Annemle teyzem sinemaya gidiyor: 1970’ler ve ‘80’lerde sinemaya gitme deneyimleri

"Filmler kolektif bir hafıza oluşturabilir, geçmiş olaylara atıfta bulunabilir, unutulmuş olanı hatırlatabilir, kültürel hafızayı yeniden inşa edebilirler. Ancak Annette Kuhn’un da belirttiği gibi, seyircide filmden çok sinemaya gitme anıları yer edinir. Bu bakış açısı filmin, sinemanın çok küçük bir parçası olduğunu ortaya koyar."

01 Aralık 2022 19:00

Bir sosyal pratik olarak sinemaya gitmeyi, sinemaya gitme deneyiminin kendisini ve bu deneyimden hatırlananları bellek çalışmaları içerisine nasıl dahil edebiliriz?

Filmler kolektif bir hafıza oluşturabilir, geçmiş olaylara atıfta bulunabilir, unutulmuş olanı hatırlatabilir, kültürel hafızayı yeniden inşa edebilirler.[1] Ancak Annette Kuhn’un da belirttiği gibi, seyircide filmden çok sinemaya gitme anıları yer edinir.[2] Bu bakış açısı filmin, sinemanın çok küçük bir parçası olduğunu ortaya koyar. Sinemaya dair anılar ve sinemaya gitme deneyimi, sinema kültüründe ve kültürel bellekte önemli bir yer tutar.

Sinemaya gitme anılarına sinemaya gitme eyleminin kendisi, evden salona doğru yapılan yolculuk, salonla ve filmle ilk karşılaşma, film seyrederken kurulan ritüeller, salonda oturulan koltuk, film seyrederken verilen tepkiler, hisler ve duygular, tüketilen yiyecekler, film arası, film sonrasındaki tartışmalar, eve dönüş yolculuğu, filmin gündelik hayattaki yansımaları gibi pek çok başlık dahil edilebilir. David Morley, 1992’de sinemaya gitmenin film seyretmekten çok daha fazlası olduğunu söylemişti. Morley’e göre sinemaya gitmek bir alışkanlık ve sosyalleşme deneyimi verir; bu deneyim romantizm, sihir, sıcaklık ve renk içerir. Morley, Television, Audience and Cultural Studies kitabında, bilet kuyruğu, gişe, fuaye, merdivenler, koridor, sinemaya giriş, koltuklar, müzik, ışıkların sönmesi, karanlık, ipek perdeler açılırken ekranın parlaması olarak sıraladığı sürecin de sinema deneyiminin bir parçası olduğuna dikkat çeker.[3] Sinema deneyimini farklı boyutlarıyla ele alır.

Sinemaya gitme pratikleri, seyir kültürü ve bunları hatırlama biçimleri son yirmi yıldır artan bir öneme sahip. 1980’lerde seyircinin birey olarak ele alındığı öncü çalışmalar, sinemaya gitme deneyimini ve farklı kültürlerdeki alımlama biçimlerini inceler.[4] Akademik alanda 1990’lardan itibaren sinema mekânları, seyir ve seyirci çalışmaları, Yeşilçam dönemine dair sinema mekânı ve seyir deneyimi araştırmaları giderek çeşitlenir. Literatür taraması yapıldığında, Türkiye’de farklı şehirlerde sinemaya gitme deneyimlerini inceleyen, seyircinin sosyal ve kültürel yaşamından hikâyeler toplayan, seyircilerin anılarına, seyir ortamına odaklanan çalışmaların son on yılda yoğunlaştığı görülür. 2000’lere gelindiğinde sinemaya gitme deneyimlerinin sosyal boyutlarını ve gündelik hayatla olan ilişkisini yeniden düşünen pek çok çalışmayla karşılaşırız.[5]

Annette Kuhn, An Everyday Magic: Cinema and Cultural Memory başlıklı çalışmasında, insanların nasıl hatırladıklarından çok neyi hatırladıklarını merak eder ve 1930’larda Britanya’da sinemaya giden kişilerin deneyimlerini sözlü tarih yöntemiyle inceler. Bu tanıklıkları, kültürel belleğin bir unsuru olarak ele alır. Kişilerin sinemaya gitme anılarının kültürel belleğin bir parçası olduğunu hatırlatan çalışma, seyircilerin sinemayla iletişime geçme biçimini sorunsallaştırır. 1930’larda sinemaya giden kişilerin ürettiği tekrar eden temaları ve anlatılardaki ortaklıkları saptar.[6] Kuhn’un çalışmaları, sinemaya gitme hatıralarının kişisel ve kolektif bir deneyim olduğunu, bu deneyimin anlatı olarak inşa edilen ve paylaşılan hikâyelere dönüştüğünü göstermesi nedeniyle önemlidir.

