"Şu Kızkulesi’nin aklı olsa Galata Kulesi’ne varır"

“Yerli ve yabancı birçok göz, bu kulenin 130 metro irtifaa yaslanan tepesinden güzel İstanbul’u, şuh Boğazı temaşa edip durmaktadır. Fakat kaç kişi o irtifaın önünde serilen muhteşem manzaradan dikkatini çekip de kulenin sessiz bir belâgatle takrir ettiği heyecanlı tarihe kulağını verir? Bizce zevk, bu kuleden on beş asrı ve o asırları dolduran inkılâbları seyretmektedir!..”

İstanbul Destanı

(…)
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesi’nin aklı olsa
Galata Kulesi’ne varır
Bir sürü çocukları olur.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Karadut 69.

Galata Kulesi, Mayıs ayının başında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devir kararı alınmasıyla gündeme geldi. Neredeyse 160 yıldır, 1855 yılından beri İstanbul Belediyesi tüzel kişiliğinin mülkü olan kule, müze yapılmak üzere restorasyona alındı. Galataport'tan başlayıp Galata Kulesi'ne, oradan Tarık Zafer Tunaya Kültür ve Sanat Merkezi'ne, İstiklal Caddesi üzerindeki Atlas Pasajı’na bağlanan “Beyoğlu Kültür Yolu”, Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’nde sonlanacak.

Geçen hafta restorasyon çalışmaları sırasında duvarları beton kırıcılar ile parçalanan Galata Kulesi, çekilen görüntüler ile yeniden gündem oldu. Kule içinde sürdürülen çalışmaların işin ruhuna ne kadar uygun olup olmadığı ancak bittiğinde anlaşılabilecek. Olayın ayrıntılarını merak edenler için Ahmet Turan Köksal’ın K24’te yayınlanan “Galata’da galat: Cinayete teşebbüsün ayrıntıları” yazısı yayında…

Bizans döneminde askeri amaçlı bir kule, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de rasathane, nöbet kulesi, zindan, Mehteran koğuşu, yangın gözetleme kulesi, donanmaya ait malzeme deposu ve nihayet turistik amaçlı bir kule olarak hizmet veren bu tarihi yapının tarihinde kısa bir yolculuğa çıkalım.

Dünyanın en eski ve İstanbul’un en görkemli kulelerinden biri olan Galata Kulesi, 1349 yılında Cenevizliler tarafından savunma amaçlı bir kule olarak inşa edilir. Bizanslıların “Megolas Purgos” (Büyük Burç), Cenevizlilerin “Christea Turris” (İsa Kulesi) olarak adlandırdığı Galata Kulesi, Galata bölgesinin en yüksek noktasındadır.

Galata Kulesi’nin tarihi yolculuğunu anlatmaya, Galata sözcüğünün kökenini anlatmakla başlayalım. Yazının devamında okuyacağınız üzere Galata’nın ve Galata Kulesi’nin de tarihi hakkında efsanelere karışmış birçok görüş bulunmakta. Sözü, şair İlhan Berk’e bırakalım. Berk, Galata isimli kitabında “Galata” sözcüğünün kökenini anlatır:

“Galata adının nerden geldiği konusunda değişik görüşler öne sürülür. Bizanslı Dionysios’a ve Strabon’a göre bu semtin eski adı Sykai, Sykodis ya da Sykaena’dır. Tarihçi Çaças’a göre Rumların Galat diye adlandırdığı Galayalılar, başkanları Brennos ile buradan geçerken konakladıkları yere kendi adlarını vermişlerdir. Galos, Galat denen Latin Hıristiyanlarının oturdukları yerler anlamında Galata, Galatia adını almıştır. Başka bir görüşe göre Galata adı Rumca ‘süt’ anlamına gelen Galaktos sözünden türemiştir. Bölgede eskiden sığır ahırları bulunduğu için bu adın verildiği ileri sürülmektedir. Dördüncü bir görüşe göre de bu sözcüğün Cenova-İtalyan dilinde ‘Bayır, yokuş, yamaç’ anlamına gelen Caladdo-Galdda sözcüğünden türediğini öne sürer.”


