Geoffrey Chaucer'ın tamamlanmış en uzun şiiri ve en büyük sanatsal başarısı olarak görülen Troilus ile Cressida, Troya Savaşı sırasında geçen acıklı bir hikâyeyi konu alır
14’üncü yüzyıl şairi Geoffrey Chaucer İngiliz dilinin ve edebiyatının kilometre taşlarından biri. Londra lehçesiyle yazdığı yapıtlarıyla İngilizcenin, Fransızca ve Latincenin etkisinden kurtulmasını sağlamış önemli yazarlardandır. Tıpkı Shakespeare gibi Troilus ile Cressida'nın hikâyesini tiyatroya uyarlayan şair John Dryden Fables adlı kitabının önsözünde Chaucer'ı överken gerekçelerini şöyle açıklar: "İngiliz şiirinin babası olduğundan, Yunanlar nasıl Homeros'a ya da Romalılar Vergilius'a saygı duyarsa ben de ona aynı derecede saygı duyuyorum. Bitmek bilmeyen bir aklıselim çeşmesidir o, bütün bilim alanlarında bilgisi vardır, işte bu yüzden her konuda layığınca konuşabilir." Chaucer yalnızca dil açısından değil aynı zamanda şiir teknikleri açısından da önemli bir yazardır. Troilus ile Cressida " iambic pentameter" (baştaki vurgusuz heceyi vurgulunun takip ettiği on hecelik vezin) ile yazılan ve ababbcc şeklindeki uyak düzenindeki yedi dizelik kıta olan rhyme royal'in ilk kez kullanıldığı yapıttır. Chaucer ayrıca heroic couplet'i (iambic pentameter vezninde yazılmış uyaklı beyit) The Legend of Good Women adlı kitabında ilk kullanan şairdir.
Chaucer'ın tamamlanmış en uzun şiiri (Canterbury Hikâyeleri'nin tamamlanmaya ömrü yetmemiştir) ve en büyük sanatsal başarısı olarak görülen Troilus ile Cressida, Troya Savaşı sırasında geçen acıklı bir hikâyeyi konu alır. Kral Priamus'un oğlu Troilus, Yunanlıların savaşta üstün geleceğini sezip onların tarafına geçen bilici Kalkhas'ın kızı Cressida'ya âşık olur. Cressida'nın amcası Pandarus Troilus'a yardım eder, onun çöpçatanlığı sayesinde iki genç, sevgili olurlar. Aradan üç yıl geçer. Kızına kavuşmak isteyen Kalhas'ın çabaları sonucunda Cressida tutsak takası sırasında Yunanlılara verilir. Troilus'a geri döneceğine dair söz veren Cressida, sözünde durmaz; dahası Yunanlı savaşçı Diomedes'in ilgisine kayıtsız kalamaz ve gönlünü ona kaptırır. Aldatıldığını anlayan Troilus savaş meydanında Diomedes'i öldürmeye ant içer ancak Akhilleus tarafından öldürülür.
Chaucer kitabını yazarken Benoît de Sainte-Maure’nin 1150'lerin sonunda yazdığı Roman de Troie, Guido delle Colonne’nin History of the Destruction of Troy (1287) ve Giovanni Boccaccio'nun 1330'ların sonlarında kaleme aldığı Il Filostrato yapıtlarından yararlanmıştır. İlk İngiliz müellifi sayılan Chaucer kaynaklarını sık sık anmaktan çekinmez; hatta anlattığı hikâyeyi kaynaklarından (daha çok Boccaccio) olduğu gibi aktarmaya özen göstereceğini tekrarlar:
Yazarımın anlattığı gibi bütün ustalığıyla
Tam olarak anlatamazsam da onların öyküsünü,
Aktardım, ve aktaracağım Tanrının yardımıyla,
O bilge insan tarafından yazılanların özünü;
Ve eğer yapmak gayesiyle aşkın övgüsünü
Bir şeyler eklediysem kendimden,
Olmasın kuşkunuz iyi niyetimden.
