"Okuma-yazma bilmek bir şey, okur-yazar olmak ise başka bir şeydir. Cumhuriyet vatandaşlarına okuma-yazma öğretmiş, fakat onları okur-yazar kılamamıştır, çünkü alfabenin böyle bir misyonu yoktur. Sorun alfabe değişiminden daha köklü ve daha yapısaldır."
01 Temmuz 2021 16:30
“Arap Alfabesi” ile “Türk Alfabesi” üzerine 19. yüzyıldan bu yana süregelen tartışmalar, 1 Kasım 1928’de kabul edilen “Harf Devrimi” ile yeniden gündeme gelir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de zaman zaman alevlenen bu tartışmalar “Arap Harfleri” ile “Latin Harfleri” arasında geçen tartışmalara dönüşür.
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde yapılan yazılı tartışmalara baktığımız zaman, önerilerin daha çok Arap harflerinin Türk diline uygun olmadığı, öğrenmenin ve kullanılmasının zorluğu üzerinde toplandığı görülür. Var olan yazının değiştirilmesinden çok, düzeltilmesi için çeşitli projeler gündeme getirilir. Bazıları uygulamaya çalışılsa da, alfabe meselesine köklü bir çözüm bulunamaz. Aslında bütün bu tartışmalar sürerken bir yandan da Osmanlı İmparatorluğu bir şekilde Latin harfleri ile tanışmıştır: Batı dünyası ile kurduğu ilişkilerde kullanılan dil Latin harfleri ile yazılmaktadır. Ancak yeni bir alfabe yapılması meselesi Cumhuriyet dönemine kalmıştır.
Gelelim Harf Devrimine… Cumhuriyet ile birlikte ulus-devletin kuruluşu ve “milli kimlik” oluşturmanın ilk adımları olarak atılan reformlar/devrimler içinde Harf Devrimi sadece sosyal, kültürel değil, aynı zamanda politik boyutları ile değerlendirilmelidir. Bütün bir ülkenin eğitim ve basın-yayın hayatını ve elbette geleceğini yakından ilgilendiren Harf Devrimi’ni diğer devrimlerden ayrı olarak değerlendirmenin, zamanı ve koşulları göz ardı etmenin ve nihayetinde Harf Devrimini Dil Devriminden ayırarak değerlendirmenin yanlış sonuçlara yol açacağı ortada. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi üç büyük savaştan çıkan ülkenin kendine yeni bir yol arayışı içinde gerçekleşen devrimlerin bu yolun –yol kazalarına rağmen– alınmasındaki payı, Cumhuriyet’in yaşamasındaki önemi yadsınamaz.
Türk Dili üzerine çok sayıda kitabı bulunan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Tarihî Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi isimli kitabında “imla ve alfabe” meselesinin Cumhuriyet öncesinden, Harf Devrimi’nden öncesinde başlayan bir mesele olduğunu şöyle anlatıyor:
“İslâm kültürüne bağlanmış ve Arap yazısını kabul etmiş olan Türkler, zamanla bu yazıyı sanat yönünden geliştirerek en mükemmel yazı türü örneklerini vermişlerdir. (…)
Ancak Arap ve Türk dillerinin başka başka dil gruplarından olması ve Türkçe ile Arapça arasında ses yapısı ve gramer sistemleri bakımından herhangi bir yakınlık bulunmaması, Arap dilinin isterlerine göre yaratılmış olan bu yazıyı, Türk dilinin yapısına hiçbir şekilde uyduramıyordu. Bu yüzden, Osmanlı İmparatorluğu’nda Batılılaşma hareketinin başladığı Tanzimat’tan beri bir de ‘imla ve alfabe’ sorunu ortaya çıkmıştı.”