16. yüzyılın tarihçi, hattat ve ressamı Matrakçı Nasuh’un Galata minyatürü…

Galata, Bizans İmparatoru Justinianus tarafından 528 yılında imar edilir. Galata, Bizans toprakları içinde bulunmasına karşın Bizans’a bağlı bir bölge olmamıştır. Galata, Akdeniz’de ticaret yapan denizci kavimlerin, başta İtalya kavimlerinden Cenovalılar, Pizalılar ve Venediklilerin imparatorlardan imtiyaz belgeleri alarak yerleştiği bir yer olarak geçer tarihe. 1142 yılında Galata dışında ticaret yaptıkları semtleri Galata’ya taşırlar. 1267’de Cenovalılar Galata’ya iyice yerleşmişlerdi. 1303 yılında Bizans’ın zayıflığını fırsat bilip, sınırlarını hendek kazarak belirleme hakkını aldılar. Ertesi yıl, evlerin aralarına kalın duvarlar örerek surları inşa ettiler. Zaman içinde sur duvarları yükseldi ve genişledi. Galata artık bağımsız bir koloni idi…

Rinaldo Marmara, Bizans’tan Günümüze İstanbul Latin Cemaati  isimli kitabında Galata’da 1453’e kadar sürecek olan Cenevizlilerin egemenliğinin başlangıcını şöyle anlatır:

“1 Mayıs 1303’te Galata Cenevizlileri, kentlerinin sınırlarını kesin olarak belirleyen bir ferman aldılar. Buna göre, Galatalılar deniz suyuyla doldurdukları hendeklerini iyice genişlettiler: uzağa taş atmalarını sağlayan mancınıklar yerleştirdiler ve evlerini küçük birer kale haline getirdiler; buradan güven içinde dövüşebilirlerdi. Böylece kent, kurulmuş oldu.”

Bizans İmparatorluğu’nun yine zayıf düştüğü bir dönemde, bölgeye hâkim oldukları 1349 yılında, Cenevizliler İsa Kulesi (Christea Turris) ismini verecekleri kuleyi inşaya giriştiler. Her yaştan kadınlı erkekli Cenevizli’nin çalışması ile yükseldi kule. Surlar onarıldı, tamamlandı. Hendekler daha derin kazıldı. Bizans İmparatoru VI. İonannes Kantakuzenos’un genç V. İonannes Palaiologos ile arasındaki çekişmelerden, karışıklıklardan dolayı Bizans bütün bu oldubittiye ses çıkaramadı. Bizans ve Osmanlı tarihi hakkında yaptığı araştırmalar ve kitaplarla tanınan Prof. Dr. Semavi Eyice, Galata ve Kulesi isimli eserinde Galata’nın tarihini anlattıktan sonra surlar ve Galata Kulesi ile ilgili şu satırları yazar, okuyalım:

“Galata Kulesi, şehri saran ve kademeli bir şekilde genişleyen tahkimat sisteminin bir parçasıydı ve tepenin yüksek bir noktasında Haliç girişine, Boğaz ve Marmara’ya hâkim bir yerde bulunuyordu. Galata surları Haliç ve Boğaz tarafından denizle sınırlanmış, karadan gelecek tehlikeye karşı da Beyoğlu tarafından Azapkapı-Şişhane- Galata Kulesi-Tophane arasında, surların önünde 15 metre genişliğinde bir hendek kazılmıştı. Bu taraftaki kapılar, arkadaki araziye hendekleri aşan ağaç köprüler ile bağlanmıştı. Geçen yüzyılın ortalarında henüz bu köprüler duruyor ve geceleri kapılar kapatılıyordu.”

