Futbolun psikanalizi mi poetikası mı?

“Futbolun sahici bir sınıf, eşitsizlik ve toplumsal cinsiyet eleştirisini takip eden bir de fenomenolojisi olamaz mı? Çelişkiye mi düşmüş oluruz futboldaki 'güzelliği' arasak? Mahallenin geniş sokaklarında –varsa, kaldıysa– yeşil alanlarında kale direklerini temsil eden taşların nereye konacağını belirlemeye çalışan çocuklar vardır, oyuna bencilce hareketlerle başlayıp çok iyi bir 'takım' oyuncusu olan çocuklar, sorumluluk almayı öğrenen çocuklar. Kazanmaya oynasa da oyunun tadını çıkarmayı bilen, futbolda iletişimi ve müştereklik hissini öğrenen, aynı amaca koşmanın canlılığını tadan, nefes nefese çocuklar.”

20 Haziran 2020 21:35

Tanıl Bora futbolu çeşitli veçhelerden düşündüğü yazısında belki önceden bildiğimiz ama okuyucunun bir entelektüelden çoğunlukla beklemediği noktalara değindi, Oğuz Tecimen de kendi yazısında Tanıl Bora’nın başlangıç noktasını, deyiş yerindeyse, aşırılaştırdı, uçlara taşıdı.

“Psikanalist kendini her şeyi bilen ermişten çok, yazarın seslendiği anonim okur tarafına yerleştirir. Temel yöntem budur,” diyor André Green Yazı ve Ölüm’deki ilk söyleşisinde; mevzubahis, edebiyat eleştirisindeki psikanaliz.[1] Fakat bu cümleler mevcut durumu betimlemiyor, daha ziyade bir temenni barındırıyor: Psikanalist kendini ermiş sanmasa da sıradan bir okur konumuna yerleşse (keşke). Ekran karşısındaki “psikanalist”, futbolun psikanalizini yaparken neleri göz ardı ediyor olabilir peki? Temenniye uyuyor mu?

Jean Starobinski şöyle diyordu:

“(...) psikanaliz, kendisine alanının (histeri, nevroz) ötesinde çıkış noktaları aramaya başladığı sırada, açıklamalar önermekle, yorumlar telkin etmekle yetinmez; kendi yapıtı için de malzeme edinir; zenginleşir, en azından yabancı nesneyi aydınlattığı kadar kendisi de öğrenir…”[2]

Hem açıklayıp yorumlamaya hem de kendi yapıtımıza malzeme sağlamaya çalıştığımızda işe yarar hale geliyor psikanalitik inceleme yöntemi. Starobinski’nin “öğrenir” diye vurgulamasının üzerinde durmak lazım. Nesnesinden öğrenmeyen psikanaliz, kavramların nesneye zorla giydirilmesinden başka nedir ki zaten?

Psikanalizi karmaşıklaş(tırıl)mamış bir sembolizme, futbolu sırf gole indirgemek, Nurdan Gürbilek’in Bachelard’dan mülhem ifadesiyle, “gülü gübreyle açıklama”ya[3] benzer herhalde. Elbette bir inceleme yöntemi olarak psikanalizden, psikanalitik eleştiriden bahsedebiliyoruz. Psikanaliz gibi oldukça karmaşık bir alanın kavramlarını gündelik hayatın keşmekeşine, olaylarına dolayımsız bir şekilde tatbik etmedeki indirgeme tehlikesi açık değil mi yeterince? Kimilerinin psikanalize mesafeli durmalarının sebebi de bu herhalde. Yine Gürbilek’e kulak verelim:

“Orhan Koçak’ın psikanaliz hakkında söylediği bir şey vardı. Bazı yazarlarda psikanalitik kavramların bir trenin vagonları gibi birbirini izlediğinden, düşünmek için değil, düşünme yükümlülüğünden kurtulmak için devreye sokulduğundan söz ediyordu.” Ardından ekliyor, tabii: “İlla psikanalitik kavramlar olması gerekmiyor; başka kavramlar da olabilir. Yazı yazarın elinde pekâlâ bir kavramlar resmigeçidine dönüşebilir.”[4]

İngiliz filozof Simon Critchley’nin leziz kitabı Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz’de[5] bahsettiği (futbolda) “örtük olanı açık seçik hale getirme”[6] çabası şunu yapmak değildir: Nesneyi, önceden tayin edilmiş bir yargıya bağlayıp o yargının kavramlarına sığdırarak nesneden bahset. Bergson kavramların dünyaya, nesnelere “bol gelen giysiler” olduğu söylerken ne kadar da haklıydı.[7] Belki de o giysiyi nesneye uygun kesip biçerek terzilik yapmak düşünürün işi olacak. Nesneyi düşünürken illa onu bir şeylere benzetmek, “fosilleşmiş metaforlar”[8] kullanmak zorunda olmadığını anlamak da.