Şimdi bu literatüre yaslanarak, en yakınımızdan, evin içinden başlayalım.

Annemle teyzem sinemaya gidiyor

Annem ve teyzem, yedi kişilik bir ailenin üyeleri olarak, 2000’lere dek Haseki’de yaşadılar. Bu bölüm, onların çocukluk ve ilk gençlik yıllarından hatırladıkları sinemaya gitme deneyimlerinden kesitler içeriyor. Yaklaşık bir buçuk saati dolduran görüşme, mutfak masasının etrafında, çay eşliğinde gerçekleşti. Görüşme kayıtlarının deşifrelerinden kesitleri aktarırken annemi “A”, teyzemi “T” olarak kodlayacağım. 1970’ler ve ‘80’ler; annem ve teyzem sinemaya gidiyor…

“Kocamustafapaşa’da bir yazlık sinema vardı. O zaman Haseki’de oturduğumuz evde evin ilaçlaması yapılırdı, konu komşu cümbür cemaat giderdik. Abimin bugün aldığı biletle biz 4-5 gün sonra giderdik, heyecanla beklerdik gününün gelmesini. İçeriye girerken ciddi kuyruk beklerdik. Ya futbol maçına gidilecek, ya sinemaya, ya tiyatroya, ya konsere. Başka bir eğlence yoktu.” (A)

“Heyecanlı olduğumuzu hatırlıyorum. Her ne kadar ailelerle, komşu çocuklarıyla, samimi arkadaşlarla gitsek de, biz önde yürürdük, onlar arkada; sinemaya gideceğimiz için mutluyduk. Kimi zaman Beyoğlu’na çıkardık. Emek sinemalarına. Film neredeyse oraya gidip seyrederdik onu.” (T)

“Çemberlitaş’ta çok filmlere gidiyorduk ama. O dönem neydi, neler oynuyordu… Nilgün Sineması vardı. Fındıkzade’de Nilgün vardı. Açık hava sinemasıydı. Karagül İş Merkezi’nin aşağısında bir yerdeydi. Çocukken evine yakın yere gidiyorsun. Çemberlitaş İpek Şafak’ta yabancı filmler, sanat değeri yüksek filmler daha çok oynuyordu. O zamanlar şimdiki gibi gidip büfeden bir şey almıyorsun. Satıcı ‘Alaskaa Frigo, Alaska Frigoo!’ diye bağırırdı. Önündeki tahtaya tık tık vura vura, elinde açacak, gazoz verirdi.” (A)

“Ben filmden çok sandalyede oturup çekirdek yemeler, mısır yemeler, Frigo hatırlıyorum. Bir de ailece çok fazla bir şey yapmadığımız için o çok hoşuma giderdi. Kadınlarla giderdik. Bir Akasya Sineması vardı, o da yine yazlık. Orada da yine filmleri hatırlamıyorum ama etrafa bakardım, apartmanların arka boşluğunun gördüğü bir yerdi. Orada film oynarken ben derdim ki, ‘Şunların birinde otursak her gece çıkan filmi bedava seyrederdik’. Bu dediğim herhalde ‘72, ‘74 senesi, ben daha okula gitmiyordum.” (A)

Anlatılarında, film yıldızları ve film ile gündelik hayat arasında kurulan ilişki öne çıkıyor.

“Benim sinemayla ilgim, benim Türkan Şoray’a olan ilgimdi. Ortaokul sonlarına doğru, Türkan Şoray’ın en pik yaptığı, fiziksel olarak en güzel olduğu dönemlerdi. Ben bir kere de Türkan Şoray’ı Bozdoğan Ortaokulu’na gidip gelirken Unkapanı’nın Haşim İşcan Geçidi’nin merdivenlerinde film çevirirken görmüştüm. Ondan beridir benim hayranlığım vardır. Ben Türkan Şoray’ın salon kıyafetlerine hayrandım. Zaten kartpostallardan bakılırsa da görülür. Salon kıyafetleri süper, ben onun hep o kıyafetlerine hayrandım. Olsa da giysem diye. Kendi üzerimde hayal ederdim.” (T)

