Bitik Adam, Papini’nin başarısızlığını ve kaybedecek fazla bir şeyinin kalmadığını kanıtlayan bir kitap. Daha doğrusu başladığı yere; yalnızlığına ve dünyaya geri dönüşünü simgeliyor...
11 Ağustos 2016 13:50
Giovanni Papini, İtalyan edebiyatının fütürist yazarlarının başında geliyor. Bu sıfat, onun bütün edebi söylemini tam anlamıyla karşılıyor mu, orası biraz tartışmaya açık elbette. Ancak ortada bir gerçek var: Papini, melankolik ve kendine fazlasıyla eğilen (kendisini bazen açıkça bazen örtük olarak anlattığı) öykülerinde, geleceğe dair açılımlar, öngörüler ve belirlemeler yapıyor. Sık sık iç çekişlerin ve kendisini değiştirme sancılarının sularında yüzerken gördüğümüz yazar, hep “yeninin” peşinde. Bunu, yaşamındaki keskin değişim ve dönüşümlerle bağlantılı olarak ele almak gerek.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında doğan Papini’nin, yoksul ve arkadaşsız çocukluğunun en dikkat çekici tarafı, ailesinin Katolikliğe karşı açık tavrı. Aslında bu yaklaşım, Papini’ye de belli bir zaman yol gösteriyor. Bütün dinî kurumlara, özgürlüğe ve isyana ket vuran tüm inançlara başkaldırıyor.
Özgür ruhuyla ilkgençlik yıllarında, edebiyata ve kavgalara yönelen Papini, özellikle Nietzsche, Kant, Hegel ve Spencer gibi düşünürlerle hayli sağlam tartışmalara tutuştu. Dergicilik faaliyetleri yürüttüğü sırada, öyküleriyle gündeme geldi ve kendisinin tanınmasını sağlayan Bitik Adam’ı da aynı zaman diliminde kaleme aldı. Kitap, 1912’de yayımlandığında Papini, edebiyat çevreleri tarafından kulübe kabul edilmişti bile.
Aradan geçen dokuz yılda, yazarın hayatında önemli bir kırılma oldu; Papini, tekrar bulduğunu söylediği Katolikliğe yöneldi ve 1921’de İsa’nın Yaşamı[1] adlı kitabı yayımlandı. 1920’lerin bunalımlı İtalya’sında filizlenen faşizm ise yazarın hayatını topyekûn değiştirecekti.
Papini, Mussolini’nin önderliğinde, önce İtalya’yı ardından bütün Avrupa’yı kasıp kavuran rüzgâra kapıldığında doğru ata oynadığını sanıyordu. İkinci Dünya Savaşı sonlanıp Avrupa’da işin rengi değiştiğinde, yazar neredeyse defterden silindi. Artık unutulmuş ve âdeta çocukluğundaki yalnızlığına geri dönmüştü.
Papini’nin yakın zaman önce Türkçeye çevrilen Bitik Adam kitabını mercek altına almadan evvel, Düşsel Konçerto I-II, Gog ve “Babil Kitaplığı” dizisinde yer alan Kaçan Ayna’ya değinmek gerek. Çünkü bu kitaplar, Papini’nin hem yazarlığının nereden nereye geldiğini hem de hayatta nerede durduğunu kavramamız açısından önemli.
Düşsel Konçerto I,[2] Papini’nin genel tavrının; sorularla, bazen kendini masaya yatırıp hayatın gelip gittiği yönü sorguladığı bir metin. Bunu yaparken hayallerle oynuyor; zaman zaman dertleniyor bazen de mutluluğu duyumsuyor.
Etrafımızdaki hemen her şeyi değiştirsek de içimizdeki sıkıntıyı söküp atamadığımızı söyleyen Papini’nin asıl didiklediği şey de bu zaten. Giriştiğimiz onca şaşalı işin gerçekte trajik suskunluğumuzu örtmek ve ötelemekten başka bir anlamı olmadığını düşünen yazar, kendimizden başka birine dönüşmek isteyişimizi de buraya bağlıyor. Daha doğrusu, bunu ima ediyor.
Söz konusu imaları ve belirlemeleri, Papini’ye de uyarlamak mümkün çünkü bir zamanlar şiddetle reddettiği Katolikliğe ve ilkgençlik yıllarındaki fikirlerine tamamen ters düşen faşizme dümen kırması, onun kendisini nasıl bambaşka biri haline getirdiğinin; dönemin güçlü yapılarının içinde konumlandığının göstergesi. Bir anlamda tazeleniyor gibi görünürken kendisini sıfırlaması.