Gerçekten de yazı yazmak için kullanılan Arap harflerini, imlasını öğrenmek ve kullanmak zordur. Ülkenin okuma-yazma oranı başka ülkelere göre çok düşüktür ve bunda eski alfabenin rolü büyüktür. Tarih ve eğitim tarihi üzerine kitapları ile tanınan Necdet Sakaoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Eğitim Tarihi isimli kitabında Arapça harflerin zorluğundan şu satırlarla söz eder:
“Burada, Harf Devrimi’nden önce Arap elifbasının öğretilmesine ilişkin yerleşmiş kurallardan, ilkokula başlayan yavrucaklara ezberlettirilen bir örnek verelim:
‘… Hatt-ı hurf, hecâ ile tasvir-i lâfza derler. Hecâ, hurufu isimleriyle ra’dada derler. Cim isimdir, C müsemmasıdır… Arabî’de gâh olur ki bir harfi kitâbetten hazf edip telaffuz ederler. Gâh bir harfi ziyâde edip telâffuz etmezler!..’
Arap elifbası ile Türkçe değil, Arapça ve Farsça öğretiliyor, öğrenenler bu iki yabancı dilin kurallarını şöyle böyle biliyorlar, kendi dillerinin kurallarını ve imlâsını ise hiç bilmiyorlardı.”
1923’te İzmir’de toplanan Milli İktisat Kongresi’nde, kongrenin sonlanmasına iki gün kala işçi temsilcilerinden İzmirli Ali Nazmi ve iki arkadaşının verdiği “Latin Hurufatının Kabulü” hakkındaki teklif, kongre başkanı Kâzım Karabekir tarafından okunmadan reddedilir. Kâzım Karabekir 5 Mart 1923 tarihli Vakit gazetesine verdiği demecinde Latin harflerine kesinlikle karşı olduğunu açıklar. Bu demeç üzerine tartışma yine alevlenir. Karabekir’i destekleyenlerle Latin harflerini savunanlar arasındaki tartışma uzun süre gündemi meşgul eder.
Büyük Millet Meclisi kürsüsünde ise “Latin Harfleri” meselesi üzenine ilk konuşan İzmir Mebusu Şükrü Saraçoğlu olur. 25 Şubat 1924 günü, 1924 yılı bütçesi konuşulurken ilk söz alan Şükrü Saraçoğlu sözleri nedeniyle bazı milletvekillerinin hücumuna uğrar. O gün yaşananları Türk Edebiyatı tarihçisi Agâh Sırrı Levend’in Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri isimli kitabından aktaralım:
“Maarif bütçesine geçtiği sırada, bu kadar büyük fedakârlıklar yapıldığı halde halkın hâlâ okuyup yazma bilmediğini söyliyerek sözlerine şöyle devam etmiştir:
‘Benim kanaatimce bu büyük derdin en vahim noktası harflerdir. Eğer ben Arab harfi diyecek olursam burada da acaba benim fikrime tuğyan ve isyan edecek var mı? Efendiler! Bunun yegâne kabahati harflerdir, Arab hurufatı, Türk lisanını yazmağa müsaid değildir. Hacımızın, hocamızın, âmirimizin, memurumuzun gayretine, yıllardan, asırlardan beri yapılan bunca fedakârlıklara rağmen halkımızın ancak yüzde ikisi veya üçü okumuştur.’
Nihayet hatip, Vekâletin bu hususta ne düşündüğünü ve pek az bir zamanda ne yapabileceğini sorarak Maarif bütçesine ait sözlerini tamamlamıştır. Bu sözler Meclis’te büyük bir gürültüye sebep olmuş ve Saraçoğlu, Meclis’teki mütaassıpların hücumuna uğramıştır. Maarif Vekili Vasıf Çınar’ın işe karışmasiyle gürültü yatışmışsa da, Saraçoğlu’nun sorusu cevapsız kalmıştır.”
