Kürtçe yazamayan ve okuyamayan bir Kürt “ummi”si olarak Yaşar Kemal, Kürt edebiyatının en ince ayrıntılarına hâkimdir. Belki hemen her eserinde Kürtler vardır ama onlarla beraber binbir çiçekli bir bahçe de vardır
11 Mart 2015 13:00
Kendimi Bir Dünyanın Eşiğinde bulduğumdan beri, “edebiyat” kelimesi bana hep “daha doğu” ve “daha fazla hikmetin efsanevi ülkesi” olan Hindistan’ı çağrıştırmıştır. Sözün ana karası orasıdır çünkü. Kaf dağıyla, Vedalar, Upanişadlar, Sutralar, Tutînâme, Binbir Gece ve Kelile Dimne’siyle... Binbir çiçekli bahçelerinde söyleşen rengârenk papağanların -Mevlana Mesnevi’si ve Rabindranath Tagore’un da şehadet ettiği gibi- o büyülü dünyadan, dünyamıza taşıdığı ilk efsaneden beri her söze her söylenceye “Kulak verin!” diye başlanır. Efsaneler dili Kürtçede de dinleyenler azizdir ve onlar kutsanır: “guhdarên ezîz!” Söz ki önce o vardı; katl û fermanları durduran o söz... Feqiyê Teyran’ın “Guh bidne pîrê deftera” (destanların pîrine kulak verin!) buyruğuyla; “Guh bidin vî nutqî” ya da “Guh bidêrin...” (dinleyin, kulak verin bu sözüme) diye feryat eden Melayê Cizîrî’nin “Guh de nayê ji lebê le‘lî bi qanûnê hikayet” (Dinle neyden ve gör kızıl dudakların kanunla neler anlattığına!) mısrasıyla Mevlana’nın “bişno” (dinle) emriyle Homeros’un “dinleyin!” fermanının aynı sese dönüşmesinin hikmeti bundandır!
Yaşar Kemal’in eserlerinin önemli bir teması göç’tür ve göçe mecbur kılınan sadece insanlar değildir, sesler de muhacirdir. Onun metinlerinde efsaneler, destanlar, ağıtlar, kilamlar ve türküler binbir çeşit anlatıya dönüşür. Walter Benjamin’in dediği gibi yolculuğa çıkanın anlatacakları vardır. Sanırım Yaşar Kemal’in anlattıkları, bir göçten, bir sürgünden geriye kalan sesler ve sözlerden ibaret!
Yaşar Kemal göç ettiğinde küçük bir nehirken büyük bir deryaya ulaştığının ve böylece bir okyanusa dönüştüğünün bilincinde olan bir destancıdır. Bundan dolayı romanlarında sadece Kürtler, Ermeniler ve Türkler yoktur. Onun dünyasında Çukurova bir insanlık havzasıdır. Belki hemen her eserinde Kürtler vardır ama onlarla beraber binbir çiçekli bir bahçe vardır. Müslüm Yücel’in tespitiyle “Yaşar Kemal, Evdale ile Homeros’u biraraya getirir, bir harman yeri olur Çukurova, burada halklar şahin ve ceylanlarla bir su gibi akar.”
Kürtler arasında genellikle, acılarla dolu bir yaşamın yükünü sırtlamış ve erken büyümüş olanlar dengbêjleri dinler. Yani kilamlar, sitranlar büyüklerin, bir gecede büyümek zorunda kalan çocuk insanların kârıdır. Yaşar Kemal’in dengbêjlik merakı biraz da bu mecburiyettendir.
İnsan Yaşar Kemal’i okurken, eserlerinin diline ve olay kurgusuna kaptırınca, bir dengbêjin sesinin refakatinde bulur kendini. Cemal Süreya’nın babasız kalışı körlüğe kapı aralar; ama Büyük Usta’nın babası daha kendisi dört yaşında iken öldürüldüğünde, o, “bekleye bekleye Godot’yu geçtim” dese de Godiva’yı bekleyenler gibi kör kesilmemiştir. Bir dengbêj gibi içine bağırmaya başlamıştır ağıtları ve kilamları: Bir dengbêj gibi kekeme olarak... Kawîs Axa gibi. Bir “ağa” olarak Kürt Kemal’in romanlarındaki Kürtlerden biri olabilecek bir dengbêj olan Kawîs Axa kekemedir. Ama kilamlarını icra ederken debisi yüksek bir nehir gibi çağlar ve bir ozandan çok Yaşar Kemal gibi bir roman yazarı gibi anlatır “Genc Xelîl”i, “Şêx Mehmûd”u, “Xêlito”yu ve diğer Kürt kahramanlarını... Yaşar Kemal, Kawîs Axa’yı tanıyarak mı göç etti bilinmez, ama ona ne kadar benzediğini şöyle anlatır, -babasının vurulmasından bahsederken:
Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim kanıyor, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Hiç kekelemiyordum.
