Yalansız dönmeyen dünya

Söylem öznesi “Yalan söylüyorum” dediğinde (bile!) yalan söylemiyor olabilir, çünkü yalan öznenin değil, sözcenin yüklemidir...

26 Ekim 2017 13:53

Yalan söyleyebilmemizi mümkün kılan tam da göstergenin keyfiliğidir – yani, dil ile dildışı dünya, “zihin” ile “doğa” arasında keyfi bir ilişki olması. Bir başka deyişle, kelimeler şeylere gönderme yapmadığı için yalan söyleyebiliyoruz. Şeylere gönderme yapıyor olsaydı, her sözümüz duvara çarpardı.

Dil düşüncesinin tarihinde dilin konuşan özneyle ve konuşulan nesneyle ilişkisinin niteliği ancak uzun ve zorlu bir mücadele sonucunda belirginleştirilebilmiştir. Girit paradoksu doğum ânında da çözüm ânında da dilin söylem öznesiyle ilişkisini sarsmıştır: Söylem öznesi “Yalan söylüyorum” dediğinde (bile!) yalan söylemiyor olabilir, çünkü yalan öznenin değil sözcenin yüklemidir: Bütün Giritliler yalancı olabilir ama söylem öznesi o anda yalan söylemiyordur. Buna karşılık “Yalan söylemiyorum” dediğinde de yalan söylüyor olabilir, çünkü özne sözüne kefil olabilecek durumda değildir.

Sözcenin yalan olup olmadığının belirlenmesi ise bir bakıma bilimsel düşünceye geçmeye zorlar, çünkü kâğıt üstünde (ya da laf arasında) her sözce yalan olabileceği gibi “hakikat” de olabilir. Dolayısıyla sözcenin hakikat içeriğinin saptanması dildışına başvurmayı şart koşar: olgunun ve şeyin dünyasına. Tıpkı bilim gibi.

Yalanı saptamak için başvurulan yöntemler, usuller, biliminkiler kadar sağlam olmaktan ziyade onlara biçimsel olarak benzerlik gösterirler. Klasik polisiye romanlardaki, filmlerdeki yöntemleri düşünelim: öznenin olay konusunda defalarca sorguya çekilmesi, tutarsızlık anlarının yakalanması, itiraf etmeye zorlanması, başka tanıkların ifadesine başvurma, yüzleştirme, varsa belgelerin ortaya çıkarılması. Melih Cevdet Anday’ın Mikado’nun Çöpleri başlıklı oyunu gündelik hayatın alışılmadık ama aynı zamanda olası bir sahnesi üzerinden dilin yalan söyleme işlevi, bir başka deyişle “hakikat oyunları” hakkında nefis bir oyundur: Çocuğuyla karlı bir kış gecesi bir lambanın altında bekleyen kadın ile yalnız yaşayan bir erkeğin birbirlerinin hakikatini keşfetmek için verdikleri mücadele etrafında döner bütün diyalog. Ve sinik bir diplomatın ünlü sözü: “Dilin görevi hakikati gizlemektir.”

Hakikat arayışı son zamanlarda gündelik hayatta da iyice “bilimsel”leşti: Cep telefonuyla çekilmiş fotoğraf ve videoların tanıklığı olmadan iddialara sanal âlemde bile itibar edilmiyor; kurmacada ve adli alandaysa güvenlik kameralarının görüntüleri, bırakılan izlerin DNA sorgulaması en kesin kanıt mertebesinde. Kısacası, yalan dilin bir imkânından (dilde kusur bulmayı seven düşünme çizgisine bakılırsa, “zaafından”) yararlanılarak (diğer bakış açısından, “zaaf istismar edilerek”) söylenir ama en kolay dildışına başvurularak aydınlatılır. Çünkü yalan dildışına dairdir. Bunun içindir ki olgu olarak yalan bizi dilin kendi hakikatine, yani hakikatle keyfi ilişkisine yaklaştırır.