Atatürk alfabe ve dil meselesinin çözümü için şartların olgunlaştığını, uygun zamanın geldiğini düşündüğü 1928 yılının 10 Ağustos gecesi Gülhane Parkı’nda düzenlenen bir eğlencede konuşur: “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz.” Bu konuşmanın ardından, çok kısa sayılabilecek bir zaman diliminde, 1 Kasım 1928’de “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” Meclis’ten geçer. Çalışmalar hızla sürerken, basına 1 Aralık 1928’den, devlet dairelerine ise 1 Ocak 1929’dan sonra yeni harfleri kullanma zorunluluğu getirilir.
Atatürk’ün Gülhane konuşmasından sonra yeni Türk alfabesinin yaygınlaştırılması yolundaki çabalarını yakın tarih üzerine çok sayıda kitabı bulunan tarihçi Bilâl N. Şimşir’in Türk Yazı Devrimi isimli kitabından okuyalım:
“Atatürk önce İstanbul’u ve İstanbul’a yakın illeri harekete geçirir. Yeni yazı için mebusları, kalburüstü gazetecileri ve aydınları birkaç kez Dolmabahçe Sarayı’nda toplar ve ortamı oluşturup olgunlaştırır. İstanbul’dan sonra Anadolu’ya geçen Atatürk yeni yazı meşalesini ilden ile taşır: Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri yoluyla Ankara’ya döner. Her uğradığı yerde elinde tebeşir, karatahta önüne geçer, halka yeni Türk harflerini öğretir.”
1928 Haziranı’nda kurulan “Dil Encümeni”, Latin yazıyı temelli yirmiye yakın alfabeyi incelemekle işe başlar. 12 Temmuz’da encümen çalışmalarını tamamlar. Kesinleşen Türkçe Latin harflerine “Türk Alfabesi” ismi verilir. Necdet Sakaoğlu’nun Osmanlı’dan Günümüze Eğitim Tarihi isimli kitabından Harf Devrimi’nin öncesini ve sonrasını anlattığı satırları birlikte okumaya devam edelim:
“Latin harflerinin kabulü 1925-28 arasında tüm üç yıl boyunca tartışılmış, görüşler, karşıt görüşler siyasi kadroları, basını, aydınları sürekli meşgul etmişti. Haziran 1928’de Ankara’da, Maarif Vekâleti’nde toplanan Türk Dil Encümeni (Ahmet Cevat, İbrahim Necmi Dilmen, Ragıp Hulûsi, Falih Rıfkı Atay da bu komisyonda görev almışlardır) ‘bir ayda öğrenilebilecek’, biçimleri ve seslendirilmeleri kolay bir ‘gramer layihası’ (dilbilgisi önergesi) hazırladı. Bu rapordan başka, okullar için ayrı, halk için ayrı alfabeler de yapıldı.
Denilebilir ki, Harf Devrimi, her biri ayrı ya da ortak birçok haklı gerekçelere dayanan devrimler arasında en gerekli ve isabetli olanıydı. Gerçi Atatürk’ün ve çevresindekilerin inandıkları gibi, halkın ‘tamamı’ bu yeni harflerle okuma-yazmayı öğrenebilecek değildi ve ilk bir iki yıl içinde, umulan başarı bir yana, devrimden 50-60 yıl sonra bile ülke nüfusunun oldukça kabarık sayıda bir bölümü ümmîlik yazgısından kurtulamayacaklardı. Ama bu devrim, okur-yazarlığı bir ayrıcalık olmaktan çıkarıp köylü-kentli herkesin kolayca okuma-yazma öğrenip uyanmasına, kendi dilinin kurallarını kavramasına kapılar açtı. Birkaç yılda, yeni birkaç bin okulun sağlayabileceğinden daha yararlı sonuçlar getirdi.”
