“…bu savaştan en ufak bir zevk almıyorum.”
23 Temmuz 2015 13:54
David Foster Wallace’ın Texas Üniversitesi’ndeki Harry Ransom Center’da bulunan “evrak-ı metrukesi”nin önemlice bir kısmını, ustası, dostu, dert ortağı ve yüce gönüllü mektup arkadaşı Don DeLillo’yla ilgili evraklar oluşturuyor (ne mutlu ki hâlâ hayatta olan DeLillo’nun arşivi de aynı kurumda muhafaza ediliyor). Aşağıdaki 10 Ekim 1995 tarihli mektup, hem o sırada ikinci romanı Infinite Jest’i bitirmek üzere olan 33 yaşındaki Wallace’la 59 yaşındaki DeLillo’nun sonraki yıllarda çok daha derinleşecek arkadaşlıkları, hem de roman yazmakla uğraşan herkesin çeşitli seviye ve yoğunluklarda tanıdığı ve çoğunlukla anlatacak, paylaşacak, soracak kimse bulamadan, yalnız başına çektiği bazı dertler hakkında. Wallace’ı Rilke’nin 1900’lerin başında mektuplarına uzun cevaplar yazdığı o genç şaire (DeLillo’yu da Rilke’ye) benzetmek mümkün, ama bu kısa ve yoğun mektup aradan geçen yüz senenin “yazar” denen insanın yazdıklarıyla ilişkisini nasıl derin bir şekilde değiştirdiğini de gösteriyor: “Genç şair” Wallace kendi kendisinin kafası karışık Rilke’si gibi.
10-10-95
Sevgili Don,
Mektuplarından nazik bir insan olduğun gayet açık bir şekilde anlaşıldığı ve bilindiği üzere doğuştan nazik olanların başı yoğun bir vazife duygusuyla dertte olduğu için senden tekrar rica ediyorum, lütfen BM’yi[1] çalışma takviminin ve hevesinin müsaade ettiğinden daha büyük bir hızla okumaya[2] mecburmuşsun gibi hissetme. Little/Brown’daki Pietsch sana kitaba alıntı verme baskısı filan yapıyorsa, nolur umursama onu. BM’yi bir arka kapak övgüsü beklediğim için göndertmedim sana. Yazdıkların benim için önemli olduğu ve zeki olduğunu düşündüğüm ve olur da okur ve bana kitabımla ilgili herhangi bir şey söylersen doğru dürüst bir şeyler öğrenme şansını yakalarım diye gönderdim.
9/19 tarihli kısa mektubun cesaret ve ilham vericiydi ve ayrıca bana birtakım şeyleri merak ettirdi. “Ve disiplin artık (önceki yıllarda olduğu gibi) bir mesele değil”i kendindeki hangi değişimlerle açıkladığını öğrenmeyi çok isterim. Bu irade terbiyesinin nasıl gerçekleştiğini öğrenmeyi çok isterim –bunun zaman içinde kendiliğinden gerçekleşen doğal bir aşınma/ geçişme sürecinden başka bir şey olmadığını mı söylüyorsun bana? İşin içinde bundan fazlası olduğuna dair amansız bir şüphe var içimde. Yukarıda alıntıladığım cümlenin “Roman Allah’ın belası bir katil. Ona saygıda kusur etmemeye çalışıyorum” cümlesiyle nasıl bir ilişkisi olduğunu öğrenmeyi çok isterim.
“Disiplin”, “saygı”, “kendini adama” dediğin şeyler hakkındaki düşüncelerin bende kendisini Disiplin’le ilgili bir sorun olarak gösteren şeyin aslında muhtemelen daha çok Kendini Adama ile ilgili bir sorun olduğuna dair inancımı doğruladı. Hem yazarken Eğlenme hem de yazarken Ciddi Olma arzularımla cebelleşme halindeyim. İlk kitabımın yazarken en çok Eğlendiğim kitabım olduğunu biliyorum, ama şunu da biliyorum ki o kitapla ilgili biraz olsun Ciddi olan tek şey, dünyanın benim gerçekten iyi bir kurmaca yazarı olduğumu düşünmesini çok Ciddi Bir Şekilde istememdi. Şimdi, yazdığım o ilk şeylere baktığımda ve ne kadar dayanılmaz derecede, açıkça teşhirci ve çok Ciddi Bir Şekilde beğenilmeye aç olduklarını gördüğümde küçülüp kaybolmak istiyorum.
Bütün bunlar senin için bir şey ifade edecek mi ya da bir anlam verilemeyecek ölçüde kişisel şeyler mi ya da aslında azabını çekiyormuş gibi görünmemin ya da sadece benim çektiğim bir dert olduğunu düşünmemin sana grotesk görüneceği derecede banal ve alelade şeyler mi, hiç bilmiyorum. Siktir et –prova baskılarını (PB’ler) okuyup düzeltmenin avantajlarından biri de beni bunları önemseyemeyecek kadar yorgun düşürmüş olması.
