88 yıllık ömrü boyunca edebiyatın her alanında eser veren, gazete yazılarıyla da edebiyat yapılabildiğini gösteren Çetin Altan, ölümünün birinci yıl dönümünde, oğullarının ol(a)madığı bir salonda anıldı. Karamsarlık diyemem, ama burukluk hâkimdi
22 Ekim 2016 16:00
Babamdan bana kalan tek miras kitaplığıydı. Zaman içinde azalmış, eşe dosta verilip geri alınamamış onlarca kitaptan geriye kalanlar bile bir devrin ruhunu anlamaya yetecek nitelikteydi. Pek çok yazarla olduğu gibi edebiyatçı Çetin Altan’la da bu vesileyle lise öğrencisiyken tanıştım. 2000’li yılların başıydı ve memlekette esen rüzgâr başkaydı, ama şimdilerde benim kitaplığımda duran, 1976 basımı Büyük Gözaltı ve zamanında müstehcen bulunup toplatılan Bir Avuç Gökyüzü adlı romanlarını altını çize çize okuduğumu dün gibi hatırlarım.
Sonrasında, köşe yazılarını takip ettim yıllarca. Görüşlerine katılmadığım yazıları bile “edebiyatçı Çetin Altan’la” giremedi arama.
Belki de bu yüzdendir, geçen yıl ölüm haberini duyduğumda babamla ortak arkadaşımızı kaybetmiş gibi hissetmem.
88 yıllık ömrü boyunca edebiyatın her alanında eser veren, gazete yazılarıyla da edebiyat yapılabildiğini gösteren Çetin Altan, önceki gün, ölümünün birinci yıl dönümünde, oğullarının ol(a)madığı bir salonda anıldı. Karamsarlık diyemem, ama burukluk hâkimdi ortama.
Meslektaşları, dostları ve sevenlerinin katıldığı gece, Nebil Özgentürk’ün hazırladığı Çetin Altan belgeselinin gösterimiyle başladı.
Yazıya adadığı ömrü davalar, tutuklamalar ve tartışmalarla geçen Çetin Altan, şöyle diyordu belgeselde: “Yazdığın yazı belgedir ve insan yazdığı yazıya daima sahip çıkmalıdır.”
1999 yapımı belgeselde babasını anlatan ve bugünlerde tutuklu bulunan yazar Ahmet Altan’ın söyledikleri ise günümüzün klişe tabiriyle manidar:
“Türkiye, yazarlar için cenneti ve cehennemi bir arada sunan bir toprak. Yazarlarla bu kadar uğraşılmaz. Parlemento bir yazarla bu kadar uğraşırsa o yazar parlemento kadar büyür.”
Bu yazı yazıldığı gün açıklanan Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu raporuna göre hapiste olan gazeteci sayısı 102. Aslı Erdoğan 64, Necmiye Alpay 52, Mehmet Altan 30, Ahmet Altan ise 29 gündür tutuklu.
“Çetin Altan’ı anlatmak hayalimdi. Ama bunu babamın ve amcamın yokluğunda hayal etmemiştim,” diyerek başladı sözlerine Sanem Altan. Sonrasında ise dedesini anlattı dinleyenlere.
“Daha ilkokula gitmediğim yıllarda, bildiğimiz dedelere benzemediğini farkettim. Hiçbir gerçeği kabul etmeyen bir ülkeye gerçekleri anlatmaya çalışıyordu. Böyle biri, sırf torunu var diye dede olamazdı. Sonra, kimseye de benzemediğini anladım. On altı yaşımdayken dansa götürmüştü. Beni dansa götüren ilk erkekti... Onu çok özlüyorum.”
Yalnız da değildi. Hasan Cemal de aynı duyguyla andı meslektaşını ve arkadaşını. Çetin Altan, Büyük Gözaltı romanıyla Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanmıştı. Ancak kaderin cilvesine bakın ki 12 Mart dönemiydi ve hapisteydi. Jüriye yazdığı teşekkür mektubunda şöyle diyecekti: “İsterdim ki Türk yazarlarının bir tefrika halinde, kuşaktan kuşağa uzayıp giden kahırlı öyküsüne çoktan bir ‘son’ sözcüğü yazılmış olsun. Ama bu son sözcüğünü yazmak için bütün ömürlerini gerçek bir özgürlüğün savaşına adamış olan kalemler şimdiye dek ‘devamı var’ı silemeden ayrıldılar bu dünyadan. Orhan Kemal’in ölümsüz adıyla bir cezaevi koğuşunda ‘devamı var’ diye sürüp giden bir tefrikanın, bir mütevazı parçası olarak mükâfatlandırılmak en büyük mutluluk bana.”
Mektubu hatırlatan Hasan Cemal, bu kahırlı tefrikanın hâlâ devam ettiğini ifade etti. Çetin Altan’ın son yazılarından birinde “Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasi geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan. Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğim dünya du değildi,” diye yazmıştı. Mektubun ardından bu satırları da anımsatan Hasan Cemal, umut aşılamayı da ihmal etmedi.
“Fakat anlaşılan o ki bu tefrikanın ‘devamı var’ tefrikasını biz de sona erdiremeyeceğiz. Ama Çetin Abi bunu söylerken bir bakıma kendisine haksızlık etti. Çünkü biz onlardan, onların kuşağından bir şeyler öğrendik ve elimizden geldiğince özgürlük bayrağını yüksek tutmaya çalışıyoruz. Farkındayım beklediğimiz yarınlar bir türlü gelmiyor ama bu bayrak yine elden ele geçecek, Çetin abinin klasik deyimiyle enseyi karartmamamız lazım.”
Anma gecesinin sonunda, Aydın Engin ve Nebil Özgentürk kısa bir sohbet eşliğinde anılarını paylaştı. Çetin Altan’la Sağmalcılar Cezaevi’nde tanıştığını ve kendisine “albay” lakabı taktığını söyleyen Engin’in anlattığı bir anı gecenin duygusallığını kahkahalara bıraktı. Bir gece yarısı Şiar Yalçın ile Çetin Altan’ı koğuşun zulasından baklava çalarken yakaladığını ve Altan’ın “Valla billa bakıyorduk, birisi çalmış mı diye kontrol ediyorduk,” diyerek çocukça yalan söylediğini anlattı.
Engin’in anlattığı bir diğer anı da gazeteciliğe dairdi. Bir gün gazete sütununa sığmayan bir köşe yazısını nasıl kısaltacaklarını düşünenlere, ayaküstü editörlük dersi vermişti Çetin Altan.
“Bir yazıyı kısaltmak istediğinizde, ‘öte yandan’, ‘hem de’, ‘öyle ki’, kaldı ki’ kelimeleriyle başlayan paragraf varsa atın. Yazar diyeceğini demiş, ek yapıyordur orada.”
Bu yazının yayınlandığı mecra dijital. Kısaltılmasına gerek yok. Ama paragraf başlarında söz konusu kelimeler kullanılmadı. Maksat, kısaltmak isteyene zorluk çıkarmak değil. Yıllar sonra, Çetin Altan’ı muzipçe hatırlamak.