Yeni harflerin yaygınlaşmasında kuşkusuz en etkin araçlardan biri basındı. Gazeteler halkın her gün ve en çok okuduğu yayınlar olduğundan, yeni yazının yerleşmesinde büyük rol oynayacaktı. Yeni harflerin kabulünden sonra bazı gazeteler eski harflerle sürdürdükleri yayınlarında yeni harflere yer vermeye başlamışlardı. Önceleri başlıklar, sonraları bazı haberler ve giderek bazı sayfalar yeni harflerle yayınlanmıştı. Ancak eski harflerle yayının sürmesi yeni harflere alışmaya ve yeni harflerin yaygınlaşmasına engel olmaktaydı. Yasa ile 1 Aralık 1928’den başlayarak bütün Türkçe gazete ve dergilerin yeni harflerle basılması zorunluluğu getirildi.
1 Aralık 1928 tarihli Cumhuriyet gazetesi.
Ankara’nın büyük gazetesi Hâkimiyeti Milliye ilk kez 29 Ağustos 1928’de yeni harflerle yazılmış haberler yayımlamaya başlamıştı. Bilâl N. Şimşir’in Türk Yazı Devrimi isimli kitabından gazetelerin yeni harflere geçişini anlattığı şu satırları okuyalım:
“Hâkimiyeti Milliye, hükûmet sözcüsü durumundaydı. Hükûmetten destek görüyordu. Üstelik Ankara’nın tek önemli günlük gazetesiydi. Karşısında rakip yoktu. Bu bakımdan yasanın öngördüğü süreyi beklemeden yeni yazıya geçmişti. Buna karşılık İstanbul’da çıkan altı büyük günlük gazete arasında çetin bir rekabet vardı. İstanbul gazeteleri birbirlerini gözlüyorlardı. Bunlardan biri önceden yeni yazıya geçerse okuyucu yitirebilir, zarar edebilirdi. Bu nedenle İstanbul gazeteleri yeni yazıya geçişte daha ağır davranmışlardı. (…) Ama tümüyle İstanbul gazeteleri yeni yazıya geçmek için 1 Aralık gününü beklemişlerdir. O gün, Türk basınında Arap yazısının tarihe karıştığı gündü.”
1 Aralık 1928’de tümüyle yeni harflerle yayınlanan gazetelerin ve dergilerin satış rakamları hızla düştü. Gazete satışlarının birkaç gün içinde nasıl düştüğünü anlamak için bazı gazetelerin satış rakamlara göz atalım. Cumhuriyet 1 Aralık’ta 9.000 adetten 7 Aralık’ta 5.730 adede düşerken, Milliyet de 8.500 adetten 5.250 adede düşer. Satış rakamlarının düşeceği öngörülmüş, bu krizi atlatmaları için hükümet tarafından yardımlar yapılmıştı. Elbette yeterli değildi ama yola devam etmelerine yardımcı oldu. Basın yeni harflere geçişteki bu krizi kısa sürede atlatacak, hükümetin çabalarıyla bütün yurtta genç, yaşlı hemen herkesin katıldığı kurslarla ve Millet Mektepleri ile hızla yaygınlaşan yeni harfler, yeni alfabe ile okuma yazma sayısı önceden tahmin edilemeyen bir sayıya ulaşacaktı. Bu da gazete ve dergi satışlarının on binlerle ifade edildiği rakamları beraberinde getirecektir.
Yeni harflerle çıkan gazete ve dergiler, yeni harflerin kullanımının “bir dönüm noktası”, “medeniyete giden yolda önemli bir adım” olduğu konusunda hemfikirdir. İşte, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi’nin 1 Aralık 1928”de kaleme aldığı “Tarihi bir gün” başlıklı yazısından birkaç satır:
“Bugün bütün Türk matbuatı baştanbaşa Lâtin esasından alınma yeni Türk harfleri ile çıkıyor. Yeni yazının umumiyetle hayata ilk tatbiki şerefi Türk matbuatının oldu. (…)
Düşünülmeli ki bu yazı inkılâbı sayesinde aziz Türkiye’miz bir seneden az bir zaman zarfında medeniyetin ve marifetin hakiki sahasını elde etmiş olacak ve noksanı tamamlayarak tamamen Avrupa’ya benzeyecektir. (…)
Şimdi şu satırların üzerine eğilmiş nazarların, kelimeleri sanki bir şifre halleder gibi biraz ağır sökmekte olduklarını gözlerimizle görür gibi oluyoruz. Ama bununla Türkiye’nin istikbalini o kadar parlak görüyoruz ki, bu parlaklık karşısında adeta gözlerimiz kamaşıyor. İşte yeni yazının mahiyet ve manası budur.”