Kawîs Axa’nın sesi ve ağıtları ile Yaşar Kemal’in eserleri birbirlerine iki dengbêjin kekemeliklerinden daha yakındır. “Dengbêj”in Türkçedeki ilk tanımını yapan Yaşar Kemal, “profesyonel olarak destan söyleyen adam” tanımıyla adeta Kawîs Axa’yı anlatır uzun uzadıya. Yaşar Kemal “Evdalê Zeynikê’nin diz çöküp destanlar söylediği evdendir” ve onun en çok Evdalê Zeynîkê’nin tesiri altında kaldığı belirtilir; ama Kawîs Axa’nın sesi onun romanlarının gölgesi gibidir, kulak vermek isteyen için...
Kürtler arasında genellikle, acılarla dolu bir yaşamın yükünü sırtlamış ve erken büyümüş olanlar dengbêjleri dinler. Yani kilamlar, sitranlar büyüklerin, bir gecede büyümek zorunda kalan çocuk insanların kârıdır. Yaşar Kemal’in dengbêjlik merakı biraz da bu mecburiyettendir. Babası vurulduğunda dört yaşındaki küçük çocuk Kemal Sadık, tıpkı dengbêjlerin aşk hikâyelerindeki gibi, bir gecede büyür. Çünkü: “Bizim köyde çocuklar da insandı.”
Yaşar Kemal’in romanlarında en sık kullandığı motiflerden biri olan “at” üzerine çok şey söylenebilir. Büyük Usta’nın eserlerinde “namus”, “kutsal emanet” ve “baba yadigarı/ miras” olarak okunabilecek at, belleğime dengbêjlik ve Kürdistan’ın efsaneleri bağlamında hep “ses” olarak yankılanmış, adeta öyle kodlanmıştır. Ama Yaşar Kemal’in genetik kodlarında “at”, 1915’te Van’dan Çukurova’ya doğru süren bir buçuk yıllık bir göçü de imler. Alain Bosquet’ye anlattığı gibi, aile hikâyelerinde hep atlardan, soylu atlardan söz edilir. Sorar annesine, “siz köyden çıktığınızda hastalanan büyük anam neden o soylu atların sırtında değil de babamın sırtında geldi tâ buralara?” Annesi cevap vermeyince, o annesinin de aklına yatan asıl sebebi bulur: “Atları varmış ya o atlara yataklarını öteki eşyalarını, yiyeceklerini yüklüyorlarmış. Anaları da atın birine binebilirmiş ya babam hasta anası incinmesin diye bir buçuk yıl, Vandan Çukurovaya kadar onu sırtında taşımış.”
Ağrı Dağı Efsanesi’nde Ahmet’in üç kez kovduğu ama yine de onun eşiğinden ayrılmayan kırat gibi, Kürt efsaneleri ve dengbêjlerinin sesi, Yaşar Kemal’in hafızasında yuları sıkı sıkıya bağlanmış, Memê Alan’ın Bozê Rewan’ı gibi asil bir at’tır. Bu ses Yaşar Kemal’e kimi zaman Evdalê Zeynikê’den ve Feqiyê Teyran’dan kimi zaman da başka bir pîr’den kalmış baba yadigarıdır. Bununla beraber, Yaşar Kemal, Kürtçe yazmamış olsa ve kendi ifadesiyle “Hiçbir zaman bir Kürt destanını halka anlatacak kadar Kürtçem olmadı” dese de onun Kürt edebiyatına en büyük katkısı, Kürtlerin efsanevî seslerini, evrensel- edebi bir üslupla dünyaya duyurmuş olmasıdır. Bu bağlamda Yaşar Kemal’in Kürt efsanelerini ve hikâyelerini evrensele ulaştırması, Kürtçe yazan-söyleyen herhangi bir yazara, şaire ve dengbêje nasip olmuş mudur bilinmez! Ama şu rahatlıkla söylenebilir ki Yaşar Kemal, Nizamî’nin çağdaş yansımasıdır. Kürt olan ama Kürtçe yazmayan Nizamî nasıl ki Hüsrev u Şirin’de Kürt karakteri Ferhad’ı, Bistun dağını ve Kirmanşah’ı Kürt motifleriyle ölümsüzleştirmişse -Hesen Zîrek’in Kirmanşah Şarî Şirînim stranında geçtiği gibi, Yaşar Kemal de önünde “Kürt” sıfatı olan onlarca roman karakteriyle, Siyabend ve Xecê’siyle, Sipanê Xelatê, Ağrı Dağı ve Van Gölü’yle yani tekmil bir efsane coğrafyası olarak Kurdistan ve insanlarını ölümsüz bir senfoniye dönüştürmüştür.
Kürtçenin “resmî olarak bilinmez bir dil” olarak ilan edildiği coğrafyada eser veren Yaşar Kemal, Kürtçe yazamadığı hâlde Cembelîyê kurê Mîrê Hekarîyan ile Binefşa Narîn’in bilûr (kaval) seslerine karışan aşkının acıklı hâlini ve diğer efsanevi Kürt aşk hikâyelerini, “Allah hiçbir kavmi dengbêjsiz bırakmasın” diyen dengbêj Uso’nun sesiyle aktarmıştır.