“Mehmet abim sayesinde ben Kemal Sunal, Şener Şen’e de çok gittiğim için özellikle erkeklerin kendi aralarında yaptığı espriler bile o filmdeki repliklerdi, onu yakalardım. Erkekler o zamanlar mahalleden geçen güzel kızlara laf atardı. Attıkları laflar bile o film replikleri. Clark Gable bakışı gibi bir bakış, kaşlarını kaldırıp kendilerine karizma verirlerdi. Kızlar yaşından daha büyükmüş gibi makyaj yapar, saçını yapardı. Selfie çekip dudak büzmek gibi o zaman da ruj sanki dudaktan akıyordu. Türkan Şoray göz makyajı, Ahu Tuğba’nın saçları, perma yapıp tepeden mandallarla tutturmak. O ruj bildiğin sanki yağlı boyayla dudaklarını boyamışsın, aşağı akacakmış gibi. Yani filmin konusunun yorumu bunun yanında eften püften. Daha çok o görsellikle insanlar kendilerini özdeşleştiriyordu.” (A)

“O dönemlerde kuşe kâğıda basılı Ses dergisi, Hayat dergisi gibi sinema dergileri vardı. Babamız gazete bayiinde çalıştığı için o dergiler sürekli eve gelirdi. Okurduk, resimlerini görürdük. Oradan başlayan hayranlık beni Türkan Şoray’ın kartpostallarına itti. Bütün harçlığımı Türkan Şoray’ın kartpostallarını almak için harcardım. Belki Türkan Şoray’da olmayan kartpostalları, resimleri benim arşivimde mevcuttur. Bin bir çeşit. Belki o bile görse şaşırır.” (T)[7]

 
Görüşme sırasında teyzem yanında getirdiği kartpostal koleksiyonunu masaya seriyor.

Sinemaya gitmek, film seyretmekten çok daha fazlasıdır.

“Nilgün’ü çok net hatırlıyorum. Kocaman bir kırmızı kalın kadife perdesi vardı. Gong çalardı, o perde bildiğin bir aparatla çekilerek iki tarafa doğru açılırdı. İkinci gongda ışıklar kapanırdı. Üçüncü gongda film başlardı. Filmin ilk yarısı bittiğinde perde yine kapanır, 15 dakika aradan sonra yine açılırdı. Sinemaya girdiğinde bir koku olurdu. Şimdiki salonlarda o koku yok. O zaman sigara içiliyordu film seyrederken. Herhalde koltukların kaplaması, perdenin kadife olması tütün kokusunu emiyordu. Bir koku olurdu içeride, sinema kokusu.” (A)

“Açık hava sinemasında evden sandviç, çekirdek de götürebiliyorduk. Heyecanlı olduğumuzu hatırlıyorum. Kolumuzun altına alıp gidiyorduk.” (T)

“Filmlerde kötü karakter olur ya, onlar hayata o kadar yansırdı ki, hakikaten onlardan normal hayatta da nefret edilirdi. O kadar kişiselleştirilirdi o. Halbuki çok iyi oyuncu, rolünü çok iyi yaptığı için sen onun duygusuna bürünüyorsun. Hiç unutmam, Erol Taş’ın televizyonda bir programı vardı. Bu tarz ünlülerin hayatından kesitleri alarak ‘nereden nereye’ şeklinde bir programdı, adını şu an hatırlamıyorum. Bir gün Erol Taş konuktu. Ben de gördüm ama hep kötü rolde ya o, annemle kötü kötü bakarak izliyoruz. Sohbeti de çok tatlı. Sonra can kulağıyla dinlemeye başlamıştım. Demişti ki ‘Yolda yürüyemiyorum, beni taşlıyorlar’. Bayağı dedi, ‘Bildiğin yerden taş alıyorlar, taş atıyorlar bana’ dedi. ‘Neden?’ dedi sunucu, ‘İşte hep kötü rollerdeyim ya ben, halkta öyle bir tepki oluşuyor’ dedi. ‘Halbuki onlar bana ekmek atıyor’ dedi. ‘Nasıl?’ dedi sunucu. ‘Demek rolümü öyle iyi yapıyorum ki, beni filmde seyreden gerçek hayatta da kötü bir insan olduğumu zannettiği için beni taşlıyor’ dedi. O beni çok etkilemişti. Sonra önyargımı kırmıştım ben. Ama hayatta yansımalar hep öyleydi. Mesela seks furyasında gazozun içine ilaç atıp, kızları bayıltıp kötü yola sürükleyen falan. Bunlar arkadaşlar arasında bile yer etmişti. ‘Kız, onu tanıyor musun, onla gitme sakın bak gazozuna ilaç atar he!’ Hakikaten filmleri yaşıyorlardı insanlar hayatlarında. Mesela biri Ahu Tuğba hayranı, saçını başını onun gibi yapardı. Başka bir şey yoktu ki çünkü, onların hayatlarına göre senin hayatın da şekilleniyordu.” (A)