1 Aralık 1928 tarihli Milliyet gazetesi.
Sırada Milliyet gazetesi var… 1926 ile 1935 yılları arasında yayınlanan, Siirt Milletvekili Mahmut Soydan’ın sahibi ve başyazarı olduğu Milliyet gazetesinde 1 Aralık 1928 günü yayınlanan “Yaşasın İnkılâb!” başlıklı başyazı Mahmut Soydan imzasını taşıyor. Bir bölümünü aktaralım:
“1928 senesi Kânunuevelinin birinci günü… Şüphesiz tarih, bu günü inkılâbımızın mühim bir dönüm noktası olarak yad edecektir. (…)
Her vesile ile söyledik: bu hareketi, sadece bir şekilden diğer bir şekle geçmek gibi basit telakki edemeyiz. Biz harf inkılâbıyla Şark zihniyetinden medenî Garp zihniyetine geçmeyi, atalet ve zulmet içinde geçen bir maziye, ebedîyen veda etmeyi düşünüyoruz. (…)
İstiklâl mücadelesinde Türk milletinin parolası şu idi: herkes ve her şey harp cephesi için! Bugünkü sulh mücadelesinde parolamız şudur: herkes ve her şey inkilâbın zaferi için!..
Matbuatta, mesai hayatımızın yeni bir devresine dahil olduğumuz şu anda, ruhumuzun bütün kuvvetiyle bağıralım: Yaşasın inkılâb!..”
Solda, 12 Aralık 1928 tarihli Cem dergisinin kapağı... Sağda, Ramiz Gökçe'nin 13 Ağustos 1928 tarihli Akbaba dergisinde yayımlanan, devrim dönemine ait karikatürü. Üst metni, "Halkın asırlardan beri okuyup yazmasına mani olan kargacık burgacık şeklindeki eski Arap harfleri yerine yeni, medeni Türk harfleri kaim oluyor." olarak verilen karikatürde Türk harfleri, Arap harflerine şöyle diyor: "Haydi, sen de saltanat harabesine!"
O dönemin popüler dergileri arasında bulunan Haftalık Mecmua, Resimli Gazete, Resimli Ay, Akbaba, Papağan, Millî Mecmua ve Cem gibi yayınlar da yeni harflerle yayınlanırlar. Dönemin ünlü mizah dergilerinden biri olan Cem dergisinin yeni harflerle çıkan ilk sayısına bakalım. Karikatür sanatımızın öncü isimlerinden “Üstat Cem” lakabı ile anılan Cemil Cem’in 1910 yılından itibaren aralıklarla çıkardığı Cem dergisinin 12 Aralık 1928 tarihli sayısındaki “Haftanın Günleri” sayfasında “Bütün Türk gazeteleri yeni harflerle çıktı” başlıklı bir yazı yayınlanır. Yazı, yazılışından da anlayacağınız gibi, yeni harflerle henüz tanışıldığı, imla kurallarının henüz kullanılmadığı bir vakitte kaleme alınmış. Harf Devrimi yapılalı henüz bir ay olmuştur, daktilolar ve dizgi için gerekli Latin harfli hurufat ve elbette dizgicinin yeni alfabeyi okuyup yazmayı öğrenmesi için yeterli değildir. Bu durum bütün basın için geçerlidir.