Yaşar Kemal’in Kürtçe ile ilişkisi yaralı ama sağaltan bir ilişkidir. O bu dile ait destanlarla örmüştür destan ağını; fakat bu dil ile söyleyememiştir. Usta’nın bu yaralı hâli Karınca’nın Su İçtiği’nde bir nevi dengbêj Uso’nun karakterinde yansımasını bulmuştur. Çünkü Müslüm Yücel’in de aktardığı gibi, Yaşar Kemal’in yetmiş iki millete söylediği destanları anlamak için Kürtçe bilmeye gerek yoktur:
Dengbej Uso’nun dilini kimse anlamaz. Baytar Ermenice, Rumca, Arapça konuşur, ama nafile. Uso, dengbejliği uzun uzun tanımlar ve kendi söyledikleriyle de bunun örneklerini verir. İşin ne diye sorulduğunda, Dengbejim cevabını verir. Kimse dengbejin ne olduğunu bilmez. Uso, destan söylerim, deyince çevredekiler yine hayretler içinde kalır. Ama kimse Kürtçe bilmez. Uso’nun burada verdiği cevap güzeldir. Şöyle der: Sıkışırsam yetmiş iki milletten söylerim... Ben söylersem anlarsın. Kürtçe bilmeye gerek yoktur.
Kürtçeyi bilen bilirdi. Ama on yıllarca Kürtçenin “resmî olarak bilinmez bir dil” olarak ilan edildiği coğrafyada eser veren Yaşar Kemal, Kürtçe yazamadığı hâlde Cembelîyê kurê Mîrê Hekarîyan ile Binefşa Narîn’in bilûr (kaval) seslerine karışan aşkının acıklı hâlini ve diğer efsanevi Kürt aşk hikâyelerini, “Allah hiçbir kavmi dengbêjsiz bırakmasın” diyen dengbêj Uso’nun sesiyle aktarmıştır. Evet Kürtçe yazamayan ve okuyamayan bir Kürt “ummi”si olarak Yaşar Kemal, Kürt edebiyatının en ince ayrıntılarına hâkimdir. Romancı merakı ve detaycılığıyla Kürtlere ait duyduğu- bildiği ne varsa hepsini ince bir işçilikle işleyen Usta için “dinlemek”, “duymak” ve “işitmek” yeterlidir: “Guh bidêrin vê qissetê...” Çünkü onun için kulak-vermek- vardı ve Kürtçe onun için “guhar” (küpe) idi. Bunun en iyi örneği, Feqiyê Teyran’ı anlatırken kurguladığı dünyanın gerçek ile uyumlu olmasında görülür. Yaşar Kemal bu anlamda Ehmedê Xanî’nin de rüyasını ışıtmıştır. Xanî, Mem û Zîn’i yazmakla Feqiyê Teyran’ı ebede kadar hayran bırakıp onu Melayê Cizîrî ve Eliyê Herîrî’yle beraber tekrar diriltmeyi tasarlayıp bunun hayalini yaşarken, Yaşar Kemal romanında öldüğü sanılan Feqiyê Teyran’ı tekrar dirilterek Xanî’den el alır. -Ki onun romanlarında Ehmedê Xanî Sultanların Sultanı’dır.- Feqiyê Teyran ise kuşların efendisidir ve Yaşar Kemal “gözleri kör eden bir ışık”tan gelen bir kuş olarak okuyabileceğimiz sîmurg’u Feqiyê Teyran’ın üzerinde gezdirir ve onun ruhunu Kaf’a götürür. Feqîyê Teyran öldükten sonra, Yaşar Kemal hüdhüd edasıyla bütün kuşları onun cenazesinde toplar ve böylece bu kuşlar meclisi ile Feqiyê Teyran’ı efsanevî Anka’ya dönüştürür.
Köklerine geri dönmek ve o kökleri kuvvetlendirmek için yazan, atları, arıları, kırlangıçları, çiçekleri, böcekleri yani bir bütün olarak doğayı seven ve “Bir sabah kalktım ki, kekliğin başı ipe dolanmış ve ölmüş. Bendeki üzüntüyü kimse tahmin bile edemez” diyen Yaşar Kemal, adeta kendi cenazesinde de bir ışığa dönüşüp bütün kuşları etrafında toplayıp öylece gitti Kaf’a... Çünkü romanında kuşlar Feqiyê Teyran’a “nereden?” diye sorduklarında o “Cennetten geliyorum” demişti. Yani Van Gölü’nün kıyılarından... ve o kıyıların âb-ı hayatından koca bir dünyaya içirerek asl’ına döndü Yaşar Kemal.. Yani o iyi kuşlar o iyi insanı aldılar ve kanat çırparak çekip gittiler...