"Avustralya’nın en önemli yazarlarından sayılan Gerald Murnane’in Düzlükler kitabının Türkçesi Harfa’dan çıktı. Nobel Edebiyat Ödülü’ne defalarca aday gösterilmiş Murnane böylece Türkiyeli okurla buluşuyor..."
01 Aralık 2022 21:00
Epeydir böyle tuhaf bir metin okumamıştım. Gerald Murnane’in belirli bir konusunun olup olmadığı konusunda epey sayfa boyu kafa yorduğumuz Düzlükler’inin konusu var (gibi), klasik olay örgüsü anlamında bir şeyler de olmuyor değil hani. Anladıklarımız şunlar:
Olayların geçtiği mekân, “düzlükler” Avustralya’da fakat bu Avustralya sanki başka bir gezegene ait. Kıtanın içerilerinde bulunan düzlüklerde ara ara tepeler, dereler, ağaçlar olsa da güneş daima öyle parlak ki malikânelerin, barların, çok seyrek çıkılan seyahatlerde binilen arabaların, otel odalarının veya lüks çadırların perdeleri hep kapalı. Düzlükler halkının yüzü her daim solgun ve bu halleriyle kilometrelerce ötedeki bakımlı, bronz tenli “sahil ahalisi”ni neredeyse küçümsüyorlar; bu dünyaya ait cilalı bir Avustralya imajının ters yüz edilmiş hali bu – ki sayfalar ilerledikçe sadece Avustralya değil, yaşam alanı, sınır, manzara, kültür, hafıza, aşk gibi başka kavramlar da tersyüz edilecek.
Düzlükler halkı, “Düz bir manzarada olaysız günlerden efsane malzemesi çıkarma yolundaki mutat görevlerine sadık”, “kendileriyle başkaları arasında ortak bir zemin bulmak konusunda” gönülsüz, yaşadığı düzlüklerin gerçek sınırları konusunda dahi mutabakata varmamış bir topluluk. Ortak değerlerden ulus yaratmaya çalışacak bir liderin kâbusu niteliğinde, neredeyse bir anti-halk:
“Düzlükler halkının konuşmalarını dinlerken sırtlarını yaslayacakları ortak fikirlere itibar etmedikleri hissine kapılıp şaşırdım; aralarından biri, bir bütün olarak düzlüklere kendi atfettiği bir şeyi genelgeçer kanı gibi sunduğunda diğer herkes rahatsız oluyordu. Sanki düzlükler halkının her bireyi sadece kendi açıklayabileceği bir bölgenin yegâne sakini gibi görünmeyi tercih ediyordu. Hatta birisinin kendi düzlüğünden bahsederken seçtiği en basit kelimeler bile adeta ortak bir kelime hazinesinden alınmamış da, o kişiye has bir kullanımla anlamlandırılıyormuş gibiydi." (s. 6)
Güneşin kavurduğu uçsuz bucaksız düzlüklerde bildiğimiz şekliyle feodal bir yapıya benzetebileceğimiz toplum hiyerarşik ve oldukça ataerkil. Sokakta erkekler var, kadınlar evlerde; neredeyse fiziksel değil, kavramsal birer varlık gibiler. Çocukların bahsi geçiyor ama onları ne parkta oynarken görüyoruz ne okula giderken.
Arma sanatlarına ve amblemlere düşkün büyük toprak sahiplerinden, sanırız ki çiftçiler ve esnaflardan oluşan ana sosyal sınıflardan başka sayıları oldukça fazla, “hami” arayan diğer bir grup daha var: Düzlükler halkı sık sık birbiriyle ve hatta kendileriyle en azından felsefi anlamda gönüllü olarak anlaşmazlığa düşse de kültürlerini çeşitli disiplinler aracılığıyla anlatabilmek, aktarabilmek istediklerinden, uzaklardan gelen sanatçıları, tarihçileri, felsefecileri himaye edip kısıtsız zaman ve imkânlarda çalışma fırsatı tanıyorlar bu gruba.
Mülk sahipleri geniş geniş ve gizemli bir biçimde yaşadıkları malikânelerinden düzenli aralıklarla kasabaya iniyor. Buluştukları bar tipi mekânlardan birkaç gün boyunca hiç çıkmadan, zarafetlerinden ödün vermeden, acayip sohbetler eşliğinde sürekli içiyorlar ve canları istediğinde kapılarda bekleşen, hami arayan “ricacıları” çağırıyorlar. Anlatıcımız onlardan biri; “İçeriler” adını vermeyi planladığı filmiyle düzlükleri daha önce kimsenin başaramadığı bir şekilde gösterme niyetinde olan bir yönetmen.
Yönetmenimizin şansı o gün yaver gidiyor ama işleri, kendisine üretmek için her türlü imkân tanınmasına rağmen hayal ettiği gibi gitmiyor. Buna rağmen kapı dışarı da edilmiyor:
“Bu takipçilerim filmin işlevi konusundaki güvensizliği paylaşıyorlardı mutlaka, çünkü günün birinde hiç kimsenin öngöremeyeceği sahneler yaratabileceğimi asla ima etmediler bana. Onların övdüğü, benim kamera ya da projektör kullanmak konusundaki aşikâr gönülsüzlüğüm ve henüz görülmemiş görüntüleri farazi bir izleyici topluluğuna sunmak amacıyla notlar yazıp durmaya yıllarımı vermiş olmamdı.” (s. 111)
Evet, oldukça sıradışı insanlar düzlükler halkı. 1939, Melbourne doğumlu yazarı Gerard Murnane, yayıncı-eleştirmen Ivor Indyk ile 23 Ağustos 2016’da yaptığı, YouTube’da izlenebilecek sohbette itiraf ediyor bunu:
“Düzlükler ahalisi garip bir tür. Felsefi bir mesajları yok, nasıl desem… daha ziyade edebi bir güç gösterisi bu. Bu insanlar her işi yanlış tarafından tutuyor, kendilerine zorluk çıkaracak şeyler arıyor ve başkalarının bulamayacağı yerlerde de buluyor.”