Galata Kulesi’nin tarihi hakkında çeşitli tarihler öne sürülmüş, kulenin Bizanslılar tarafından yapıldığı, yıkılıp yeniden yapıldığı iddia edilmişse de bunlar iddiadan öteye geçememiştir. Galata Surları’nın Galata Kulesi de dahil toplam 24 kulesi bulunmaktaydı. Galata Kulesi’nin, surların Karaköy’de denize ulaştığı, bugün Yeraltı Cami’nin bulunduğu yerde bulunan ve Kastellion ile karıştırıldığı bilinmekte. 1303 ve 1304 yılında Cenevizliler ile Bizans arasında imzalanan andlaşmalar öncesinde burada ne surlar ne de kale mevcuttu. Semavi Eyice bu iddiaları, kitabında şöyle yanıtlamakta:

“Galata Kulesi’nin bir Bizans devri eseri olduğu ve Anastasios Dikoros tarafından yapıldığı hakkındaki rivayet sağlam bir esasa dayanmaz. Galata tarafının Bizans devrindeki önemli tahkimatı olan Galata Kastellion yani hisarı ise yukarıda işaret edildiği gibi Karaköy yakınında sahildeydi. Galata Kulesi’nin burada 14.-15. yüzyıllarda yerleşip, kuvvetlenen Cenova idaresi sırasında yapıldığına muhakkak nazarı ile bakılır. Zaten Cenovalılara buraya yerleşme izni veren Bizans İmparatoru’nun, önce mevcut surları da tahrip ettirdiği, tarih yazarı Pakhymeres tarafından bildirildiğine göre, Galata Kulesi gibi bir kulenin bu tehlikeli misafirlere bırakılmış olamayacağı aşikârdır.”

Galata Kulesi’ni 1445-1446 yılları arasında yükselten Cenovalıların büyük çoğunluğu, 1453’de İstanbul’un fethi ile artık Galata’daki hükümdarlıklarının bittiğini düşünerek şehri terk ederler. Tarihçi Philip Mansel, Konstantiniyye–Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924 isimli kitabında Galata’dan şu satırlarla söz eder:

“Galata, Konstantiniyye'nin tam aksine, Katolik kiliseleri, uzun caddeleri, sağlam taş binaları ve bir piyasa yeriyle küçük bir İtalyan kentini andırıyordu. En yüksek yapısı, bugün de şehrin siluetinde hemen göze çarpan ve Boğaz kıyısına yakın bir noktaya oturtulmuş Gotik bir anıt olan Galata Kulesi'ydi. 1453 yılında Galata, Haliç’in güneyinde kalan Bizans kentine oranla daha müreffeh ve kalabalıktı.”

Fetihten sonra Fatih II. Mehmed, Galata’ya giderek şehrin anahtarını Cenevizlilerden alır. Savaşmadan teslim oldukları için kendilerine, kiliselerini serbestçe kullanma hakkı verir. Galata surlarının büyük bir kısmını yıktıran Fatih’in kulenin tepesinden de bir kısmı yıktırdığı iddiaları ispatlanamamıştır.

Kule, 16. yüzyılda Kasımpaşa’daki “Tersane-i Âmire” inşaatında çalışan esirlerin zindanı olarak kullanılır. Bu konuda Semavi Eyice’nin Galata ve Kulesi isimli kitabına başvuralım:

“16. yüzyılda kule, Kasımpaşa tersanesinde çalıştırılan harp esiri Hıristiyanlara Galata’nın diğer burçları ile barınak olarak kullanılmaktadır. Şu farkla ki Galata Kulesi’ndekiler Sultana ait olanlardır. (…) 1574’te İstanbul’a gelen Pierre Lescalopier, Fransa’da Orleans şehri kadar olduğunu söylediği Galata’nın yüksek noktasında yüksek ve kuvvetli bir kule bulunduğunu ve bunun o sırada zindan olarak kullanıldığını yazdığı gibi, Bertten’li Michael Heberer de 1582-1588 yıllarında esir olarak İstanbul’da bulunduğunda, gördüğü kuleyi şu surette anlatır: Galata’nın en yüksek ucunda hendeğin başında etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş geniş bir avlu ortasında pek yüksek, yuvarlak bir kule vardır. Bunun içinde Sultan’ın, muhtelif işlerde çalıştırılan 1500 esiri barınmaktadır.”

16. yüzyılın sonlarında, astronom Takıyyeddin (Takiyüddin), 1576’da kurduğu ve 1580’de tahrip edilen rasathanesinin Tophane sırtlarında olduğu, bir ara Galata Kulesi’nde de ölçümler yaptığı çeşitli kaynaklarda yer alır.