(III, 200-201) (Bkz. ayrıca III, 13, 171-172) 1
Chaucer kurmaca değil gerçekten vuku bulmuş otantik bir olayı ya da evrak-ı metrukeyi naklettiğini iddia eden bir 18’inci yüzyıl romancısı gibidir. Kaynağına sadık kalmayı şiar edindiğini vurgular durur; Boccacio'dan aldığı öyküyü şiir formunda aktarırken hiçbir şey eklemediğini, hiçbir şey çıkarmadığını ileri sürer. Ancak Chaucer'ın alçak gönüllülük ve sadakat beyanı gerçeği yansıtmaz. Baugh'a göre Chaucer'ın esinlendiği kaynak şiire (Il Filostroso) borcu hiç hafife alınmasa da katkısı çok daha fazladır. Yaklaşık sekiz bin dizeden oluşan şiirin ancak iki bin altı yüz dizesi Boccacio'nun şiiriyle örtüşmektedir. Dahası Chaucer, Pandarus karakterini kökten değiştirmiş, Cressida'ya daha bir canlılık kazandırmış, onu yalnızca Troilus'un sevgilisi olarak algılanmaktan kurtarmıştır. Bu özellikler yapıta bir psikolojik roman havası katmıştır2.
Chaucer yapıtının özgün olmadığını açıkça belirtir; Homeros'un epos çevrimlerini ezberden okuyan bir rhapsode gibi okuyucularının/ dinleyicilerinin hâlihazırda Troya Savaşları’yla ilgili hikâyeleri ana hatlarıyla bildiklerini ima eder:
Bilinen hikâyedir, Yunanlıların nasıl gittikleri
Güçlü silahlarları ve bin gemiyle Troya'ya,
On yıllık bir kuşatmadan sonra zapt edip bu şehri
Sonra geri döndükleri. Niçin gitmişlerdi oraya?
Paris kaçırıp Helene'yi haksızlık etmişti ya,
Onların amacı işte bunun öcünü almaktı;
Ama elbet araçları türlü türlü olacaktı.
(I, 9)
Şair antik dönemdeki öncelleri gibi mousalara (esin perilerine) sığınır, esin ve güç vermeleri için onlara yakarır. Her kitapta tanrılara ya da mousalara yakarı anlamına gelen ve epik yapıtlarda sıkça görülen invocatio bölümleri yer alır. Örneğin ilk kitapta esin versin diye Tisiphone'ye seslenir Chaucer. Kitap III'te tarih müzü Clio'ya seslenir; kullandığı kaynaklara bağlı kalmaya çalışacağının güvencesini verir; sözünü tutamazsa okurdan affedilmeyi diler:
Ey şanlı Tanrıça, Clio, hanım efendim,
Kuvvet ver kalemime bitirene kadar şu manzumeyi;
Bundan sonra ilham perim ol benim!
Tek senin yardımınla halledeyim bu meseleyi.
O halde diliyorum bütün âşıklardan affedilmeyi
Yazacaklarım değilse sırf kendi hayal gücümden,
Sadece aktarırsam ana dilime Latinceden.
(II, 2)
Kitap III'te belagat sanatı ve epik şiir mousası Calliope'ye seslenir. Kitap V'te ise öncellerini anarak kader Tanrılarına şükreder:
Ey küçük kitap, ey küçük tragedya, git artık yoluna!
Ölmeden evvel bir komedya kaleme alsın diye
Tanrı kuvvet verir umarım senin yazarına.
Fakat hiç uğraşma başkalarıyla boy ölçüşmeye,
Ey küçük kitap, haddini aşmasın bu hikâye;
Mağrur olma sakın, büyük görme kendini;
Homer, Vergil, Ovid ve Statius'un öp mübarek ellerini!
