Hamburg üçlemesi (II): Komponisten-Quartier ve müzik şehri Hamburg

"Sonbaharın kartpostal görünümüne büründürdüğü Isebekkanal boyunca yapılan gün batımı yürüyüşlerinde veya Alster’de süzülen kuğulara bakarken Mahler’in adımlarını takip etmek, müziğine kulak vermek mümkün..."

10 Kasım 2022 16:51

Hamburg üçlemesinin ilk yazısında Borchert ve edebiyatının izini sürmüş, şehrin ilk bakışta kendini gizleyen, ancak onu okumayı ve yaşamayı öğrenenler için sisler ve yağmurlar ardında gizlediği sanatsal ruhu cömertçe sergileyen atmosferini orada geçirdiğim altı ay boyunca bende bıraktığı izlenimlerle anlatmaya çalışmıştım. Bir şehri tanımanın pek çok yolu vardır. Makyajsız yüzünü görmek için kuytularını, köşelerini, arka sokaklarını adımlamak; turist gibi değil yolcu, yolcu gibi değil yerli gibi davranmak gerekir. Uzak/yakın istasyonlarında durmak, gelip geçenleri ve daima kalanları gözlemlemek gerekir. Bir şehirle bütünleşebilmek için seslerine, müziğine kulak vermek, dahası kendini o müziğe bırakmak gerekir. Bir şehri tanımak seslerini, renklerini ve kokularını duyumsayabilmekle başlar. Öte yandan makyajlı yüzü vardır şehirlerin: müzeleri, konser salonları, galerileri, tiyatroları, ışıltılı caddeleri ve vitrinleri, simgesel yapıları…

Bir yeri yaşanacak yer yapan ve yaşatan üç şey vardır benim nazarımda: edebiyat, müzik ve resim. Bir şehir eğer bir şair, ressam, müzisyen doğurmuşsa; yolu düşen sanatçılara kucak açmış, hatta mahfil haline gelmişse artık ayrıcalıklı konumdadır. Ona ruh üfleyen sanatın yarattığı bir ayrıcalıktır bu.

Hamburg müzik tarihinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bugün “Besteciler Sokağı” olarak bilinen bölgesi Georg Philipp Telemann, Carl Philipp Emanuel Bach, Johann Adolf Hasse, Fanny & Felix Mendelssohn, Johannes Brahms ve Gustav Mahler ile anılır. Komponisten-Quartier’da iç içe geçmiş altı müze Hamburg’da doğmuş (Johannes Brahms, Fanny ve Felix Mendelssohn) veya eserlerini burada vücuda getirmiş, icra etmiş olan bu sanatçılara adanmıştır. Adı geçen bestecilerin enstrümanlarının, el yazmalarının, kitaplarının sergilendiği bu müzelerde hayat ve sanat öykülerinin dijital ekranlarda, görsellerle ve unutulmaz konserlerindeki müzik parçalarıyla harikulade biçimde anlatılması, bir müze gezintisinden ziyade musiki ziyafetine dönüşür. Saltanatlı anları terennüm eden, notalar arasında gezinti yapabildiğimiz, zamana dokunabildiğimiz bir mekân hüviyetine bürünür. Pencerelerin ve kapıların açıldığı avlusundaki bahçede yetişen çiçekler, isimleri ve renkleriyle müzisyenlere ilham olmuştur. Komponisten-Quartier’ın benim için en ilginç yanı, tüm içtenliği, engin bilgisi ve öğretmenlikten gelen sabrıyla bana eşlik eden hanımefendiyle birlikte kapanma vaktine dek gezdiğim müzenin çıkış kapısında, Christmas ışıklarının nemli zemini aydınlattığı bir kış akşamında, birbirimize sarılarak “Kâtibim / Üsküdar’a Gider İken”i söylemek oldu. İstanbul’dan çok uzaklarda bir İstanbul türküsünü mırıldanmak…

Andığım bestecilerin hepsi hakkında detaylı bilgiler vermek bu yazının amacını, kapsamını ve haddini aşacağından, içlerinden seçtiğim birkaç isme Hamburg’un hayatlarındaki yeri bağlamında değinmek ve daha fazlasını merak edenler için ilgili referansları işaret etmekle yetineceğim.

