Hepimiz Slava Polunin’iz

Evet yalnızsın ve bu trajik. Fakat buna komedi eklemekten bir zarar gelmez. Sadece biraz aptallık ve gerçekliğe mesafe. Slava Polunin gibi mutsuz, dertli, çıkışsız ve sebatkâr olma vakti...

21 Nisan 2016 13:50

Slava Polunin bir palyaço. Soytarılar akademisinin kurucusu. Kar dolu kürenin içinde debelenircesine sahneyi allak bullak ediyor. Sürekli işlerini aksatan yeşil palyaçolar çetesinden yaka silker vaziyette huzur peşinde dönenip duruyor. Issızlığın ve iletişimsizliğin kar fırtınalarına yürüyor. Değirmenlere savaş açan Don Kişot misali dikleniyor gündeliğin buzuluna. Kırmızı burnuyla devleşerek Slava imkânsız koşullar karşısında bir lahzalık kahramânâne pırıltılarla süsleniyor.

“Kral olsam defeylerdim bu maskaraları” çığlığı tiz bir çınlamayla yayılır gibi olunca arka koltuklardan, anlaşılıyor ki Slava beklenen komik değil, çünkü Slava şov öznesi olmanın ötesinde bir varoluş kâşifi. Parlak yağlı boya sarısı kostümü Van Gogh’un çok mutlu bir gününde palette birikenden îmal edilmişcesine canlı ve duyarlıkla yüklü. Kırmızı burnunu tamamlayan kırmızı atkısıyla kırmızı ayakkabılarından başka da pek bir şeyi yok Slava’nın, tabiî o ağır mı ağır valizinin, sevgilisiyle haberleştiği telefonunun ve kendisini uğurlamaya gelen paltosunun hâricinde.

Neden ağır, dünyanın en iyi palyaçosu kabul edilen bu dostumuzun valizi. Telefonu kız arkadaşıyla iletişim kurmasını ne derece kolaylaştırıyor. Paltosunu bırakıp gitmesi mi daha uygun yoksa gitmeyi aklından çıkarması mı. Böylesi sorularla dolu Slava’nın gösterili hayatı. Yatağının felâketler içinde sürüklenmekte olduğunu da unutmayalım. Kısacası zor bir serüven Slava Polunin’inki, ama hangimizinki kolay zâten.

Valizinin bunca güçlükle taşınmasının sebebini Slava çözemese de izleyici anlar gibi oluyor. Bu yalıtılmış gerçekliğin içinde bozuk senkronlu ağız hareketlerini suflelere uydurmaya çabalayarak günleri tüketen biz insancıklar bir saniye için kavrıyoruz yerinden kaldırılması zahmetli valizlerimizin sırrını. Çünkü Slava biziz. Uzaktan kendimize bakıyoruz şimdi.

Ne kadar acınası, uyumsuz, sıkıntılı, yalnız ve üzgün görünüyoruz değil mi. Üstelik herkes bizden güler yüz, sempati ve kabullenme bekliyor. Öylece kaybolmuşuz bize verilen can hediyesinin gölgesinde. Bir o yana bir bu yana dolanıyoruz. Yeşillerin arasında sarıyız ve ne kadar asarsak asalım yüzümüzü, ayırdına varamadığımız kırmızı burnumuzla dâima trajikomik olmaya mahkûmuz. Kendimizi ne kadar ciddiye alırsak alalım, hayat, meşgalemizi gülünç kılıyor.

Sahnedeki Slava şimdi mahallesinin buz kesmiş atmosferinde absürt manevralarla bir parça neşve arayan huysuz ve hırçın insanın ta kendisi. Bir örnek topluluğun içinde kendi yoluna gitme arzusundan mütemâdiyen alıkoyulan dişli parçacığı. Neden gülmüyorsun palyaço diyenlere cevap vermekle bile ilgilenmeyecek kadar canı sıkılmış bir şaklabanlık şövalyesi.