(V, 256)
Yapıtın sonlarında yer alan bu kıtadaki "Go, little book" (Yolun açık olsun küçük kitap) sözü şiir kitaplarında görülen ve Ovidius'un yaygınlaştırdığı, Statius gibi şairlerin de kullandığı bir alışkıdır. Kitap yolcu etme/ uğurlama alışkısı iki jestten oluşur. "1) Yazar yapıtına liber (kitap), liber parva ya da summula (küçük kitap) diye seslenir; 2) Yazar kitabına gitmesini (vade) söyler. (...) yazar yapıtının maruz kalacağı eleştirileri öngörür ve okurların elinde kaderinin ne olacağını düşünerek kaygılanır."3 Anlaşılacağı üzere Chaucer, Antik ve Ortaçağ şiir geleneğini iyi özümsemiş, kendini bir şiir geleneği içinde gören ilk İngiliz şairidir belki de. Kendini bir geleneğin parçası olarak görmek şair için hem benzersiz bir olanak, hem de kendine bu gelenek içinde yer açması gerektiğinden bir zorluktur. Bu yüzden açıktan bir alçak gönüllülük uyarısı (ustalara saygıda kusur etmeme gereği) ile örtük bir gururlanma (kendini Homeros, Vergilius ve Ovidius gibi şairlerle aynı düzlemde görme arzusu) yan yanadır.
14’üncü yüzyılın sonlarında yazılan ve birkaç türle benzerlikler taşıyan Troilus ile Cressida kendine özgü bir yapıttır bir anlamda. İlkin bir uzun anlatı şiir olduğu söylenebilir rahatlıkla: Chaucer'ın yapıtı Troya savaşı sırasında yapıta adını veren iki sevgilinin başından geçenleri anlatır. Ancak yapıt başka türlere de göz kırpar. Bazı epik unsurların yanında âşıkların iç dünyalarını ortaya koydukları lirik bölümler de içerir. Chaucer'ın "küçük trajedim" (litel myn tragedye) diye nitelediği bu metin romanstır da. Abrams ve Harpham Troilus ile Cressida'yı Roma ve Troya anlatılarını ele alan bir şövalye romansı olarak sınıflandırır.4 Epik türünün savaşçı karakterleri gönül avcısı şövalyelere dönüşür romansta; Troilus hem dürüst, sadık bir âşık, hem de gözü pek bir savaşçı olarak çıkar okurun karşısına. Ancak Chaucer'ın yapıtı romansların fantastik ve abartılı dünyasından farklıdır. Doğaüstü yaratıklara, ejderha ve canavarlara yer verilmemiştir. "Saraylı aşkı" motifi baskın bir özelliktir. Troilus tıpkı bir köle efendisine nasıl sadıksa öyle bağlıdır Cressida'ya; ikilinin evlenmemiş olması da bu motifin alışkılarıyla uyum içindedir. Ancak Chaucer saraylı aşkı motifini de karmaşık bir bağlama oturtur. İkilinin aşkı siyasî/ toplumsal konumun belirlediği açmazlara gebedir: Troilus Kral Priamus'un oğludur ve aşkı konusunda yaptığı tercihlerde halkın tepkisini de hesaba katmak zorundadır. Sevdiği kadının tutsak mübadelesinde Antenor adlı ünlü bir savaşçı karşılığında Yunanlılara verilecek olması Troilus için tam bir açmazdır:
"Ey Kader," diye haykırdı, "yazıklar olsun!
Ben ne yaptım? Ne kabahat işledim bilmeden?
Kandırdığın için beni pişman olmuyor musun?
Ümidi kesmeli miyim her şeyden?
Kararlı mısın ayırmaya beni sevdiğimden?
Ne yazık bana düşman kesilmen böyle!
Sorarım sana, ne zorun var benimle?
(IV, 48)
Kralın oğlu da olsa kendi isteklerini toplumun beklentilerinin önüne koyamaz. Troilus'un anlamının "küçük Troya" anlamına geldiğini de düşünürsek5 erkek kahramanın kamusal/ siyasî düzen ve özel yaşamın birbiriyle çelişen talepleriyle karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Sevdiği kadını elde etmek için bir quest (macera/ arayış) içinde değildir; bu macera ya da arayış daha çok içsel hesaplaşmalar olarak yansır ve şiire psikolojik bir derinlik verir. Her iki karakter de hem kendilerini hem de toplum içindeki yerlerini ilgilendiren ve romans türünün sınırlarını zorlayan tercihler yapmak zorunda bırakılırlar.
