Damon Galgut: "Tek küçük hırsım yazmak..."

Damon Galgut’un 2021 Booker Ödülü’nü alan romanı Vaat, çiftlikte yaşayan Güney Afrikalı beyaz bir ailenin dağılışını ve yıllarca onlara hizmet etmiş siyahi emekçilerine verdikleri ancak tutamadıkları vaadi konu ediniyor. Güney Afrika tarihinin kırk yılına siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bazda tanıklık eden bu epik roman hakkında Damon Galgut ile konuştuk.

10 Kasım 2022 21:00

Yetişkinliğe doğru yol alırken, üniversite eğitiminizden önce roman yazmaya başlamışsınız aslında ve Cape Town Üniversitesi’nde drama okumuşsunuz. Üniversite eğitiminiz sırasında aldığınız drama eğitiminizin edebiyatınıza katkısı ne yönde oldu?
 
Beklenmedik şekillerde yardımcı oldu. Diyalog için iyi bir kulak, bir ortamın daha güçlü görsel duygusu için iyi şekillendirilmiş bir sahne hissine yardımcı oldu. Yeni romanımdaki yapı, belirli bir bölümde perdenin kalktığı ve sonra tekrar düştüğü dört perdelik bir dramanınkine çok benziyor bu sebeplerden. Ve sonraki aşamalarda yapı gelişerek on yıl geçti, sonra herkes yaşlandı.
 
Vaat sizin dokuzuncu romanınız ve bu romanla 2021 Booker Ödülü’nü kazandınız. Romanı yazma sebepleriniz nelerdi ve bu romanın diğer romanlarınızdan farkının ne olmasını istediniz?
 
Her romanımın bir öncekinden farklı olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor. Her kitabın sesine, dünyaya nasıl konuşmak istediğine karar vermem uzun zaman alıyor bu sebepten. Bu durumda, birçok karaktere ve birden fazla bakış açısına sahip bir konuyla her an farklı bir bakış açısı var eden bir tür edebi kübizm yaratmışım gibi geliyor.
 
Neden yazmak istediğime gelince, her zaman birçok nedeni vardır. Belki de en acil olanı, bugünlerde zamanın nasıl geçtiğini, bana ve hayatıma ve ayrıca ülkemin hayatına ne yaptığını çokça düşündüğüm gerçeğiydi. Bütün bunlar romanda inceleniyor.
 
 
Vaat’te beyaz bir Güney Afrikalı ailenin hikâyesini, 40 yılı aşkın bir süre içerisinde dört cenaze töreni aracılığıyla anlatıyorsunuz. Süreç içerisinde insanların başına neler geldiğini anlatmak için neden beyaz Güney Afrikalı bir aile seçtiniz? Üstelik bir de ailedeki anne karakterinin sonradan tekrar kendi özüne, Yahudiliğe dönmesi meselesi de var...
 
Ben beyaz bir insanım; Güney Afrika deneyimim daha çok beyaz Güney Afrikalı olmaktan geçiyor. Ne yazık ki bu, adına konuşmaya yeterli hissetmediğim siyah Güney Afrikalı arkadaşlarımın deneyimlerinden tamamen farklı. Ama daha derin bir düzeyde, bu kitap beyaz insanlar ve onların ülkemde nasıl düşündükleri ve hissettikleri hakkında, bu yüzden elbette buna bakmak için beyaz bir aileyi kullandım.
 
Yahudi meselesi farklı ve hikâyemde kullandığım birkaç dinî kimlikten sadece biri. Bu kısmen benim geçmişimden geliyor, çünkü babam Yahudi ve annem onunla evlendiğinde Yahudiliğe geçti. Romanda anlattığım senaryonun tam tersi ama önemli değil. Özellikle kitapta dört cenaze töreni var ve her biri farklı bir manevi inancın şemsiyesi altında gerçekleşiyor, ancak Yahudilik bu inançlardan sadece biri.
 
On üç yaşında yetişkinliğe doğru yol alan bir kız çocukla, –Amor ile– başlıyorsunuz romana. Neden böyle bir başlangıcı tercih ettiniz? Çünkü hepimiz şunu biliyoruz ki, bir çocuk bir hikâye içerisinde anlatılmaya başlandığında anlatılan hikâye bambaşka bir yere gider.
 
Kitabın her bölümü farklı bir on yılda gerçekleşir. Kitap başladığında Amor 13, ama bittiğinde kırklı yaşlarında. Yaşlanmaya ve yaşlanmanın insan vücuduna ne yaptığına bakmak istedim ve bu durumda Amor bu yolculuğun ana aracıydı. Ama aynı zamanda kitabın ahlaki merkezidir de, ailede doğru şeyi yapma dürtüsüne sahip tek kişidir, bu nedenle kitap baştan itibaren incelikle ona odaklanmıştır.
 