Sanırım bir miktar zaman ve tecrübe ve ıstırap, yazdıklarımın toy ve bencilce tarafları konusunda bana –bir şekilde– yardımcı oldu. IJ’in[3] daha önce yazdığım her şeyden daha az kendi kendisiyle meşgul ve daha az gösterişçi, IJ’i bitirmemden bu yana yazdıklarımınsa egom tarafından daha da az sakatlanmış şeyler olduğunu düşünüyorum. İçimdeki iyileşmenin bir kısmı da, bence, kurmacaya sahiden “Saygı Duymaya” başlamak ve sanatın ve bütün bu işin nasıl benden çok daha büyük bir şey olduğunu kavramak, Büyük Resim’de ne kadar, ne kadar küçük bir yerim olduğunu sadece kabul etmeyi değil, bu gerçekle yaşamayı becerebilmek. Hem bu derdi tek başıma çektiğimi düşünmeye hem de takdir ettiğim insanları idealize etmeye eğilimli olduğum için senin bütün bu narsisizm ve kendi kendiyle meşguliyet meseleleriyle hiç mücadele etmek zorunda kalmadığını, kimbilir neredeki sobasız evde her gün koca damlalarla kâğıdın üstüne yağdırdığın Americana’nın[4] da Libra[5] ya da The Day Room[6] kadar doğal bir şekilde Disiplinli ve Saygılı ve alçakgönüllülükle beslenmiş olduğunu hayal etme eğilimindeyim. Ama şimdi artık bunun böyle olmadığını ümit ediyorum. Onlarca yıl boyunca yazdıklarının ve başına gelenlerin daha Saygılı bir yazar haline gelmene yardım etmiş olduğunu umuyorum. Ben de Saygılı bir yazar olmak istiyorum, sanırım… ama böyle bir yazar olmanın onca vakit ve ıstırap ve BAKIN BANA ile ALLAH’IN BELASI KATİLE SAYGI DUYUN arasındaki savaşı içermeyen bir yolunu bulmayı çok daha fazla tercih ettiğimi de biliyorum.
Belki de işitmek istediğim, bu bahsettiğim savaşın doğal ve lüzumlu ve bir Büyük Zihin’in işareti olan bir şey olduğudur: Belki benimle bir motivasyon konuşması yapılmasıdır istediğim, çünkü, sana söyleyeyim, bu savaştan en ufak bir zevk almıyorum. Yazdığım şeylerin eskisine göre daha iyi olduğunu düşünüyorum, ama yazmak da eskiden olduğundan daha az Eğlenceli. Şimdi, yazmaya çalışırken, içim bol bol yılgınlık ve korku ve yetersizlik duygularıyla dolu. Böyle değildim önceden. Belki korku da işin gereği olan saygının bir parçası ve belki bir-yazar-ya-da-her-ne-haltsa-o-olarak-gelişme sürecinin kaçınılmaz bir parçası; ama bu sürecin amacı ve sonucu olamaz –olmamalı. Başka bir deyişle, korkuyu Saygı’ya ve yılgınlığı bir tür duyarsızcasına üretken alçakgönüllülüğe dönüştürmenin bir yolu olmalı.
Eğlence’nin bu Kendini Adama- Disiplin- İşe Saygı şemasına nasıl oturduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. IJ’i yazarken daha önceden yazdıklarıma kıyasla daha az Eğlendiğimi biliyorum, öncekilere göre daha iyi olduğunu çok iyi bildiğim halde. Sanırım yaşlanmanın ve daha iyi bir yazar haline gelmenin kısmen benimki gibi çocuksu ve kendi zevkiyle meşgul bir Eğlence anlayışını bir kenara bırakmak anlamına geldiğini de anlıyorum. Ama Eğlence yine de, bir şekilde, bütün mesele, değil mi? Yazar/okuyucu alışverişinin iki tarafında da Eğlence? Bir çeşit haz –şüphesiz M&M’in[7] ya da iyi bir otuzbirin vereceğinden daha düşük yoğunluklu bir haz, ama yine de haz. Yazarken nasıl yapacağım da İşe Saygı’yı ve Ciddiyet’i feda etmeden kendime Eğlenme izni verebileceğim –yani teşhirciliğe ve gösterişçiliğe ve anlamsız teknik cambazlıklara geri dönmeden? Sanırım sana (elbette seni bir insan olarak hiç tanımadan) bunu sormamın sebeplerinden biri, senin yazdıklarının Eğlence’yle Ciddiyet’i, bir şekilde, derin bir şekilde birleştirdiğini düşünmem –gösteriş meraklısı ya da kibirli ya da çocuksu ya da hatta çocuk ruhlu olmadığı için bir şekilde daha da Eğlenceli hale gelen bir Oyun duygusu. Bu yazdıklarım vermek istediğim duyguyu vermiyor; derdimi istediğim açıklıkta ifade edemiyorum. Belki de senin kitaplarınla böyle köklü bir izdivaç gibi ilişki kuran sadece benim; belki de bu senin yazarlığınla değil de benim kendi sübjektif yanlış anlamamla ilgili bir şey; belki de senin (görünüşteki) bütün o İşe Saygı ve Kendini Adamışlık halini nasıl olup da bu kadar rezilce (görünüşte) Eğlenceli bir şey haline getirebildiğin hakkında hiçbir fikrin yok. Eğer bu konularda düşüncelerin –ve toparlayabileceğin birkaç dakikan– olursa minnettar olurum. Her zaman olduğu gibi iş konusunda yine kafam karmakarışık.
En iyi dileklerimle,
Dave Wallace