18’inci yüzyılda Chaucer'ın yapıtları roman türü çerçevesinde değerlendiriliyor, Troilus ile Cressida ise ilk İngilizce roman olarak görülüyordu.6 1834 yılında Thomas Campbell Chaucer'ın yapıtını "karmaşık bir psikolojik roman" olarak nitelemişti; yakın dönemlerde ise eleştirmenler bu uzun şiirin "türsel anlamda çoğulluk ve melezlik"le bağlantısını açımlamaya odaklanmışlardır.7 Chaucer'ın anlatıcısı hem karakterlerin başından geçenleri aktarır hem de olan biten şeyler hakkında yorumlara girişir, böylece yapıt içinde kendi varlığı hissedilir hâle gelir.8 Çöpçatan/ sırdaş rollerini üstlenen Pandarus karakteri ise anlatıya derinlik katan bir öğedir. Chaucer'ın şair olarak yaptığı yorumlar da hesaba katıldığında, yapıtın öncellerinden ne denli farklı ve çok boyutlu olduğu görülebilir.
Belki de Croce'nin yolunu takip edip ne kadar edebî yapıt varsa o kadar edebî tür vardır, ya da her yapıt kendi türünü yaratır demek doğru olacaktır çünkü bu uzun şiir epik, trajedi, romans gibi türlerin yanı sıra "rüya, şarkı, mektup (...) ve Petrarca sonesi"9 gibi başka alt türleri de bünyesinde taşır. Windeatt yukarıda sayılanlara ek olarak Troilus ile Cressida'nın "drama (anlatıda sahneye dayalı biçim), felsefi diyalog, lirik, manzum masal, alegori ve yorum" gibi türlerle de ilintili olduğunu gözlemler.10 Kısacası Troilus ile Cressida edebî türlerin sınırlarını zorlayan, kendine özgü bir yapıt olarak değerlendirilebilir.
Chaucer'ın yapıtı hayranlık verici, titiz ve özverili bir çeviri emeğinin karşılığı olarak karşımızda. Çevirmen Semih Lim bu temel nitelikteki yapıtı dilimize çevirerek büyük bir işe imza atmıştır. Önsöz'de Chaucer'ın hayatı, yapıtları, Troilus ile Cressida hakkında doyurucu bilgiler sunulmuş. Kitabın sonundaki “Notlar ve Meraklısına Notlar” akıcı bir okuma sağlıyor. Kitabın sonunda Chaucer'ın yapıtının günümüz İngilizcesine yapılmış farklı çevirilerinden örnekler de yer alıyor. Bu hâliyle kitap edebiyat ve şiir okurlarının ufkunu açacak yararlı bir kaynak niteliğinde.
Sekiz bin dizeye yakın uyaklı bir şiiri hakkını vererek Türkçeye aktarmak az iş değildir. Ancak bazı sözcük seçimlerinin bir okur olarak kulağımı tırmaladığını itiraf etmeliyim. Tanrı, Allah (çeviri metinde bu ikisi bazen küçük harfle de yazılmış), rab, hüda, yaradan, Jupiter, vb. sözcükler aynı kıta içinde birlikte kullanılması biraz rahatsız edici olabiliyor. Bu tercihler özgün metnin aşırı yerlileştirildiği izlenimini verme tehlikesi yaratmıyor neyse ki. Ayrıca unutmayalım ki bunlar çevirmenin tercihleridir ve çeviri esnasında uyak uydurmanın, ses- ritim- iç uyak vb. açısından kulağa hoş gelen, uygun sözcüğü seçmenin açıklanması güç süreçleri vardır. Ve bu süreçlerin büyük çoğundan yüz akıyla çıkmış bir çeviri var karşımızda. Sonuç olarak Troilus ile Cressida Semih Lim'den başka şiir çevirilerini beklememiz için yeterli veri sunuyor.