Ailenin emekçisi Salome’ye verilen ama tutulmayan bir söz vardır. Aslında bu vaadin başından sonuna kadar epik olabilecek bir hikâyeyi bozduğunu ve bu anlamda roman boyunca verilen diğer sosyal, ekonomik, politik ve kültürel vaatlerin de tutulmadığını okuyabilir miyiz?
 
Evet, ben de böyle okunmasını umuyorum. Hikâyede tamamı tutulmayan başka vaatler de var, evet. Bu yüzden bozulan yeminler fikri, kitabın –ve ne yazık ki Güney Afrika tarihinin– büyük bir parçası.
 
Kimseyle empati kurmayan, antipatik bir karakter –Marina hala– ailenin, toplumun veya işleyen sistemin veya Afrika kıtasının tamamında yaşananların daha net görülmesi için mi var Marina hala?
 
Kitabımda sevilmeyen tek kişi o değil! Aslında, çocukluğumdan kalma belirli bir tür yaşlı Afrikalı kadınla ilgili güçlü bir hatırama dayanıyor – sevimli bir tip de değil. Ancak kocasını, erkek kardeşini veya diğer birkaç karakteri de iyi olarak niteleyemeyiz. Bu yüzden Marina halayı özellikle ayırıp konuşmaya gerek yok.
 
 
İlk romanınızın yayınlanmasından 40 yıl sonra, üçüncü adaylığınızda Booker Ödülü’nü kazandınız ve Cape Town’da yaşıyorsunuz. Cape Town’da yaşama tercihinizi merak etmekle beraber, asıl olarak dünya edebiyatında Afrika edebiyatının ve yazarlarının geldiği yerden memnun musunuz? Artık dünya edebiyatı gelinen noktada Afrika edebiyatı ile ilgili daha çok bilgi sahibidir denebilir mi?
 
Afrikalı yazarların “nereden geldiği”nden ne anlaşılıyor, bundan emin değilim… Her birimiz, nerede olursak olalım, hayal edebiliriz. Afrika edebi geleneğinin büyük bir kısmı, tüm acı ve kayıplarla birlikte sürgün anlatıları şeklinde Afrika dışından geldi. Daha modern zamanlarda, küreselleşme ve göçle birlikte birçok yazar doğduğu yeri terk etti. Ama benim gibi Afrika’nın içinden de konuşan birçok Afrikalı yazar var. Her birinin anlatacak kendi gerçeği vardır, umarım.
 
Görünüşe göre denizaşırı okuyucuların ufku genişledi ve artık Afrika yazılarına daha fazla dikkat ediliyor. Bu gelişme için tam zamanı! Ümidim, Afrika’daki daha fazla insanın ve hükümetin de dikkat etmeye başlaması. Bu ne yazık ki eksik olan bir faktör.
 
Dünya birkaç yıldır pandemi, sıcak savaş, iklim krizinin daha kötü hale gelmesi ve ekonomik krizle bambaşka bir noktaya geldi. Dünya yenileniyor deniyor, katılıyor musunuz buna ve bu yenilenmeden edebiyat nasıl etkilenecek sizce?
 
Dünya kesinlikle sarsıcı bir değişim döneminde ama ben bunu yenilenme olarak düşünmüyorum. Aksine, birçok yönden felakete yol açan bir çöküşün eşiğinde görünüyoruz. Bunun kitapları ve yazmayı nasıl etkileyeceğinden emin değilim, ancak birçok yazarın bu dökümü konu edinmesini bekliyorum. Diğerleri başka konular hakkında yazmayı seçebilir; bu her zaman böyle olmuştur. İşler gerçekten kötüye giderse kitapların ne kadar önemi olacak, bilemiyorum. Bu beni üzüyor elbette ama tarih yapması gerekeni yapıyor.
 
Ve son olarak tüm bu değişimler, yenilenmeler üzerine kendinize verdiğiniz sözleri yerine getirdiğinizi, hayallerinizi gerçekleştirdiğinizi düşünüyor musunuz?
 
Kendime verdiğim sözler hakkında ne demek istediğinizden emin değilim. Bunu yaptığımı hiç hatırlamıyorum! Gerçekleşip gerçekleşemeyecek hayallerim de yok… Sadece elimden geldiğince kitap yazıyorum ve bu benim tek küçük hırsım. Bunu yapmaya devam edebilmeyi umuyorum.