İhtimal, keder ve Merhume

Tıpkı diğer eserleri gibi Merhume de içinde umudu taşıyan, bunu hissettiren bir eser. Karamsarlık ya da çözümsüzlük Uyurkulak anlatısının meselesi değil. İhtimaller ve onların getireceği güzellikler onun meselesi…

18 Şubat 2016 12:55

Merhume, Türkçe edebiyatın en önemli yazarlarından Murat Uyurkulak’ın son romanı. Bu romanın, günümüz Türkçe edebiyatının birtakım karakteristiklerini yansıttığı kadar yazarın kendine has buluşlarıyla ondan ayrışan yanları da var.

2000’li yıllardan sonra Uyurkulak, Tol ile yeni bir yol açmıştı. Anlatının şiirselliği, bu şiirselliğe eşlik eden ritim, bu ritmin eseri çoksesli bir senfoniye dönüştürmesi gibi unsurlar açılan yolun önemli özelliklerinden biri. Hatta daha önce Tol dolayısıyla yazdığım bir yazıda Uyurkulak’ın çokkatmanlı bir şekilde var ettiği romanın katmanlarının neredeyse bir alana farklı farklı kollardan giren kitleye benzer bir işlev üstlendiğini belirtmiştim.[1] Har’da da biraz daha tonu azalarak devam eden bu ritim ve çokkatmanlılık meselesi yazarın son romanı Merhume’de daha da azalmış. Peki bu azalma neden?

Merhume, Murat Uyurkulak, April YayıncılıkUyurkulak, romanlarında farklı metin türleri kullanmayı seviyor. Şiirler, günlükler... Hatta bazen cümle veya kelime olmaya direnen sesler… Merhume’de ses boyutunun giderek arttığını görüyoruz, çünkü romanın genişçe bir bölümünü kapsayan Evren Tunga’nın anlatısı tamamıyla kendine ve yazmakta olduğu bir kitaba dair kendi sesinin kasete aktarılmış hali. Dolayısıyla burada aktarımın aktarımı ile karşı karşıyayız. Ölmek üzere olan bir edebiyat eleştirmeninin kendi hayatından yola çıkarak yazdığı polisiye olamayan bir roman anlatısıyla iç içe geçmiş; zihninin kıvrımlarından süzülüp gelen başka anlatılarla birlikte akan bir kitap, Evren Tunga’nın doldurduğu kasetin içine sıkışmış durumda. Sıkışmış durumda diyorum çünkü bu metinlerin, ölmek üzere olan birinin okudukları, hatırladıkları, yazdığı kitap, yazdığı kitabın kahramanlarıyla kendi hayatına dair ayrıntıların birleşmesi, bunlardan bazen birinin bazen ise diğerinin karşıtı, destekleyicisi ya da aslında hiçbir şeyi olarak ortaya çıkması da söz konusu. Bunun da birçok yolu denenmiş romanda. Bunlardan ilki bugün Türkçe edebiyatta oldukça yaygın hale gelen yazarın kendi metinlerine veya başka yazarların metinlerine gönderme yapması. Aşağıdaki alıntı bunun ortaya çıkışına bir örnek:

“Melek Ahmed Paşa’nın Venediklilere nispet yapmak gayesiyle çuval çuval altın döküp özene bezene yaptırdığı, lakin denize indirilir indirilmez biraz acz-i cebir, çokça cenabet forsalar sebebiyle Haliç’in dibini boylayan dev kalyon asırlar sonra pırt diye su yüzüne çıkmıştı. Kalyon gıcır gıcırdı, güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu ve güvertesinde isminin Cemil Meriç, işinin kelimeler olduğunu söyleyen yeşil gözlü, yakışıklı bir adam duruyordu. ‘Utandığı için uyandığını’, ‘kendisinin ezeli bir mağlup, eserin ise bir minnetin edası olduğunu’, ‘ıstıraplarının sevdiklerinin işine yaramasını umduğunu’ ve gaipten haberler verdiğini öne süren Meriç, Haliç’in tez elden doldurulmasını nasihat etti, zira çok geçmeden başka batıklar da art arda zuhur edecek, isimlerinin yan yana dizilmesi neticesinde lanetli bir kitap yazılacak ve batıdan esen uğursuz rüzgârlar o batıkları yalayıp mevzu bahis kitabın sayfalarını dört bir köşeye dağıtarak şehre husumet ve veba salacaktı.” (25)

