yapmaya yarayan yapım ekleri çok sayıda, hangisini hangi durumda kullanmak gerektiğini bilmek zor. Her dil kendi kadim ekleriyle yetinmeyip “ortak kültür sözlüğü” havuzundan komşu dil öğelerini de alıp kullanıma sokuyor. Bazen Türkçede de rastladığımız ‘Kafkaesk ve Brechtiyen’ örneklerindeki gibi, çoğu bizdeki Farsça kökenli /-vari/ (Mozartvari vb.) ile aynı ya da yakın anlamlar veren ekler. İngilizcede, ‘gibi’ (like) sözcüğünün kendisi bile ekleşmiş, bir kısa çizgiyle birlikte sonek olarak kullanılıyor. Alın size yeterince standartlaşmamış bir sürü sıfat. Bir bölümü, gelgeç isimleri nitelemesi nedeniyle yerleşik olmayan sıfatlar. Gooden’ın kılavuz kitabı, hangi özel ad hangi eki alır, olası eklerden her biri o ada hangi anlamı yüklemeye yarar türünden açıklama ve tanımlamalarla dolu. Başka bir deyişle isimlerin tarihsel yüklerini de anlatmaya çalışıyor. Kitabı ‘adı üstünde’ kılan asıl özelliği ise her madde için bir de “özentilik/gösterişçilik indeksi” (Pretentiousness Index) sunulmuş olması. O isim/sıfat hangi bağlam içinde özenti işareti olabilir, örnekleri ve öyküleriyle birlikte belirtilmiş. Bu notlar çalışmaya belirli bir söylem çözümleme ve eleştiri kılavuzu olma özelliği kazandırıyor. Gerçi ‘Mozartian (Mozartvari) sıfatı tam olarak hangi özellikleri betimler’ gibi sorulara yanıt aramak, aydınlatıcı olabildiği kadar spekülatif de olabilen sorgulamalar. Yine de hem yazarların isim geçirme olanaklarını artıran hem de metinlerin biraz daha derinlemesine anlaşılmasını sağlayan bir çalışma söz konusu.[5]

İsim geçirmek ve şık “yabancı” sözcükler kullanmak konusu biz çeper ülke halkları açısından “dünya” dediğimiz egemen kültürlerle hizalanma problemimiz açısından belki daha da önemli. Bu konuda, çevirmen Nihal Yeğinobalı’nın 1950 yılında yayımlanan Genç Kızlar adlı romanı için herhalde bir ilkörnek diyebiliriz. Yeğinobalı, uzun yıllar çok satan bu popüler romana yazar imzası olarak İngilizce bir erkek adı seçip kendi adını çevirmen sıfatıyla vermiş, daha doğrusu yayınevi tarafından böyle yapmak zorunda bırakılmış.[6] Çeviribilimci Işın Bengi-Öner’in “sözdeçeviri” olarak nitelediği bu olgu, isim geçirme örüntülerinin ruhu (egemenin çekiciliği) açısından klasikleşmiş bir örnek. Bengi-Öner’in verdiği bilgiye göre Yeğinobalı kendisinin gerçekte bu kitabın çevireni değil, yazarı olduğunu romanın tefrika edildiği gazetede küçük bir notla açıkladığı halde okur bu notu görmemiş ya da görmezden gelmiştir. Başka bir deyişle Yeğinobalı, daha doğrusu onu bu edime zorlayan Türkiye Yayınevi, kitabın kahramanları ve yazarı için “yabancı” kişi adları seçerek, bizim topluma biraz fazla serbest gelebilecek romana hem bir kabul edilirlik, hem de çekicilik sağlamış.

Türkçe edebiyat tarihine ait diğer bir ünlü örnek de Mickey Spillane adlı yazarın “Mike Hammer” adlı kahramanı etrafında yazdığı dedektif romanlarını uzunca bir süre Türkçeye çeviren Kemal Tahir’in gün gelip o diziye yazar olması olayıdır. Özgün yazarın, romanlar çok iyi sattığı halde diziye devam edememesi nedeniyle yayınevinin talebi üzerine yeni Mike Hammer görünümlü romanları “F. M. İkinci” adıyla Kemal Tahir yazmıştır. Burada geçirilen isim ise, artık imlası da Türkçeleşmiş olan bir roman kahramanıdır: “Mayk Hammer”.[7] 