Bir şövalye evet, Cervantes’in ölümsüz kaçık beyefendisinin sulbünden. Bavulunda sonsuz bir yükle dolaşarak çağının mat yüzeylerinden ışık kırıntıları toplamayı uğraş edinmiş kendisine. Yübûsetten gayri bir tabiat niteliğinin kalmadığı şehirleşme makinesinin kutup asırlarında dayanmaya devam ediyor Slava, elinde olmayanın muhâfazasına adanmış ömrüyle deniyor, deniyor ve deniyor. Mutluluk zannedilen bu palyaçoluk işinde çevresindekilerin transına kapılmadan bir umutsuzluk zırhıyla donanmışcasına hiççi ve tam da bu yüzden sonuna kadar direnebilecek bir tek o var yokoluşun kışında.

T. S. Eliot’un şiirindeki Çorak Ülke’de geçmekte ömrümüz. Bekleyerek ve üşüyerek. Temassız, sevgisiz, gözyaşlarının ve hıçkırıkların dipnotlara dönüştüğü bir mantık dokusundan ibâret. Sahnenin bir o köşesine bir bu köşesine meylediyoruz, gelgelelim soğuk her yerde, çevreden insanlara sirâyet etmiş. Bilmek, bilmek ve bilmekten başka bir iletişim kalmamış ki, insana dâir olanı bulamıyoruz. Yabancılaşmış ve unutulmuş varlık bir palyaçoya dönüşmüş. Bugün mümkün olan tek kahraman o. Acı bataklığında ciddiye alınmayı haketmediğini bilerek terakkî etmek zorunda. Bunca acının içinde hâlâ devam etmek ancak palyaçoluğu kabulle mümkün. Aşağılanmaya, yıkılmaya ve yenilgiye alışmak. Kırmızı burnunu takıp inanmak için aptalca kişisel sebepler yaratmak.

Bir palyaçonun yapımı ne kadar sürüyor diye soruyorlar Slava’ya, “Yoğun aşkla ve ufak doz yazgıyla dolu romantik bir gece” diye cevap veriyor. Peki herkesin palyaço olması mümkün mü, “Hayır” diyor Slava, “Sadece palyaçoların.” Neyin rüyasını görüyor palyaçolar, “Uyumanın”. Ya bir sarı palyaço elde etmek nasıl mümkün, Slava’nın cevabı usulca dökülüyor dudaklarından, “Şanslı olduğumuzda bir sarı palyaço yüzlerce yeşil palyaçodan elde ediliyor. Kırk yıllık palyaço şovları sonucunda elimizde yalnızca dört adet sarı palyaço mevcut. Biz onları dünyanın en nâdir türü addediyoruz.” Ya gösteri kadrosunun seçmeleri nasıl gerçekleşiyor, “Tüm kadro üyeleri kendilerini canlandırabilecek yüzde yüz hakîkî şaklabanlar olmaları şartı gözetilerek elle seçiliyorlar. Fakat seçim bilimsel gözlemlere dayalı değil, ayakkabı numarası, büyük anne isimleri ve rüzgârın yönü gibi etkenler seçimi şekillendirebiliyor.” Tamam son bir soru, nasıl oluyor da palyaçolar bu derece ciddiyetle şapşal olabiliyorlar, çünkü diyor Slava, “Onlar günde en az sekiz saat on dört dakika şapşal olmak için eğitimdeler, hem de kahve molası bile almadan.”[1]

Slava ve yeşil palyaçolar tiyatro alanını bilinçaltından çıkagelen imgelerle boyarlar. Konu ve öykü belli belirsizdir, tatmin etmez, anlaşılmaz, anlatılmaz, fakat etkili, çarpıcı, duygusal ve yabanî bir deneyim yaşanır. Sahnedeki palyaçolarla koltuklardaki palyaçolar bilinmeyenin engebelerini birlikte adımlamaya başlarlar. Önemli olan şimdi ve burada paylaşılanın zenginliği ve asâletidir. Renkler, dokular ve hareket iç içe geçerek boşluk boyunca simyâlı etkinlikler meydana getirirler. Soytarılar izleyiciyi daha saf ve kalpten zamanlara taşımaktadırlar. İnsanlığın en eski sanatlarından olan palyaçoluğun kaybolmasını engellemekle meşgulken, bir yandan da eğlenceyi daha derin temalara ulaşmak amacıyla merdiven kılmaktadırlar.