Geç romantik dönem bestecilerinden, orkestra şefi olarak dünya yıldızına dönüşen Mahler, Hamburg’da altı yıl yaşamış ve şehrin müzik serüveninde önemli rol oynayan Hamburger Stadt-Theater’ı uluslararası üne kavuşturmuştur. Sadece 1895-1896 sezonunda yüz kırk sekiz performans icra eden Mahler, Wunderhorn şarkılarının ikinci ve üçüncü senfonilerini Hamburg’da tamamlamıştır.[1] Komponisten-Quartier’daki Gustav Mahler Müzesi sanatçının entelektüel portresini sergilemesi bakımından da ayrı bir yere sahiptir. Burada Mahler’in okuduğu kitapları ve mektuplarını görmek mümkündür. Goethe, Schiller, Rückert, Hölderlin, Cervantes, Fontane ve Ibsen, kütüphanesinde bulunan kitaplardan anımsadığım isimler arasında. Çoğu Binnenalster’de yer alan oteller (Streits’ Hotel, Hotel Belvedere, Hotel L’Europe) ve restoranları, Pollini’nin Heimhuder Straße 54’teki villası, Bismarckstraße 86… Viyana’ya gidene dek (Nisan, 1897) Hamburg’da kaldığı yerler arasında zikredilebilir.[2] Sonbaharın kartpostal görünümüne büründürdüğü Isebekkanal boyunca yapılan gün batımı yürüyüşlerinde veya Alster’de süzülen kuğulara bakarken Mahler’in adımlarını takip etmek, müziğine kulak vermek mümkündür. Yine kuzeyin soğuk ve karanlık kış gecelerini ısıtan birçok performansı deneyimlediğim Hamburgische Staatsoper (Hamburg Devlet Operası)’in önündeki Mahler portresinin kabartmasından oluşan mütevazı anıt-levha, sanatçının müzik şehri Hamburg’daki izini ve anısını ölümsüz kılar. Üzerinde şu yazı yer almaktadır: “Gustav Mahler / Chefdirigent der Hamburger Oper 1891-1897 / Am damaligen Stadt-Theater, das hier stand.”

Bir de Johannes Brahms adına benzeri bir anıt levhaya, Hamburg’un biraz dışında, Bergedorf Kalesi (Bergedorfer Schloss-Museum für Bergedorf und die Vierlande)’nin pitoresk bahçesinde vakit geçirirken tesadüf etmiştim. Taş üzerine oturtulan levhada J. Brahms’ın Bergedorfer Lokal Bellevue’de piyano çaldığı günler resmedilmişti. Lakin Bergedorf daha ziyade, kilise müziğiyle de anılan opera bestecisi J. Adolf Hasse demektir. Bergedorf’un topraklarında doğan ve müzik kariyerine Gänsemarkt’taki Hamburg Operası’nda başlayan Hasse’ye gösterdiği saygı ve minnet sokaklarını adımlarken net bir şekilde hissedilir. Hasse Haus’un ve kilisenin olduğu meydana ona ithafen “Johann-Adolf-Hasse-Platz” adı verilmiştir. Bugün Hasse Haus’daHasse Arşivi Üniversite Araştırma Merkezi bulunmaktadır. Ayrıca evin önünde bir de büstü yer alır. 1723’ten sonra Bergedorf’a bir daha dönmese de burası en çok onun ismiyle müsemmadır. J. A. Hasse hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak için Bergedorf Hasse Derneği’nin web sitesi ziyaret edilebilir.