17. yüzyılın ünlü seyyahı Evliya Çelebi, on ciltten oluşan Seyahatname isimli eserinin İstanbul’u anlattığı I. cildinde “Galata Kalesi'nin fırdolayı çevresini bildirir” başlığı altında kuleyi şu satırlarla anlatır:

“İstanbul Kalesi hiçbir yerden tamamen görünmez. Ancak üçgen şekli bu Galata Kulesi’nden görünür. Açık havada Bursa'daki Ruhban Dağı (Uludağ) açık seçik görünür. Durbin ile Bursa'nın bütün imaretleri görünür. Bu kule üç fersah yerden bellidir, yuvarlak şekildedir. Bu kulenin içi on bir kat zindandır. Hâlâ Osmanlıların gemi aletlerine mahzendir.

Güneye bakan bir demir kapısına (—) basamak taş merdiven ile çıkılır. Hakir birkaç kere ondan havaya kâğıt uçurup ve bir kere ona ip bağlayıp çıkan cambaz seyri sebebiyle çıkıp İstanbul şehrini seyrettik. Bu Galata Kulesi'nin kara tarafında, Meyyitkapısı'ndan ta Tophane kapısına kadar büyük derin bir hendek vardır ki binlerce kale gördük, buna benzeyeni hiçbir yerde yoktur.”

Hazır söz Evliya Çelebi’den açılmışken devam edelim. Galata Kulesi tarihinde yaşandığı iddia edilen bir olay da, VI. Murad döneminde Hezarfen Ahmed Çelebi’nin, tahtadan yaptırdığı kartal kanatları ile 1632 yılında Galata Kulesi’nden uçarak, Üsküdar’a indiği söylencesidir. Söylence demekteyiz, çünkü bu olay sadece Evliya Çelebi’nin Seyahatname isimli eserinde birkaç satırla geçmekte, uçuştan da Hezarfen Ahmed Çelebi’den de başka hiçbir kaynakta söz edilmemektedir. İşte, Evliya Çelebi’ye göre Hezarfen Ahmed Çelebi’nin hikâyesi:

“İlk defa Okmeydanı minberi üzere yıldız rüzgârı şiddetinde kartal kanatlarıyla sekiz, dokuz kere göklere kanat açarak talim etti. Sonra Sultan Murad Han, Sarayburnu'nda Sinanpaşa köşkünde seyr ederken Galata kulesinin en tepesinden Ahmed Çelebi lodos rüzgârıyla uçup Üsküdar’da Doğancılar Meydanı'na düşmüştür. Sonra Murad Han bir kese altın ihsan edip Hezarfen Ahmed Çelebi'yi Cezayir'e sürmüştür. Orada öldü. Murad Han ‘Her ne istese elinden gelir’ diye Ahmed Çelebi'den pek korktuğundan sürmüştür.”

Becerikli, hünerli, elinden her iş gelen kişi anlamına gelen “Hezarfen” lakaplı Ahmed Çelebi’nin hikâyesini bir Galata Kulesi efsanesi olarak kabul edip, kulenin tarihindeki yolculuğumuza devam edelim…

Galata Kulesi, tarihi boyunca yangın, deprem ve fırtına gibi felaketlerle karşılaşır. Bazen büyük, bazen de küçük zararlarla atlatır bu olayları. Kulenin tepesi zaman içinde yapılan onarımlarla değişir. Bu, Galata Kulesi’nin yapılmış resimlerdeki değişik formlarını da açıklamaktadır.

Kule, II. Bayazıd döneminde, 1509 yılında meydana gelen ve kırk beş gün boyunca şehri sallayan, yerle bir eden “Küçük Kıyamet” olarak adlandırılan depremde büyük zarar görür. Galata surlarının da yıkıldığı depremin ardından Mimar Murad bin Hayrettin tarafından başlatılan kule onarımı 1510 yılında biter.

Galata Kulesi’nin geçirdiği büyük yangınlardan biri de III. Selim döneminde, 25 Temmuz 1794’de meydana gelen yangındır. Kulenin kurşun kaplı çatısı, merdivenler ve üst kat odaları yanmış ve onarımda kulenin külahı değişmiştir. Zarar gören kısım yıkılmış, taş konsollarla desteklenen cihannüma katı eklenmiştir. Dört cumbanın olduğu cihannüma katını çatı külahı izler. Bu tarihte kuleye yangını haber vermek için kullanılan davul yerine büyük bir kös yerleştirilir.