Yazı ile devam edelim. “Yeni Türk Harfleri”ni kullanan yazarın, bu büyük değişimin verdiği heyecanla, mutlulukla, coşkuyla dolu bu yazısını imlasına, büyük ve küçük harflerine, noktasına, virgülüne dokunmadan, olduğu gibi paylaşalım:
“[Matbuatımız] Üç aydır özendiler bezendiler, bayağı yürümek, konuşmak öğrendiler. Ilk defa büyük bir baloya iştirak edeceklerdi. Ğünlerce kendi kendilerine geyindiler, takıp takıştırdılar. Nehayet balo akşamı geldi; nurlar içinde yanan medeniyet dünyasının muhteşem salonlarına dahil olduk.
Milliyet en serbesleri idi. Önden yürüyor digerlerine yol gösteriyor, cesaret veriyordu. Tuvaletine en ziyade özenmiş, mükemmel geyindiğine çok itimat etmişti.
Cumhuriyet güzelliğinden çok emindi. Paris moda figürlerine baka baka kendine bir tuvalet yapmişti. Gelin olmuş kayseri gülüne benziyordu. Eskiden kalma mavi ve kırmızı boncuklardan ağır bir gerdanlık takmışti. Etekleri pek uzundu; yerde sürünüyordu.
İkdam, bu kısa boylu, esmer beyaban güzeli, pek teklifsizce geyinmişti. Tuvaleti pek dekolte idi. Bunları irili ufaklı diğer kızlar takip ettiler.
İşte turk metbuati medeniyet balosuna böyle dahl oldular.
– Cem nasılmıdı?
– O, biraz geç kalmışti koşrkoşa, nefes nefese yetişti.”
Evet, imla hataları ile dolu, yeni harflerle dizilmiş benzeri yazılar bir süre daha böyle yazılmaya, basılmaya devam edecek, sonra zamanla yazarlar ve dizgiciler harflere alıştıkça düzelecektir. Yeni harflerle yazan ve dizenlerin yeni yazıya geçişin ilk günlerinde yaşadıklarının yanı sıra bir de okuyanların yaşadıkları vardı elbette.
Okurların yaşadıkları zorluklara bir örnek… Aynı sayfadan devam ediyoruz. “Bakkallar içtima ederek mühim kararlar vermişlerdir:”
“Gazetelerde heceleye hecel eye bu serlevhayı okuyan her İstanbullunun yüreği halecandan küt küt atmış benzi birden bire kül gibi olmuştur. Ta, yarım saatte yarım sütun yazıyı söküp bakkalın mukerraratında acil bir tehlike olmadığını anlayincaya kadar…
Herkesibilmem ama bengazetemi elime aldığım zaman gözüme bu serlevha ilişmesile beraber:
– Eyvah dedim; mahvolduk!..
Aşağısını göremedim, gözlerim karardı, yanıyordüm, aklımdan bin türlü firaklı ihtimaller geçiyordu:
– Acaba ne karar verdiler?
– Acaba toptan kabı kacağı haciz mi edecekler.
– Derhal veresiyimi kesecekler?
– Satacaklarmı?.. Asacaklarmı, keseceklermi?..
Hele allaha şükür görünürde bir tehlike yokmuş.