Pornografiyi doyumun getirdiği “doyumsuzluk” olarak değerlendirebiliriz pekâlâ, belki bir kısır döngü. Tanıl Bora şöyle diyordu:

“Klişeye göre, gol 'futbolun meyvesi'dir biliyorsunuz. Zaten İngilizce orijinal anlamı (goal) 'amaç' demek. Ama futbolu gole indirgediğiniz, Hatice’ye değil neticeye baktığınız zaman, ufkunuz daralır, oyun size zevk vermez. Futbolun hususiyetlerinden birinin, 0-0’ın mümkün olduğu tek spor olması olduğunu unutmayın!”

Temsile dair bir düşünce taliminde ya da “kavramlar resmigeçidi”nde her şey oldukça basit: Görünür olanın temelde bir şeylerin temsili, hatta simgesi olduğunu söyle! Meşhur deyişi şöyle kurası geliyor insanın: Bana seni neye benzettiklerini söyle, sana kim olduklarını söyleyeyim. Gol kliplerindeki “gol” vurgusunu anlamak mümkün. O yüzden Bora’nın yazısı şunu diyor: Onca güzellik (mesela “gole gidiş yolu”, “oyun”, “asist”) varken, neden “gol”, kardeşim? İlla gol olacaksa da, hangi gol?

Oğuz Tecimen de buradan giriyor eleştirisine. Adeta “Çünkü” diyerek soruyor (abç): “(...) golün pornolaşmasını, eril söylemle ilişkisini uzun uzun açmışken bizzat futbolun yapısına içkin eril pornografik imgeleme ve eril iktidar savaşına acaba neden uzaktan işaret etmekle yetiniyor [Bora’nın yazısı]?” Fakat ardından Bora’nın “Velhâsıl, meyve iyi ama yaprak da, dal da, kök de iyi” (abç) cümlesini yorumlarken Bora gibi kendisi de metaforların tuzağına düşmeyi tercih ediyor.

İşaret ettiğimiz “metafor arızası”, temsil ve simgenin çıkardığı arızaya oldukça benzer, hatta burada (yer yer) onlara yol açar. Zaten Tecimen de bu metaforları simge olarak inceliyor:

“Metaforun gol-meyve/sperm olarak zincirlendiği göz önüne alınırsa, 'meyve'yle beraber 'dal' ve 'kök'ün sembolizmi ister istemez erkek organlarını da anıştırıyor. Sonunda sökmek istediği eril metaforun dallarına ve köklerine dolanıyor.”

Artık Bora’nın metaforları birer simge haline geldi, hepsi de aynı şeyin (fallus?) sembolü.

Tecimen’in Bora’yı yakaladığı anlardan biri daha mı:

“Aslında çok da yabancısı olmadığımız, feminist terbiyeden geçmiş, kadın ve LGBTİ+ duyarlılıklarına ihtimam gösteren erkek entelektüellerin sonuç odaklı değil süreç odaklı cinselliğe dair dirayet ve basiretini edeple sergilemesini aratmıyor erotizm vurgusu.”

Bora’nın futboldaki virilité eleştirisini kenara bırakıp klişe halini almış bir yöne doğru gitmesini eleştiriyor Tecimen haklı olarak. Zira Tecimen’e göre her gol nihayetinde “gol”. Her ne kadar futbol “0-0’ın mümkün olduğu tek spor” olsa da Tecimen’e göre “skor güdümünü refetmek” lazım. Peki sonra?

Paul Ricoeur Yoruma Dair’de (abç) “Simgenin anlambilimsel ölçütlerini çiftanlamlılığın yönelimsel (kasıtlı) yapısında aramak ve bu yapıyı ayrıcalıklı yorum konusu olarak almak meşru mudur?” diye soruyordu.[9] Yani, simgenin karmaşıklığını yorum konusu yapsak, ne elde ederiz? Şöyle bir yöntemsel cevap da veriyordu aslında (abç):

“Bana öyle geliyor ki dilin birliği sorununu geçerli bir biçimde ele alabilmek için, önce, ortak özelliği düzanlamının içinde ve o anlam yoluyla bir dolaylı anlama da işaret etmek ve böylece bir tür şifre çözümü, kısacası 'yorum' gerektirmek olan bir grup anlatıma tutarlı bir biçim vermek gerekir. Söylenenden başka bir şey kastetmek: Simgesel işlev işte budur.”