Kuhn’un çalışmalarından esinlenen Hasan Akbulut, “Sinemaya Gitmek ve Seyir: Bir Sözlü Tarih Çalışması” ile 1960’lı ve ‘70’li yıllarda sinemaya giden, Türkiye’nin farklı illerinden 78 seyirci ile sözlü tarih görüşmeleri yapar. Seyircilerin anlatılarıyla sinema deneyiminin neye benzediğini, nasıl bir işlevi olduğunu ortaya koyar. Çalışma, Türkiye’de sinemaya gitme ve seyir deneyimini en kapsamlı ortaya koyan çalışmalardan birini oluşturur. Akbulut, sinemanın 1960’lar ve ‘70’lerde ucuz, popüler bir eğlence, bir sosyalleşme aracı olduğu, “biz” kültürünü oluşturduğu, kolektif bir deneyim olarak hikâye edildiği, modern yaşam pratiklerinin öğrenildiği ve yansıtıldığı bir yer olduğu, çocukluğa ait anılarla ilişkilendirildiği ve masumiyet atfedildiği, nostalji duygusu ürettiği sonuçlarına ulaşır. Sinema deneyimi, film seyretmenin ötesinde film seyrederken yaşanan her türlü seyir deneyimini, çeşitli kimliklerde film seyretmeyi, seyircilerle ortak bir deneyimi paylaşmayı, perdedekiyle etkileşime geçmeyi, duygusal bir ilişki geliştirmeyi, sinema mekânıyla ilişkiyi, film sonrasındaki duygu ve düşünceleri de kapsar.[8]

Mısır patlağından pop corn’a

Tüm bu anlatıları bugünkü deneyimimiz üzerinden nasıl okuyabiliriz? Fiyat politikaları, geride bıraktığımız pandemi kısıtlamaları, büyük şehrin trafik problemi, yol parası, İstiklâl’in kalabalığı da sinemaya gitmeye dahil değil midir?

‘70’ler ve ‘80’lerde eve yakın sinemalara yürüyerek, kalabalık bir grup halinde, heyecanla gidilirken ve sinemaya gitmek gündelik hayatın bir parçasıyken, ‘90’lardan itibaren sinemaya gitmek evden kamusal alana yapılan bir yolculuğa dönüşür. Açık hava sinemaları için evlerde hazırlanan sandviçlerin yerini, süpermarketlerden sırt çantalarına doldurulan yiyecek içecekler, patlamış mısırlar alır; “mısır patlağı” yerini “pop corn”a bırakır.

Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor kitabında, bugün dünyanın her köşesindeki insanla paylaşılan hayatı bir deneyim tarzı, tüm bu deneyim yığınını ise modernlik olarak adlandırıyor. Modern deneyimin farklılaşmış ve dinamik bir yeni zemin olduğunu belirtiyor.[9] Kentin kozmopolitleşmesi, üretim ve tüketimin şekil değiştirmesi, eskiye göre daha kalabalık, daha hızlı, daha gelişmiş, ikincil ilişkilerin, bireyselliğin silikleştiği bir dönemi de beraberinde getirdi. Bu dönüşüm, sinemaya gitme deneyimlerimize ve anlatılarımıza nasıl yansıyacak?

 

NOTLAR: 


[1] Annette Kuhn, Daniel Biltereyst & Philippe Meers, “Memories of cinemagoing and film experience: An introduction”. Memory Studies, 10(1), 2017, s. 3-16. Erişim adresi: https://doi.org/10.1177/1750698016670783

[2] Annette Kuhn, “What to do with cinema memory?” In: Maltby R, Biltereyst D and Meers Ph (eds) Explorations in New Cinema History: Approaches and Case Studies. Malden, MA: Blackwell, 2011, s. 85-97.

[3] David Morley, Television, Audience and Cultural Studies, Routledge, London 1992, s. 150.

[4] Öncü çalışmalardan bazıları:

Janice A. Radway, Reading the Romance: Women, Patriarchy and Popular Literature, University of North Carolina Press, Chapel Hill, NC 1984.