1831 yangınına dek kule, camlı cihannümasını, saçaklı sivri kulesini korur. II. Mahmud döneminde, 2-3 Ağustos 1831 Galata Yangını’nda büyük zarar görür. Yangın öyle büyüktür ki, Galata’dan başlayarak Beyoğlu ve nihayet Kurtuluş’a kadar uzanarak yakıp yıkar. Yangının ardından onarılan kule, cihannüma yerine kemerli 14 pencereden oluşan dizin üstüne kuleyi çepeçevre dolaşan demir parmaklı bir balkon ve sivri, kurşun kaplı bir külaha sahip olur.

Solda, 1830’larda Galata Kulesi ve sur dışında Müslüman Mezarlığı…
Sağda: 1850’lerde Galata Kulesi’nin 7. Katında merdiven ve kahve ocağı…

1864’te başlayan imar çalışmaları sırasında Galata Kulesi’nin çevresi yeniden düzenlenirken, Cenevizlilerden kalma savunma amaçlı sur parçaları yıkılır, hendekler doldurulur. Kulenin dibinde yer alan Müslüman mezarlığı, zaman içinde yıkılarak yerine yüksek katlı apartmanlar yapılır. 1831 yangınından sonra yapılan çatı, 1875 yılında bir fırtınada uçacaktır… Bu kez yeniden çatı ve külah yapmak yerine kulenin tepesine iki kat eklenmiş, kulenin bu şekli 1967’de yapılacak olan restorasyona kadar aynı kalmıştır. Galata Kulesi 1874’den itibaren yangın gözetleme merkezi olarak kullanılmış ve yine o tarihlerden itibaren de İstanbul manzarası ile ünlenen kule, turistlerin ziyaretine açılmıştır.

1908 yılında hazırlanan ancak kabul görmeyen bir Galata Kulesi projesi, kule tarihi içinde önem taşır. 1964-1967 arasında yapılan kapsamlı restorasyonun öncülü olan projenin sahibi mimar ve mühendis olan Aram Tahtacıyan’dır. Kasımpaşa’daki Deniz Hastanesi ve İstiklal Caddesi’ndeki Hıdivyal Palas binaları ile tanınmış olan Tahtacıyan’ın Bahriye Nezareti’ne sunduğu projeye göre Tahtacıyan bütün inşa masraflarını üstlenecek, bununla birlikte kulenin otuz yıl içindeki gelirlerinin yüzde yirmisi devlete bırakılmak üzere işletme hakkını elinde tutacaktı.

Projeye göre, kulenin tepesinde bulunan ahşap katlar yıkılacak, yerine bir kısmı silindir bir kısmı da küre şeklinde 40 metre yüksekliğinde bir bölüm eklenecekti. 1 Ekim 1965’de Cumhuriyet gazetesinde Feridun Fazıl Tülbentçi imzası ile yayınlanan “Yarım Asır Önceki Proje” başlıklı yazıdan, projenin ayrıntılarını okuyalım:

“Kule’nin tepesinde ufak bir rasathane kurulacaktı. Şehirdeki yangınları haber vermek için başta tersane olmak üzere ilgili dairelere telefon ve telgraf hatları ile bağlanacaktı. Ayrıca telsiz telgraf istasyonu yapılması da göz önünde tutulmuştu. Telsiz telgraf anteni, bugünkü onarımdaki televizyon anteni yerini almakta idi. Üst katlarda kulenin etrafını çeviren büyük terastaki birçok noktalara kuvvetli projektörler konularak gece şehrin dört bir tarafı aydınlatılacaktı. Gündüzleri ise büyük dürbünlerle Marmara, Haliç, Boğaziçi gibi İstanbul ve civarına kuşbakışı bakmak, tabiî güzelliklerle ve eşsiz âbidelerle dolu olan şehri seyretmek mümkün olacaktı. Kule’nin ilâve kısmında mükemmel bir tiyatro salonu, büyük bir lokanta ve çeşitli salonlarla eğlence yerleri bulunacaktı. Kulenin üst kısımlarına iki büyük asansörle çıkılacaktı. Bu proje tahakkuk etmemiş, aradan yarım asırdan fazla bir zaman geçtikten sonra daha mükemmel bir plân hazırlanarak işe başlanmıştır.”