Düşsel Konçerto II’yi,[3] ilk kitaptan ayrı düşünmemek gerek ama çeşitli dönemlerde ve farklı ruh halleriyle yazdığı öykülerin toplamı olan bu metin, çelişkileriyle beraber Papini’nin hızlı değişimini de ortaya koyuyor.
Şairane biçemle kaleme aldığı öykülerde genel sorunlara değinirken yazarın kendisini üstü kapalı şekilde anlatması, kimilerine göre savunma kimilerine göre ise günah çıkarmadan hallice bir ferahlama olarak değerlendirilmişti. Ama göz önündeki hakikati pas geçemeyiz: Papini, yalnızlığını, terk edilmişliğini ve hüznünü aşmak için kelimelere başvuruyordu, onları kendisine saklamayarak tek başınalığını dünyaya anlatmayı denemişti. İşte iki citlik Düşsel Konçerto’nun, insanlığa söyleyebileceklerinin başında bu geliyordu.
Papini, kendine ve dünyaya dair gerçekleri anlatmaya uğraşırken Kaçan Ayna’da,[4] fantastik tatlara yönelir. Yazar, gerçekdışı öykülerinde, yaşamının son dönemindeki buhranlı havadan doğan halleri ve gidip gelen zihninden yansıyanları satırlarına yerleştirir. Yaşamı sürdürebilmek için hatırlanması gereken asgari şeyleri elinin tersiyle itip olağanüstü bir hayatın eşiğinden atlar.
Kaçan Ayna’daki öyküler, zamanla alttan alta hesaplaşma, silikleşen birey, sümen altına itilmiş kişilik ve çelişkiler, kaygı ve nostalji barındırıyor. Borges’in dediği gibi Papini, “yarattığı karakterler aracılığıyla kendi ‘ben’ini yansıtıyor okura.” Böylece her öyküde aslında eğilimli olduğumuz melankoliye gönderme yapıyor.
Polemikçiliği ve belli bir zaman akıntının tersine çektiği kürekle Papini, tartışmalı bir yazar haline gelmişti. Faşizmle flört etmeye başlayana dek, hakkında epey bir şey söylenip yazılmıştı. Hatta merak edilen, polemiğe girilmek istenen isimlerdendi. 1931’de yayımlanan Gog,[5] onunla ilgili tartışmaları başka bir boyuta taşıdı. Çünkü okurların ve eleştirmenlerin karşısına bu kez bir romancı olarak çıkıyordu.
Birinci Dünya Savaşı sayesinde büyük bir zenginliğe kavuşan ve serveti alıp yürüyen bir Amerikalıyı anlattığı Gog, bizi aynı zamanda naif ve dünyanın nereye gittiğini anlayan bir karakterle de buluşturur. Papini, yalnızca onu anlatmaz; söz konusu karakter, çıktığı dünya turunda Einstein, Freud, Gandhi, Knut Hamsun ve Bernard Shaw gibi pek çok kalburüstü isimle tanışıp vakit geçirme olanağı yakalar.
Papini’nin buradaki esprisi, zengin, saf ve cahil Amerikalı kahramanla hem kültürel hem de varoluşsal bir yergi geliştirmesi. Varsıllığının yarattığı kaygısızlıkla yeryüzünde olup bitene ilişkin kimi sırlara erişince yaşadığı bocalama, onun henüz tam ehlileşmemiş kişiliği, maceraperestliği ve çılgınlığıyla birleşerek anomalinin hüküm sürdüğü bir hikâyeyi düşürür önümüze. Okur bir kez daha oradan oraya savrulurken Papini’nin, hayata ve hayatın dışına dokunan sözcükleriyle baş başa kalır.
Yazdığı her metne kendisinden bir şeyler katmayı düstur haline getiren Papini, yaşamındaki önemli değişikliklerle gündeme gelmişti. Yazının başında anlattığım o dönüşümleri hiç hesaba katmadan filmi başa sarıp Papini’nin bir yazar olarak ete kemiğe bürünmesini sağlayan ve en önemli eseri sayılan Bitik Adam’a getireyim sözü.