Bir tarafta habire tabelalara savaş açarak işi şovenizme ve yabancı düşmanlığına vardıran “öz Türkçeci”ler, diğer tarafta başta İngilizce olmak üzere yabancı kaynaklı her isme paye biçmeye teşne zihinlerimiz. Biraz uyanık durursak, büyük bir üçüncü alan da var aslında: Küreselleşmenin olumlu boyutu olarak büyüyen ortak kültür alanı. Öyle görünüyor ki bu alanın sinerjisini yaşatabilmek ancak ‘özenti indeksi’nin düşük tutulabilmesiyle mümkün. Bunun için, Türkçede sıkça rastlanan bazı fena huylarımızdan vazgeçmemiz iyi olacak: Birincisi, bağlam zorunlu ya da meşru kılmadığı halde habire isim geçirme düşkünlüğümüz (isme yaslanmak da diyebiliriz). İkincisi, isim geçirirken Türkçenin ‘şu şunu der, bu bunu der, o bunun farkındadır’ gibi bilmişlik kiplerini yeğlememiz. Üçüncüsü, alıntıları –sayfa no. dahil bütün ayrıntılarıyla- kaynak vermeden yazarak, belki de farkında olmadan bir tür aforizmaya indirgeyişimiz. Bütün bu dikkatler bir ‘özenti sayılma endişesi’ de yaratabilir tabii bizde. Fena da olmaz hani.

 

[1]‘Ad geçirmek’ değil de ‘isim geçirmek’ demeyi seçişimin nedeni herhalde anlaşılıyordur: Çoğu kavramın bir eski, bir de yeni karşılığı bulunabilen Türkçede, bu temeldeki diğer sözcük çiftlerinde genellikle görüldüğü üzere ‘isim/ad’ sözcükleri de iki ayrı ihtiyacı karşılar hale geldi. Ayrım özellikle kalıplarda ve deyimlerde belirgin. Sözgelimi, Arapça kökenlidir diye ‘ismiyle müsemma’ kalıbının yerine ‘adı üstünde’ demişiz ama, ‘isim yapmak’ yerine ‘ad yapmak’ demiyoruz. Uygulama karışık: Osmanlıcada ‘ismiyye’ terimiyle karşılanan ‘nominalizm’i sonradan ‘adcılık’a dönüştürmüşüz vb. Bu yazıdaki dayanağım, günümüzde ‘isim’ sözcüğünün daha çok ‘ağırlığı olan ad’ anlamında kullanılıyor olması. Bu bapta isim=ünlü kişi.

[2]John Kenneth Galbraith, Name-Dropping, Mariner Books, 1999.

[3]Sözgelimi, kapitalizmin ihtiyaç yaratma mekanizmalarını onun bir kitabından öğrenmiştim, milyon yıl önce, 1970’lerde.

[4]Philip Gooden, Name Dropping?: A No-Nonsense Guide to the Use of Names in Everyday Language, A&C Black Publishers, 2006.

[5]Aynı yazarın başka kılavuzları da var. İsimler yerine, İngilizceye diğer dillerden gelen sözcük ve kalıpsözlerin esas alındığı Faux Pasadlı olanının altbaşlığı, A No-Nonsense Guide to Words and Phrases (A&C Black Publishers, Londra, 2005). Kitabın adı (faux pas) Fransızcada “yanlış adım” anlamına geliyor ve ses açısından, “öyle yapmamak lazım” demek olan “[il ne] faut pas’” çekimini çağrıştırıyor. “Özenti indeksi” (Pretentiousness Index), bu kılavuzda da hizmetimizde.

[6]Bkz. Işın Bengi-Öner, Çeviri Bir Süreçtir... Ya Çeviribilim?, Sel Yay., 1999, s. 25-44; Bengi-Öner’in Nihal Yeğinoba’yla yaptığı söyleşi hariç, yazının ilk biçimi şu kaynakta da var: http://dad.boun.edu.tr/download/article-file/303012 [erişim tarihi: 25.2.2019]

[7]Soner Akpınar’ın konuyla ilgili makalesi için, bkz. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/157099 [erişim tarihi: 25.2.2019] Gooden’ın isim geçirme kitabında maddelediği isimlerin yalnızca gerçek kişi adlarından değil, aynı zamanda roman ve tiyatro kahramanlarından oluştuğunu da eklemeliyim.