Galata Kulesi, Bizans’tan başlayarak tarih içinde çok sayıda kitaba konu olur. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde gazete ve dergilerde çok sayıda makaleye de konu olan, 1930 yılında kaleme alınmış Galata Kulesi’ni anlatan bir yazıyı birkaç satırla aktaralım. 24 Mart 1930 tarihli Akşam gazetesinde Hikmet Feridun Es, “25 seneden beri İstanbul’a tepeden bakanlar…” başlıklı yazısında yangın gözcülerini anlatır:

“İki kalın taş duvarın arasında uzanıp giden taş merdivenleri saydım… Tam 301 basamak!.. Her basamağı çıktıkça kulenin dar mazgal pencerelerinden içeri giren rüzgâr alacaklı nefesi gibi şiddetleniyor…

Taş merdivenler bitince, tahta merdivenler başladı ve kulenin kapısından içeri girdiğimiz zamandan beri tam dört dakika sonra kendimizi soluk soluğa tepede bulduk.

- Allo… Allo… İtfaiye mi? Tam Şehremini’nde… Uzunyusuf mahallesinin bir az şarkında… Hafif bir duman… Evet… Ahşap evler!..

Bu heyecanlı telefon muhaveresi bittikten sonra bekçi efendi bize şatafatsız, muhtasar bir ‘merhaba!’ çaktı ve hemen köşedeki açık pencerenin yanına koştu, gözünü uzun dürbüne yapıştırdı. Pencereden dikkatle baktım. Şehrin bir ucunda esmer tahta mahallelerden birinden havaya ince kahverengi bir duman yükseliyordu.

Bekçi efendi bir gözü dürbünde, elinde bir kalem, önünde kalem mütemadiyen tarassudatını kaydetmekle meşgul. (…)

Orada derme çatma bir oda, odanın içinde de bir demir karyola vardı. Karyolalardan birinde bir hareket oldu, açılan battaniyenin altından uzun boylu bir adam çıktı, ceketini giydi… Arkadaşının yanına geldi!

- Ver dürbünü… Nöbet geldi…

Öbür bekçi gözünü dürbünden ayırdıktan sonra:

- Safa geldiniz… diye bize döndü.”

Yazar M. Turhan Tan’ın 5 Ağustos 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinin “İstanbul’un Taşları” köşesinde yayınlanan Galata Kulesi’ni anlattığı yazıdan birkaç satırı noktasına, virgülüne dokunmadan aktararak devam edelim:

“Kulenin alt tarafı, yapıldığı günden beri değişmemiştir, fakat üst tarafı birçok değişiklikler geçirmiştir. Kule Cinevizlerce tarassud noktası olarak kullanılıyordu, tepesi deniz seviyesinden 130 metro yüksek bulunduğu için böyle bir işe çok elverişli idi. Fakat kendi irtifaı ancak elli metrodur, gayet kalın olarak yapılmıştır. Duvarın içinde 146 taş basamaklı bir merdiven vardır. Bununla beş ahşab sahanlığa çıkılır. Beşinci sahanlıktan sonra ahşab bir merdiven başlar ve büyük bir odaya kadar yükselir. Bu odanın dış dehlizle bağlılığı mevcud olup kulenin Boğaza ve İstanbul’a karşı olan hâkim vaziyeti de orada tecelli eder.”


Kulenin 1875'ten sonraki görüntüleri... Ortada, 1900'lerin başına ait bir kartpostal.