Yazarken çok eğlendiği aşikâr.
Murnane tıpkı düzlükler halkı gibi Avustralya’dan dışarı hiç çıkmamış, uçağa hiç binmemiş, yıllardır televizyon seyretmiyormuş. Rahip olmak için eğitim almış, yazarlığın yanı sıra öğretmenlik ve editörlük yapmış. İlk romanı Tamarisk Row 1974’te basılan yazarın 1982 tarihli Düzlükler dahil onun üstünde kurmaca eseri, denemeleri, şiirleri var. Defalarca Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş Murnane, Patrick White Edebiyat Ödülü, Melbourne Edebiyat Ödülü, Adelaid Festivali Yenilikçi Edebiyat Ödülü dahil pek çok mükâfata sahip. Gyula Illyés’in en önemli eserlerinden People of the Puszta romanını okuduktan sonra kendi kendine Macarca öğrenmeye karar vermiş yazar, yine Ivor Indyk ile sohbetinde söylediği üzere Düzlükler’i, iki yayıncının basmayı reddettiği ve “gerçekçi kurguya en çok yaklaştığı” daha uzun bir taslağın içinden çekip çıkararak oluşturmuş. “Ana kahramanı düzlüklere yollarsam ne olur?” sorusuyla gelişen, basılacağından bile emin olmadığı kitap basılıp bunca övgü alınca en çok kendisi şaşırmış, dediğine göre.
The New York Times’ın “çoğu kişinin adını duymadığı, hayattaki en büyük İngilizce yazan yazar” dediği Murnane hakkındaki genel kanı, Australian Broadcasting Corporation ABC’den Sarah L’Estrange’in 4 Nisan 2019 tarihli yazısında belirttiği üzere “yazarların yazarı” olduğu; yani edebi çevrelerde saygı görüp geniş kitleler tarafından bilinmeyen bir sanatçı olduğu. Bu kanılar Murnane’in pek umurunda olmayabilir; sekreterliğini yaptığı golf kulübünde kendisi hakkında düzenlenen akademik bir konferansın öğle arasında bara geçip servis yapacak kadar “sıradan” bir hayat yaşıyor gibi Güney Avustralya sınırına yakın, 300 nüfuslu köyü Goroke’de. Bu münzevi haliyle uzun yıllarını Fransız Alpleri’ndeki küçük bir köyde geçiren bir başka düşünür-yazar John Berger’i anımsatıyor.
Düzlükler sıklıkla fabl veya alegori olarak anılıyor. Avustralya, Curtin Üniversitesi’nin Medya, Yaratıcı Sanatlar ve Sosyal Araştırmalar bölümü yardımcı doçenti Paul Genoni’ye göre bu roman “hem eşkal ile hakikat hakkında metafizik bir mesel hem de geleneklerle kültürel ufukların parodik bir incelemesi.” (theconversation.com; 20 Mayıs 2014)
Kitap aynı zamanda kurmaca tanımını aşan, bildik kalıplara sığmayan, zarif bir mizah ve derin bir ironiyle örülmüş bir metin. Genoni burada kurmacanın, yazarın dünyayı algılayışının mümkün olduğunca saf bir temsilini sunma kapasitesiyle teste tabi tutulduğunu söylüyor; kanımca okuru bu maceraya dahil edebiliriz:
"(…) tek söyleyebileceğim şu: Sezinlediğim kadarıyla her biri, düzlüklerin birçok düzlükler adamının zannettiği şey olmadığını kanıtlamaya kendini sükûnetle adamış. Yani düzlükler, içinde sahnelenen oyunlara anlam katan devasa bir tiyatro değildir. Her türden kâşife açık muazzam bir saha da değildir. Düzlükler, anlamı insanın kendisinin yarattığını bilenler için elverişli bir metafor kaynağıdır sadece." (s. 91)
Bana Borges’in kimi metinlerini hatırlatan Düzlükler, yer yer daha direkt siyasi göndermelerle de çıkıyor karşımıza. Çölü iskân edip otlak sınırlarını genişletmek isteyen Ufukçular ile kendi yakın yerleşim tasarılarını daha gerçekçi bulan Tavşancılar arasındaki çekişmeler; yeni sanayilerin, düzlüklerle eyalet merkezleri arasında demiryolları kurulmasını savunan İlerici Ticaret Partisi ile “Yerel Ürün Satın Al” sloganından yola çıkan Önce Düzlükler Birinci İttifakı arasındaki çelişkiler; polo kulübü kisvesi altında silahlandığından şüphe duyulan, mutlak siyasi bağımsızlık peşindeki gizli cemiyetler, ayrı eyalet talebinde bulunan Sonsuz Düzlük Kardeşliği kulağa tanıdık geliyor.
Murnane, böylece ilk defa Türkçede yayımlanmış oldu – hem de Roza Hakmen’in çevirisiyle! Her durumda büyük hizmet; hele basan, ülkenin son derece zorlu koşullarına rağmen butik, yeni bir yayınevi olunca. İşin başındakilerin her şeyden önce iyi birer okur olduğu aşikâr Harfa’nın kitaplarını sıkı takibe almalı.
•