Karar neimiş bilirmisiniz? Bakkallar mallarini canlarını dükkânlarını sigorta ettirmiye karar vermişler…”
Necmettin Sadık Sadak'ın Alfabe kitabı, 1928. Sağda, 3 Ocak 1929 tarihli Cem dergisinden bir karikatür: “Gelen sene, giden sene”…
Bir başka eski ve popüler olan dergi de Servet-i Fünûn dergisidir. Derginin sahibi ve başyazarı Ahmet İhsan Tokgöz, 6 Aralık 1928 tarihli Resimli Uyanış dergisine yazdığı “Artık gözüm arkada kalmaz” başlıklı yazısında Harf Devrimi’ni neden desteklediğini ve 37 yıldır yayınladığı Servet-i Fünûn dergisinin adını neden Uyanış olarak değiştirdiğini anlatıyor:
“Matbaacılığı terakkiden, Türkü medenî yolda ilerlemekten meneden Arapça harflerin kaldırılmasını gördüm, artık gözüm arkada kalmaz. (…)
Onun için yeni harf kanununu can ve gönülden alkışlıyorum ve 37 yaşına giren ‘Servetifünun’u bugün yalnız yeni harflerle çıkarıyorum… Bizi medeniyet aleminde sair medeni milletlerle yan yana yürütecek olan bütün yeniliklerin içine ‘Servetifünun’, Arapça izafetli ve oldukça manasız ismiyle giremezdi, ona da yeni bir kıyafet vermek lâzımdı; düşündüm ve sordum: Türkiye’yi kurtardıktan sonra Gazi Hazretleri Türkleri uyandırdı ve bize yeni uyanıklık yolunu gösterdi. Onun için ‘Servetifünun’a ‘Uyanış’ adını koydum.”
Latin harflerinin öğrenim ve öğretimde kolaylığı, eğitimin yaygınlaşması Harf Devrimi’nin olumlu yanları olarak görülürken, Doğu kültüründen kopuş, eski yazı okuyanların azalması da olumsuz yanları olarak görülebilir. Ancak yazının başında da dediğimiz gibi, Harf Devrimi’ni bir eğitim devrimi olarak görmemek, aynı zamanda ulus-devletin kuruluşu yolunda atılan radikal bir adım, politik boyutu öne çıkan bir devrim olarak görmek gerekir.
Tarihte yeni bir sayfa açmak, Osmanlı İmparatorluğu ile bağlarını koparmak, bütün kurumlarıyla yenilenmek, Batılılaşmak isteyen genç Cumhuriyet büyük bir zihniyet değişimini başarmak zorundadır. Bir imparatorluğun enkazı üzerine yeni bir devlet kurarken, yeni bir ulus yaratırken yeni bir dil yaratma zorunluluğu önem kazanmaktadır.
Türkiye ve Türk Dili üzerine yazdığı kitaplarla tanınan Prof. Geoffrey Lewis, Trajik Başarı: Türk Dil Reformu isimli kitabında Cumhuriyet devrimleri arasında yer alan Türk Dil Devrimi’ne yeteri kadar önem verilmediğini, ancak Dil Devrimi’nin Türk ulusal kimliğinin oluşmasında önemli rol üstlendiğini anlatır. Yazıyı Lewis’in satırları ile noktalayalım:
“Cumhuriyet’in okuma-yazma biliyor olmakla okur-yazar olmayı eşitlediği açıktır. Oysa bunlar aynı şeyler değildir. Okuma-yazma bilmek bir şey, okur-yazar olmak ise başka bir şeydir. Cumhuriyet vatandaşlarına okuma-yazma öğretmiş, fakat onları okur-yazar kılamamıştır, çünkü alfabenin böyle bir misyonu yoktur. Sorun alfabe değişiminden daha köklü ve daha yapısaldır. (…)
Yeni harflerin kültürel mirasla ilişkiyi kopardığına ilişkin iddialar da bu açıdan pek doğru görünmemektedir. Eski harflerin öğretilmesi devam ettirilseydi, yeni kuşakların sular seller gibi Nedim, Bâki, Tevfik Fikret veya Cevdet Paşa okuyacaklarına, sadece eski harfleri bilmeyen ve nedense eski harfleri ve Osmanlı Türkçesini öğrenmek yerine bu hayalle geçmişe ah-vah eden muhafazakârlar inansa gerek. Gerçek ise yeni kuşakların bildikleri alfabede de okumadıklarıdır.”
•
DEĞİNİLEN KİTAPLAR:
GİRİŞ RESMİ:
Gazi Mustafa Kemal Sivas'ta yeni alfabeyi öğretiyor, 1928. Arkada İsmet İnönü.