Har, Murat Uyurkulak, Metis KitapBaştan sona bir cümle olan ve romanın üslubunun da ağırlığını meydana getiren bu alıntıda, Cemil Meriç, kendi yazdığı metinlere eşlik eder bir şekilde bir başka metinle, büyük ihtimalle İhsan Oktay Anar’ın Amat’ından gelen bir ilhamla birleştirilerek belirsiz bir geleceğe yerleştiriliyor. Zamanın, birden çok boyutunun sarmal bir şekilde, ama asla düz değil, belirsizliğe doğru gitmesi Uyurkulak’ın daha önce çokkatmanlılık yaratırken kullandığı, kitlelerin farklı kollardan aynı alana girmelerinden oldukça farklı. Tol’da ritim, anlatıların kendi içindeki evrilmeleri, olasılıklarıyla birlikte var oldukları, olasılıklar romanın genelinde önemli bir yere sahip olduğundan oradaki katmanlar üst üste değil, ayrı ayrı ama aynı yöne işaret eder bir şekilde bulunduklarından bana bir alana giriş halini düşündürmüştü. Merhume’de ise ritim, geçmişten belirsiz bir geleceğe sarmal bir şekilde ilerlerken dağılıp kayboluyor. Burada da yazarın bir başka aracı yeni romanına taşırken değiştirdiğini görmek mümkün. Tol’da kahramanlar trende giderken ardı ardına patlayan bombalar ve buna dair gelen haberler, ama özellikle bombalar okurda bir nevi uyandırma, daha doğrusu okuru uyanık tutma işlevi üstleniyorlar. Yazar, kendi metni içinde bir nesneye metnin dışında, hatta neredeyse metni dışarıdan izleyen, metnin yükünü de taşıyan; ancak buna rağmen var olmadığında metnin kurgusu açısından bir şeyin değişmeyeceği bir edebî araç yaratıyor bu bomba patlamalarıyla. Böylece biz okur olarak metnin dışında tutulurken metin içinde metni seyreden ve bir taraftan metnin ritmindeki sesi arttıran bir öğeyle karşı karşıya kalıyoruz. Karşı karşıya kalıyoruz diyorum, çünkü bu edebî aracın özellikle karşı karşıya kalmaya dönük bir işlevi de var. Nasıl? Tol’da Yusuf ile Yusuf olmayan ben’in, Şair’in, Ada’nın ve diğer kahramanların birbirleriyle yan yana durmalarına paralel olarak, trende okunan ve konuşulanlarla devam eden bir yolculuğun yanı başında radyodan duyulan bomba haberleri var. Yani, yazar, burada artık bizzat Uyurkulak’ın kendisi, biz okurlara bir ses vermek istiyor. Bunu da metni olabildiğinde metin haline sokan, metni metin haline getiren bir araçla, hem var etmeye hem de yıkmaya yönelik bir girişimi de içinde barındıran bombalarla yapıyor. Okurun kulaklarında bombalar çınlamalı ki okuduğunun bir metin olduğunu, ama yaşamın salt kendine içkin bir metin olduğunu da unutmasın.

Merhume’de bu edebî aracın sağlayıcısı olarak karşımıza Tezgel Arif Efendi çıkıyor. Kitabın daha ilk bölümünde onunla karşılaşıyoruz:

“Olmuyorolmuyorkavunpeynirsalata.

Rezaletsefaletçirozcacıkmusakka.

Yoruldum Bahar, canım yanıyor, sona ermemin şerefine!

Ve haklısın, en iyisi işi bir bilene devretmek.