Geceleri tek başımıza geçtiğimiz caddelerden, maddî imkânlarımızla ayrıştığımız sosyo-ekonomik tabakalardan, ideoloji kavgalarıyla atomize olduğumuz dönemlerden çıkmamıza yardımcı olmak için kalbe bir parça maya çalmaya çalışmaktadır Slava ve zıt ortakları. Duyguları yaşama boca etmek, sesleri âhenklere ulaştırmak, çocukça temennîleri şifâya taşımak gerekliliğini hatırlamamızı isterler. Gülerek, kavga ederek, şarkı söyleyerek, müzik yaparak ve dans ederek varolan her şeyi reddeder yeşil palyaçolar.

Slava ise dalgındır, sıkkın ve bilgedir. Ne reddetmektedir olan biteni, ne de kabul etmekte. Anlamaktadır sâdece neyin neden olduğunu, müdâhale edemese de anlamaktadır.

Dondurucu bir havada. Akşamüstü henüz. Göz gözü görmüyor. Şehir sis altında. Dile getirilmeyen bir vazgeçmişlikle mühürlenmiş sözler. Ağlıyor kalp fakat ifâdeler demirden. Kepenkler gibi inmiş katı yüz hatları, çene kilitlenmiş. Ötekini gören korkuyor. Gülmüyor kimse, gülmeyecek. Korkuyla sulanan toprak yeşermekte. Kış öyle uzun ve bitimsiz görünüyor şimdi. Hava asla aydınlanmayacak. Geceler gecelere dönüşecek. Buz mavisi dumanlarda boğulacak gündüz, soğuyacak, yitip bitecek sonra. Ne âile kalacak sıcak, ne aşk, ne kardeşlik, ne dostluk, ne iyi niyet, ne vicdan, ne üzüntü, ne kalp ağrısı, ne varlığı uyandıran sancı. Gözler kalacak geriye, yüzeylere bakan gözler, ipuçları arayan alacalı bulacalı gözler, ağızdan akan salya, sağlıksız beden, öfke ve nefret, bıkkınlık ve kaosa teslim olmanın sıradanlığı. Mücâdele böyle kaybedilecek. Ciddi sözlerle, bağıra çağıra, kimse kimseyi dinlemezken ve kimse gülmezken. Öyle ki suçluluk duygusu ve acımasızlıktan başka bir şey kalmayıncaya dek savaş devam edecek. Tâ ki mavi kürede siyah bir noktaya hapsoluncaya dek zihin. Kilitli yürekler yaşamanın yanlışlığına iknâ oluncaya dek.

İşte bunun gerçekleşmemesi için Slava Polunin. O günün gelmemesi için çocuksulukla gülmek, eğlenmek ve yetişkinliğin çamurundan arınmayı aramak. Hayır umutla değil, umutsuzluğun içine bakarak. Kar küresinde donmanın zamanı değil Slava, ne olursa olsun tüm sıkılmışlığınla görevini yerine getir. Vazgeçme yaşamaktan, nefretin, öfkenin ve utancın seni ele geçirmesine izin verme. Paltona sarıl. Evet yalnızsın ve bu trajik. Fakat buna komedi eklemekten bir zarar gelmez. Sadece biraz aptallık ve gerçekliğe mesafe. Slava Polunin gibi mutsuz, dertli, çıkışsız ve sebatkâr olma vakti. Soğuk artarak derinin altına işliyor, belki de böylece donacağız, kırmızı burnunu takıp gülmeni istiyorum, sâdece soğuğa karşı gülümse.[2]


[1] http://www.terripaddock.com/how-to-make-a-clown-and-other-slavas-snowshow-questions-answered/
[2] http://www.zorlucenterpsm.com/tr/slavas-snowshow