David Morley, The Nationwide Audience, London 1980, British Film Institute.

Ian Ang, Watching Dallas: Soap Opera and the Melodramatic Imagination, Routledge, London 1985.

[5] Bu çalışmaları çoğaltmak mümkün, bazıları:

Aydın Çam, Şanlıer Yüksel, Ö., İ., “Toros Yayla Köylerinde Sinema Deneyimleri: Modernlik, Şehir, Sinema ve Seyirci İlişkilerine Dair Bir Soruşturma (Özel Sayı)”, SineFilozofi, 2019,  s. 415-436.

Çam, A., İlke Şanlıer Yüksel, “Türkiye Sinema Mekânları, Seyir ve Seyirci Araştırmaları Bibliyografyası: Yaklaşımlar, Kaynaklar ve Yöntemler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 8 (36), 2020, s. 593-632.

Hakan Kaynar, “Al Gözüm Seyreyle Dünyayı: İstanbul ve Sinema”, Kebikeç, 27, İstanbul, s. 191-220.

Mehtap Özsoy, “Bir Zamanlar Giresun’da Sinemaya Gitmek: Görüşmeler ve Fotoğraflarla Bir Sözlü Tarih Çalışması”, Sinema, Seyir ve Seyirci: Türkiye’de 2000 Sonrası Değişen Seyir Kültürü ve Yeni Seyir Deneyimleri, Aydan Özsoy (ed.), Literatürk Akademia Yayınları, Konya 2020, s. 167-198.

Serdar Öztürk, “Türkiye’de Sinema Mekânlarını Sözlü Tarih Üzerinden Anlamak”, Milli Folklor, 25(98), 2013, s. 19-31.

Dilek Kaya, “Eski İzmir Sinemaları ve Yıldız Sineması: Mekân, Toplum, Seyir”, Sinecine: Sinema Araştırmaları Dergisi, 8(2), İstanbul, 2017, s. 93-138.

Ayşe Altun, Nil Kemer, “Burgazada’da Seyir Deneyimi ve Yazlık Sinema”. Nişantaşı Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 7(2), İstanbul, 2019, s. 42-58.

Emine Uçar İlbuğa, 1960-1970’li Yıllarda Kent ve Taşra Karşıtlığında Türkiye’de Kadınların Sinema İzleme Pratikleri Üzerine Bir Araştırma, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (45), 2017, s. 388-402.

Hasan Akbulut, “Sinemaya Gitmek ve Seyir: Bir Sözlü Tarih Çalışması”, Elektronik Mesleki Gelişim ve Araştırmalar Dergisi, 2(2), 1-16, 2014.

Arzu Ertaylan, Yeşilçam Döneminde Van’ın Sinema Kültürü, Turkish Studies, 8(8), 2013, s. 1839-1857.

Nezih Erdoğan, Sinemanın İstanbul’da İlk Yılları: Modernlik ve Seyir Maceralar, İletişim, İstanbul, 2017.

Annette Kuhn, Daniel Biltereyst & Philippe Meers, “Memories of cinemagoing and film experience: An introduction”, Memory Studies, 10(1), 2017, s. 3-16. 

Annette Kuhn, “What to do with cinema memory?” In: Maltby R, Biltereyst D and Meers Ph (eds) Explorations in New Cinema History: Approaches and Case Studies, Malden, MA: Blackwell, 2011, s. 85-97.

[6] Annette Kuhn, An Everyday Magic: Cinema and Cultural Memory, I.B. Tauris, London, 2002.

[7] Emine Uçar İlbuğa, “1960-1970’li Yıllarda Kent ve Taşra Karşıtlığında Türkiye’de Kadınların Sinema İzleme Pratikleri Üzerine Bir Araştırma”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (45), 2017, s. 388-402. Çalışma, 1960-1970’li yıllarda sinemaya giden kadınların geçmiş yıllardaki sinema deneyimlerini kapsar. Yıldızların, seyirci olarak kadınların gündelik yaşamlarını ve geleceğe yönelik perspektiflerini nasıl etkilediğini ortaya koyar.

[8] Hasan Akbulut, “Sinemaya Gitmek ve Seyir: Bir Sözlü Tarih Çalışması”, Elektronik Mesleki Gelişim ve Araştırmalar Dergisi, 2(2) , 1-16, 2014. 

[9] Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Modernite Deneyimi, çev. Ümit Altuğ&Bülent Peker, İletişim, İstanbul 2013, s. 27-32.