Bizim için şu anlama gelmez mi bu: Her metaforda simge görmeye son verip simgelerin yorumuna gidelim. Simgeden, sembolizmden bahsedeceksek yüzeysel metaforlarla sınırlı kalmayı reddedip “Her metaforu yüzeydeki varlığına yeniden kavuşturmak, ifade alışkanlığından ifade güncelliğine yükseltmek gerekir yeniden. Kendimizi ifade ederken 'kökleri kullanmak’ tehlikelidir.”[10]

Simon Critchley de kitabında fenomenolojiyi kullanalım futbolla ilgili konuşurken diyordu – simgelerin yorumunun dolayımına girmek istemeyenlere hitap ediyor gibi. “Deneyimimizde örtük olanı açık seçik hale getirme girişimi” olarak tanımlıyordu fenomenolojiyi de. Futbolda örtük olanı açık hale getirmek – yani “futbolun eleştirisi”yle “futbolun poetikası” arasındaki çelişkili durumu “müzakere etmek”.[11] Bu öneri de takip edilebilir pekâlâ.

Futbol sadece gol veya şiddet vasıtası, sahnesi değil. Futbolun sahici bir sınıf, eşitsizlik ve toplumsal cinsiyet eleştirisini takip eden bir de fenomenolojisi olamaz mı? Çelişkiye mi düşmüş oluruz futboldaki “güzelliği” arasak? Mahallenin geniş sokaklarında –varsa, kaldıysa– yeşil alanlarında kale direklerini temsil eden taşların nereye konacağını belirlemeye çalışan çocuklar vardır, oyuna bencilce hareketlerle başlayıp çok iyi bir “takım” oyuncusu olan çocuklar, sorumluluk almayı öğrenen çocuklar. Kazanmaya oynasa da oyunun tadını çıkarmayı bilen, futbolda iletişimi ve müştereklik hissini öğrenen, aynı amaca koşmanın canlılığını tadan, nefes nefese çocuklar. Nasıl basketbolda bir pota varsa futbolda da kale var, evet, ikisinde de top, oyuncular, bazen küfür kıyamet… Fakat izleyenlerin, taraftarların bir bildiği olmasa da görüp iştirak ettiği bir “güzellik” de var futbolda, Critchley’nin de üzerinde durduğu. Tecimen’in yazısının sonlarına doğru bahsettiği “ufkunda ışıltılı ve pahalı kupalar olmayan şöyle maçlarda kaydedilmiş doğaçlama dokunuşlar” da dahildir bu güzelliğe.

Futboldan kurtulduğumuzda tüm zincirlerimizden (şiddet, toplumsal cinsiyet, homofobi, ırkçılık vb.) azade olacağımızı sanmak mı, futbolun sembolizminden söz açarken simgelerin psikanalitiğini “simge işlevi”ni dahil ederek düşünmek mi, yoksa aşırılığı daha da öteye taşıyıp yorumbilgisi ve fenomenolojinin eşlik edeceği futbolun bir poetikasına girişmek mi?

 

DEĞİNİLEN KİTAPLAR

 

NOTLAR


[1] André Green, “Yazı ve Ruhsal Yaşam”, Yazı ve Ölüm. Bir Psikanalistin Edebiyat Yolculuğu: Proust, Shakespeare, Conrad, Borges… içinde, söyleşi: Dominique Eddé, çev. Nesrin Demiryontan, Metis, 2018, s. 16

[2] Jean Starobinski, “Psikanaliz ve Edebiyat Bilgisi”, Eleştirel İlişki içinde, çev. Gülnihâl Gülmez, Yapı Kredi, 2010, s. 218

[3] Nurdan Gürbilek, “Nurdan Gürbilek ile Söyleşi”, söyleşi: Eren Barış ve Alper Göbel, Şerhh, no: 3-4, 2016, s. 71

[4] A.g.y., s. 71

[5] Simon Critchley, Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz?, çev. Oğuz Tecimen, Metis, 2018

[6] Kitap yanımızda olmadığından, hakkında kaleme aldığımız tanıtım yazısından alıyoruz bu ifadeyi: “Filozofun Futbolu”, Kitap Eki, 9 Mayıs 2018.

[7] Hakan Yücefer, “Deleuze’ün Bergsonculuğuna Giriş”, Gilles Deleuze, Bergsonculuk içinde, Otonom, 2006, s. 11. Bu düşünceye de bir çeşit metafor hastalığı hâkimdir gene de. Benzetmemeyi ya fazla uzatmamak gerekir ya da tekrar en başa dönüp ikisini ayırmak.

[8] Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, çev. Alp Tümertekin, İthaki, 2014, s. 265

[9] Paul Ricoeur, Yoruma Dair – Freud ve Felsefe, çev. Necmiye Alpay, Metis, 2007, s. 22

[10] Bachelard, a.g.y., s. 266

[11] Critchley’nin kitabın en düşündürücü, en keyifli bölümlerinden biri erişime açık, bu alıntıları oradan yapıyorum.