Uzun yıllar İstanbul’u yüksek bir kuleden seyretmek, fotoğraflamak isteyen yerli, yabancı meraklıların uğrak yeri olur Galata Kulesi. 1959-1960 kışında kirişleri çürümüş olan üst katlardaki odaların çökmesi üzerine 1964 yılında İstanbul Belediyesi tarafından onarıma alınır. Bu kapsamlı restorasyon yaklaşık üç yıl sürer. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi, “Galata Kulesi” maddesinden kulenin açılışı ile devam edelim:

“1964'te İstanbul Belediyesi’nin Galata Kulesi’ni büyük ölçüde restore ettirmeye teşebbüs etmesi sonucunda kulenin, 1833-1875 yılları arasındaki şekline dönülmesi kararlaştırılmış, fakat bu iş zamanımızın malzemesinden faydalanmak suretiyle yapılmıştır. İkinci Sultan Mahmut devri biçimine dönülmüş olmakla beraber, külâhı daha az sivri olarak yapılmıştır. 1964’ten 1967’ye kadar süren tâmir işleri Yüksek Mimar Köksal Anadol tarafından idâre edilmiş ve Galata Kulesi 28 Eylül 1967 günü yapılan bir törenle İstanbul Belediye Başkanı Hâşim İşcan tarafından açılmıştır.”

Restorasyondan sonra, 28 Eylül 1967’de yapılan açılış:
Haşim İşcan Galata Kulesi’nin pastadan hazırlanmış olan bir maketini keserken…

Restorasyon, 3 milyon 200 bin liraya mal olur. Kulenin giriş ücreti 5 lira olarak belirlenir. İstanbul Belediyesi’nin gerçekleştirdiği bu büyük onarımdan sonra kule, turistik amaçla kullanılmaya başlar. Kulenin tepesine 6 katlı asansör ile çıkılır. İçinde kafe ve restoranı bulunan Galata Kulesi’ni çepeçevre saran balkonundan İstanbul ayaklar altındadır. Kulenin teknik özelliklerine gelince… Kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşından, duvar kalınlığı 3.75 metre ve dış çapı da 16.45 metre olan kulenin yüksekliği 66,90 metredir. Yaklaşık ağırlığı 10.000 ton olan kulenin bulunduğu küçük meydan tarih içinde defalarca değişmiştir.

1970’lerin ortalarında gazetelerde “Gece Kulübü” köşelerinde “Galata Kulesi” ilanları görülür. 1972’de açılan Ceneviz Meyhanesi’ni ünlü heykeltıraş Kuzgun Acar işletmeye başlar. “Kuzgun’un Yeri”, dergilere ilanlar verir: “Sinematek’ten, sinemadan, tiyatrodan çıkınca iki kadeh içip dostlarınızla zevk ile konuşabileceğiniz tek yer”. Acar’ın kulede düzenlediği Galata Sanat Galerisi, dönemin birçok sanatçısını konuk eder. 1978’de yayınlanan bir ilana göre o ara Mehlika Kenter, Serpil Örümcer, Kafkas Balesi ile Ceneviz Meyhanesi’nde Kule Saz Grubu sahne alır…


1972’de Kuzgun Acar’ın işlettiği “Kuzgun’un Yeri”ne ait bir ilan…

Günümüze dek turistik bir işletme olarak hizmet veren Galata Kulesi’nin tepesi bir ara yanıp sönen renkli LED ışıklarla donatılır. Gelelim bugüne… İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kuleyi müze yapma hazırlığında iken, Kültür Bakanlığı tarafından Galataport’un “Beyoğlu Kültür Yolu” kapsamına alınarak, restorasyona alınır. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Umudumuz Galata Kulesi’nin restorasyonu, darbeli matkapların verdiği zararla atlatması…

M. Turhan Tan’ın Cumhuriyet'teki yazısından ödünç aldığımız birkaç satır ile yazıyı noktalayalım:

“Yerli ve yabancı birçok göz, bu kulenin 130 metro irtifaa yaslanan tepesinden güzel İstanbul’u, şuh Boğazı temaşa edip durmaktadır. Fakat kaç kişi o irtifaın önünde serilen muhteşem manzaradan dikkatini çekip de kulenin sessiz bir belâgatle takrir ettiği heyecanlı tarihe kulağını verir? Bizce zevk, bu kuleden on beş asrı ve o asırları dolduran inkılâbları seyretmektedir!..”



GİRİŞ RESMİ:


Abidin Dino'nun Galata ve Galata Kulesi için yaptığı desenler. İlhan Berk'in Galata'sından.