Tezgel Arif Efendi Son Safha adlı eserinin ‘Harflerin Sırrı’ bölümünde diyor ki:

‘Her ne kadar her gün kullanıla kullanıla cılız bir kelime haline gelmiş olsa da, “girmek” hayati öneme sahip bir mefhumdur. Gümülcineli büyük mütefekkir ve nargile ustası Basmaz Hasan Efendi’ye göre girmek akçe karşılığı vuku bulduğunda ticaret manasına gelir. Tırnovalı yiğit mücahit ve mücellit Şakrak Besim Bey’e göreyse müsaadesiz girmek ameline fetih denir. Müsaadesiz giriş ekseriyetle daha makbuldür, zira ganimeti de seyri de tatminkâr olur... Bir de rızalı girmek vardır ki, Kavalalı eşsiz müellif ve kasap Manda Tahir’e göre bu noktada girmek amelinin muhtevası değişir ve o lahzadan kelli aşk olur, meşk olur...’

Meşk demişken, madem öyle, güleç bilgeler ve dahi gamlı dansözler misali nûş edelim meyi aman aman!” (23)

Roman boyunca Tezgel Arif Efendi’nin Son Safha adlı eseri zaman zaman ortaya çıkarak tıpkı bombalarda olduğu gibi okura metnin dışından ama metnin içinden de ve yine Tol’da olduğu gibi metinden çıkarıldığında metnin kurgusundan bir şey kaybetmeyecek bir unsur olarak görünür. Ancak burada bir farklılıkla… Tezgel Arif Efendi romanın son kısmında, Yusuf Sertoğlu’nun yazdığı not defterlerine geldiğinde, bizzat içinden çıktığı; Evren Tunga’nın onu kitabına nasıl dahil ettiği meselesinde işlevini yitiriyor. Burada artık sürdürmesi beklenilen metnin dışsallığından uzaklaşarak sıradan bir nesneye dönüşüveriyor. Böylece romanın bizzat eleştirisine ayrılmış olan bu kısım, o zamana kadar sarmal bir şekilde ilerleyerek belirsiz bir geleceğe doğru yönelen ritim duygusunun kaybolmasına sebep oluyor. Oysa, Tezgel Arif Efendi romanın sonuna kadar işlevini devam ettirmiş olsaydı; kanımca roman da sarmal halde ilerleyen ritmin romanın sonunda birleşmesiyle sonuçlanacak; dağınık görünen anlatı bizzat kendi kendini toparlayarak romanın sonunda yer alan Didem Madak alıntısındaki gibi sonlanacaktı:

“…

Bir çiçek çizdim bu akşam avcuma

İsmini her şey koydum

…”