İlk topyekûn savaşın arifesinde yayımlanan Bitik Adam’da, Papini’nin yalnızlığı, geriye dönüp baktığında çocukluğunun olmayışından yakınışı ve savaşın yavaş yavaş dillendirilmeye başlamasına yaptığı atıflar göze çarpıyor. Papini, ortam ne olursa olsun kendisini kitabının kahramanı haline getirmeyi tercih ediyor.
Henüz altı yaşındayken ona “ihtiyar” denmesi, çocukluğun ne anlama geldiğini kitaplardan okuyarak öğrenmesi ve yüzüne yerleşen ciddi ifade, Papini’nin gelecekte peşini bırakmayacak savruluşlarının bir habercisi sanki.
Yazar, “laf kalabalığı” gibi nitelenebilecek cümleleriyle kendisini karşısına alıp benliğiyle yüzleşiyor âdeta. Öğrenme isteğinin ve çabasının, yalnızlık ve karanlıktan kurtulmasıyla eş anlamlı olduğunu da söylemeden edemiyor. Bu nedenle ailesinin hiddetle karşı çıktığı Garibaldi’nin[6] hayatını okumaya yönelirken gözü babasının kütüphanesine takılıyor: “Benim için gerçeklik okulda, sokakta, evde olan değil, kitaplarda, yaşadığımı daha çok hissettiğim yerde yazandı.”
Bitik Adam, Papini’nin ilkgençlik yıllarından kitabı yazdığı döneme doğru çıktığı bir yolculuk. Orada buldukları, evvelden halının altına süpürdükleri ve günü geldiğinde kavradığı kimsesizliğinin ağırlığı, yazarı büyük bir hızla kabuğunun dışına çıkmaya zorluyor. Bilgi açlığı ve öğrenme tutkusu ise bu ruh halinin kaldıracı olarak düşünülebilir. Her şeyi bilmek istemesi, Papini’nin hem çıkış noktası hem de saplandığı bir bataklık: “Merakım iki yöne ayrılmıştı: Bir yandan karşılaştırmalı edebiyatın diğer yandan da dinin içine dalmıştım. Her şeyden çok dinin. Tarihimin başlangıcını dolu dolu yazmak için araştırmadığım, özetini çıkarmadığım Tanrı soyu ya da evrensel mit kalmamıştı.”
Yukarıdaki cümlelerden de anlaşılacağı üzere, kendisini tatmin etmeyenin yerine gerçek tarihini bulmaya ve yazmaya girişen bir insan var karşımızda. Dünyada olup biteni öğrenme aşkıyla yanıp tutuşurken kendi tarihini de baştan yazmaya uğraşıyor. Bitik Adam, bu haliyle yeryüzünü ve Papini’nin kendi benliğini anlatmak istediği hacimli bir kitap (belki de bir ansiklopedi) yazma derdindeki ve “doğuştan büyüklük hastalığına tutulduğunu” söyleyen yeniyetme Papini’yi getirip önümüze dikiyor.
Yazar, o dönemde yaşananlarla reddettiği hayat arasındaki gerilimi iliklerine kadar hissediyor. Kır gezintileri, kitaplar, içinde biriken öfke ve acı, Papini’nin gerçekleri görmesine yardımcı oluyor.
Delikanlılıktan olgunluğa doğru yol alan Papini, arkadaşlıklar kurarken dini, Tanrı’yı ve benliğinin bir parçası olarak gördüğü dünyayı sorgulamaya girişiyor. Bu aşamada müzik hızlanıyor ve yazar, hiçliğe battığını ve başkalarının da aynı dertten mustarip olduğunu kavrıyor. Papini’nin, bu andan itibaren felsefi bir rota çizdiğini, temel kalıpların eleştirisine girişip gelecek öngörüsünde bulunduğunu fark ediyoruz. Öte yandan felsefenin, ihtiyaçları karşılamak için üretildiğini söylerken buluyor kendisini:
“Felsefeyi yaşama dair kelimelerle yorumladığımızda Carlyle tarafından tasarlanan domuzlar metafiziğine benzer bir şeyle karşılaşıyoruz. Tek gerçeklik şimdiki zamandır, duygudur: Herkes kendi şimdiki zamanını yaşar ve formüllerle inançları cehennemin dibine yollar. Bu eski hastalıkların kabuklarından soyunmak gereklidir: Herkes kendini özgürleştirsin, kendini yaşasın, kendine ve akıp gittiği için güzel olan âna inansın.”