Alman barok bestecisi Georg Philipp Telemann’a da ayrı bir parantez açmak gerekir. Telemann müzik hayatının kırk altı yılını Hamburg’a vermiş ve ölümüne dek burada yaşamıştır. Hamburg’da kantorluk ve müzik direktörlüğü yapmasının yanı sıra besteleri Hamburger Opernhaus için mühim ve zengin bir kaynak oluşturmuştur. Johann Sebastian Bach’ın çağdaşı Telemann, müzik tarihinde üretkenliğiyle ayrı bir yer edinmiştir.[3]

Elbette Komponisten-Quartier ile sınırlı değildir Hamburg’un müzik coğrafyası. Küçük-büyük, tarihî-modern barındırdığı konser ve tiyatro salonlarının, sergilenen performansların çeşitliliği ve niteliğiyle iddialı ve sanatseverler için son derece davetkârdır. Konser salonları deyince ilk akla gelenler arasında Hamburg’un müstesna barok yapılarından Laeiszhalle ile kentin en yeni simgelerinden, yapımı esnasında da, sonrasında da Hamburglular arasında çok konuşulan, Elbphilharmonie bulunur. Elbphilharmonie eskiyle yeniyi birleştiren (Kaispeicher deposunun üzerine inşa edilmiştir) modern mimari tasarımı (Herzog & de Meuron), mühendisliği ve büyük salonda deneyimlediğim şaşırtıcı akustiğinin yanı sıra manzarasıyla da ilgi çekicidir. Tuğla duvar ile cam panel birlikteliğine Hamburg’un birçok modern yapısında rastlamak mümkündür. Ancak yine de itiraf etmeliyim ki, belki de eskicil bir ruha sahip olduğumdan, müzikle birlikte beni vecde getiren, kendimden geçiren şey barok kıvrımların ve fresklerin birlikteliğidir. Laeiszhalle dışında, bu atmosferi tiyatro sanatında sunan mekân Deutsches Schauspielhaus’dur. Opéra Garnier ya da Teatro La Fenice havasını soluyanlar için daha sönük kalsa da, burada sahnelenen bir müzikal tiyatroya katılmanın ayrıcalıklı hissettirdiği bir gerçektir. Deutsches Schauspielhaus binası sadece büyük salonun büyüsüne kapılmak için bile ziyaret edilebilir. Etkinliklerin çeşitliliği ve niteliği bağlamında anmam gereken bir diğer mekân ise “Manon”u, “Rigoletto”yu, “Don Giovanni”yi izlediğim/dinlediğim Staatsoper Hamburg. Tüm bu mekânlar dışında iyi bir müzisyene/müzik grubuna birçok yerde rastlamak mümkün. Meselâ Ensemble Resonanz’ı Thalia Theater’daki bir kitap galasında (Navid Kermanî, Fragen nach Gott) keşfetmiştim. Bazen de yeraltından, sokaklardan gelen müziğin ruhuyla hiç umulmadık bir yerde, umulmadık bir anda karşılaşırsınız Hamburg’da. Bir çıkmazda, bir sokağın köşesinde… Küçük ama otantik Birdland öyle bir caz kulübüdür örneğin.

Ve yine Hamburg deyince ilk akla gelen şeylerdendir festivaller: Harbour Front Literaturfestival, Hamburger Theaternacht, Filmfest Hamburg, Altonale… Özellikle yaz ve sonbahar aylarında farklı temalı birçok festivalle karşılaşmak mümkündür. Müzik bağlamında “Elbjazz” ve “Reeperbahn” festivallerini anmadan geçemeyeceğim.

Müzik şehri Hamburg’un hiç bitmeyecek ezgisi, bu yazıya sığdırmaya çalıştığımdan çok daha fazlasıdır. Turgut Özben gibi beni de düzeni ardımda bırakıp uzaklara sürükleyen Tutunamayanlar dilince söyleyecek olursam, gene de seslerini duyduğum ve duyurduğum için mutluyum. “Kendi çapımda.”

  

 

 NOTLAR:


[1] Mahler üzerindeki Hamburg tesirini özetlemeye çalıştığımız bu bölüm hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.

[2] Mahler’in Hamburg’da yaşadığı diğer yerlerin listesi için bkz.

[3] Detaylı bilgi için şu siteye bkz.