Peki o halde, yazar bunu neden yaptı? Bunun iki sebebi olabilir: Birincisi yaşadığı dönemin edebiyat ortamına bilinçli ya da değil bir gönderme yapmak istemesi. İkincisi ise bizzat kendi eseriyle, kendi edebî çizgisiyle konuşacak bir şeylerinin olması. İlkinden başlarsak, ki burada Uyurkulak’ın romanının bugünün edebiyatını değerlendirmek açısından da iyi bir vesile olacağını düşünüyorum.
Tol, Murat Uyukulak, Metis Kitap
2000’li yıllarla birlikte giderek yoğunluk kazanan parçalı yazma, kurguyu tek bir zemin üzerinde değil, çoğunlukla metaforlarla birbirine bağlayan anlatılar şeklinde kurma; ilerleyen dönemlerde bunun “şiirsel” olduğu varsayımıyla giderek aforizmalara, zaman zamansa sayıklamalara dönüşmesiyle devam etmekte… Bunların her biri anlatıyı besleyen unsurlar elbette. Ancak giderek rafine bir anlatı yerine muğlaklığın arttırılması, kurgunun çatısını oluşturacak edebî araçların ortadan kaldırılması bana bir mesele gibi geliyor. Çünkü bu edebî araçlar kurguyu bir forma sokma konusunda yardımcı oluyorlar. O halde Uyurkulak’ın daha başlangıçtan itibaren farklı türlerle, seslerle beslenen, üstelik buna ritmin de eşlik ettiği bir çokkatmanlılığı bir forma dönüştürmek için illa ki edebî araçlar, bombalar, Tezgel Arif Efendi vb, kullanması formun önemine yaptığı vurguyu açık ediyor. Bu edebî araçlarda Uyurkulak’ın önceki romanlarında olmayan fakat Merhume’de kullandığı, yine özellikle 2010’dan sonraki anlatılarda giderek dozajını arttıran bir şekilde ortaya çıkan “efekt” meselesi var. Efekt, bir nevi yabancılaştırma, metnin kendisi üzerine okuru yeniden düşündürme, anlatıyı oradan yeniden kurma gibi işlevleri bir arada taşıyor. Merhume’de kahramanımızın cinsiyetine yönelik bir efekt söz konusu. Romanın başlarında aslında bir okur olarak kahramanın cinsel kimliğinden emin olamıyoruz. Bunun neden böyle olduğu, ne şekilde yapıldığı ayrıca bir yazı konusu. Benim burada özellikle altını çizmek istediğim anlatıda efekt meselesinin son yıllarda oldukça görünür olması ve bunun da bir şeye denk gelebileceği. Merhume bağlamında düşünürsek, cinsiyet ve kitabın sonunda kitabın gerçekliğine yönelik olarak gerçekleştirilen efektte anlatı, efektten beklenilen işlevi yerine getirmiyor; yani anlatıyı olması gerektiği gibi yeniden kurmuyor. Tam tersine anlatıyı, anlatı olmayan, neredeyse kelimeler yığınına dönüştürme gayreti içinde ve bu gayret özellikle sergileniyor. Burada Uyurkulak’ın günümüz edebiyatına anlatıyı yeniden kurarken araçsallaşan, araçsallaştırılan kurgunun niteliğine gönderme yaptığını düşünüyorum. Yaşanılan gerçekliğin, görünen gerçekliğin sahteliğine, derine inilmeyen yaşamların yüzeyselliğine gönderme yapan efekt’in kederle birleşmemiş hali Uyurkulak’ı rahatsız ediyor gibi. Mekanik bir unsur olarak metinde görülen bu yabancılaştırıcı edebî aracın anlatıyı kurmak yerine yıkmasının belki de kitabın kapağında da görüldüğü gibi Merhume’nin sonunda silik olarak görünen e’ye de bir gönderme yaptığını düşünerek bir aşırı yorum da yapıyor olabilirim tabii.

Buradan devamla, keder meselesinde ilerlersek… Uyurkulak’ın kendi edebî çizgisinde de Merhume’nin dikkate değer bir tarafı var. Başladığı noktadan geldiği noktada edebî araçlarının işlevlerini değiştiren bir yazarın kendisine de söyleyecek sözleri var şüphesiz. Yazar kahraman Yusuf Sertoğlu’nun romanın eleştirisinin içinde bulunması, yazar kahramanın diğer eserlerine de göndermeler yaparak kurguda yer alması ve dahası romanı mümkün olduğunca dağıtarak bir eleştirmenle ilişki kurması. İşte tam da bu noktada Tezgel Arif Efendi’nin işlevinin bozulmaması anlamlı olurdu gibi geliyor bana.

Uyurkulak, birçok söyleşisinde kendisi için umut ve karnavalın önemli olduğunu söylüyor. Tıpkı diğer eserleri gibi Merhume de içinde umudu taşıyan, bunu hissettiren bir eser. Karamsarlık ya da çözümsüzlük Uyurkulak anlatısının meselesi değil. İhtimaller ve onların getireceği güzellikler bence onun meselesi… Ve fakat bu da kederi onlardan âri kılan bir şey değil. Dahası kılmamalı da…

 
[1] Yazı için bkz. “Ve İhtimal Güzel Bir Şey: Tol”, İstanbul Art News Edebiyat, Aralık 2014, s. 19.