Papini’nin özgürlük ve mutluluk istenciyle beraber isyankâr ruhunun belirginleştiği Bitik Adam, müthiş bir bilinç akışı tekniğinin ürünü. Yazar, biriktirdiklerini, vakti geldiğini düşündüğü sırada zihninin kapılarını ardına kadar açıp evrene gönderiyor. Yanına yöresine toplanan arkadaşlarıyla dünyada bir iz bırakmanın zorunluluğuna inanırken “sessizlikten çıkmanın” şart olduğunu söylüyor.
Sessizlikten kurtuluşu ise sürprizli bir hayatın ve yaratıcılığın sağlayacağını bilirken “soyunmak ve soymak” istiyor; dünyevi olanın aidiyetinden kurtulup özgürlüğe doğru hareketlenmenin yolunun “ruhun gücünden” ve “hayalin ilhamından-arzu ve şiirden” geçtiğini belirtiyor. Zaten Bitik Adam, bu tonda cümleler içeren metinler toplamı. Başka bir deyişle gerçeği yıkan ve yeniden yapan bir kitap. Aynı zamanda Papini’nin polemikçiliğini ve başkasının hakikatine karşı savaş ilan edişinin bir belgesi: “Fazlasıyla açık sözlü ve kavgacı olmaktan pişmanlık duymuyorum. Ne çare: İşkence etmeden yardımcı olmayı ve küçümsemeden sevmeyi bilmiyorum.” Yabanıllıkla kahramanlık arasında sıkışıp kalan insana seslenen Papini, ruhun bilgiyle yüceltilmesi gerektiğini savunurken çektiği acıyı da resmedip dünyayı yenilemek için bir mücadeleye giriştiği sırada “zekânızın canı cehenneme” diyerek kendisini, her şeyini borçlu olduğunu söylediği felsefenin kollarına bırakıyor.
Bitik Adam’da, Papini’nin yaşadığı ve ileride yaşayacağı dönüşümlerin izlerine rastlayabiliyoruz. Hızla yürüyen metnin neredeyse her bölümü, yazarın zihinsel değişiminin kanıtı gibi. Kaçış, bozgun ve sonlarla örülü satırlar, Papini’nin metafizik yolculuğunu ortaya koyarken aynı dönemde Avrupa’da siyasi, sosyal ve ekonomik sancılar enikonu kendini gösteriyor.
Papini’nin yolculuğu, ruhun arındırılıp yüceltilmesini ve kendini zafere ulaştıracak zihinsel atılımı içeriyor; yazar, geldiği noktayı paylaşıyor bizimle: “Hedeflediğim şeye ulaşmayı beceremedim, verdiğim sözü tutamadım, o ruhani yüceliğe, o zafere, yıllar boyu hayalini kurduğum, arzuladığım o kudrete ulaşamadım (...) Ulaşılamaz yükseklik yoktur, çok kısa kanatlar ve yetersiz soluklar vardır.” Bu cümleler, Papini’nin “Her şeye başladım, hiçbir şeyi bitiremedim” sözünün ne anlama geldiğini, yoldayken yöneldiği sapaklarda nasıl kaybolduğunu da açıklıyor.
Bitik Adam, Papini’nin başarısızlığını ve kaybedecek fazla bir şeyinin kalmadığını kanıtlayan bir kitap. Daha doğrusu başladığı yere; yalnızlığına ve dünyaya geri dönüşünü simgeliyor. Hiçliğe gömdüğü ideallerinden sonra elinde “ben ve diğer her şey” kalıyor. Fakat bunun kendisine yeniden başlamak için güç vereceğini düşünüp ufak bir uyarıda bulunuyor: “Ölüm ve sessizliği, sonla derin düşünceyi, hazırlıkla intiharı birbirine karıştırmak iyi olmaz.”
Bitik Adam, Papini’nin ilk dönemini ortaya koyan, hüzününü çok titiz biçimde incelediği ve bunu yaparken sık sık geçmişe dönerek oradan geleceğe dair çıkarımlarda bulunduğu bir kitap. 1920’lerden ve 1930’lardan itibaren geçirdiği inanılması güç dönüşüm dikkate alındığında, kitabın okurda buruk bir tat bıraktığını söyleyebiliriz.
Türkçeye çevrilen diğer kitaplarıyla birlikte Bitik Adam, yazarın unutulma sebeplerini ve neden hatırlanması gerektiğini bir kez daha anlamamızı sağlıyor.