Truman Capote, öykülerinde “tekinsiz” olanı açıklama, evcilleştirme çabasını canlı tutuyor. Böylelikle, her daim yeni kalmayı başaran özgün metinlerle polisiyeyi, gazetecilik mesleğinin teknikleriyle tercüme ediyor
15 Aralık 2016 13:55
Truman Capote adının, popüler kültür ögeleri ile birlikte yarattığı/ yaratacağı sansasyonel yorum ve görüşleri bir kenara bırakacak olursak, polisiye öykü ve polisiye roman yazınına kattığı başka bir dokunuş var. Şüphesiz bu türde yakalamaya çalıştığı şey, hem estetik bir form hem de anlatım biçiminde ‘tanıklık’ rolünü metnin odak noktasında tutmak. Aslında kısa öykülerinin çoğunda, polisiye yazım sürecinin ana izleklerinden olan gerilim ve tekinsizlik duygusunu canlı tutuyor Capote. Ve bu güvenilmez durum, metinlerine hâkim olan“işte şimdi bir şey olacak” havasını da önemli ölçüde güçlendiriyor.
Truman Capote, onun yaşamöyküsünü bilen ve metinlerini hayranlıkla takip eden okurlarının da tahmin edeceği üzere çocukluğunu New Orleans'da geçiriyor. Louisiana eyaletinin bu en büyük şehrinin, sahip olduğu zenginliklerle Capote’nin pek çok öyküsüne sinmiş olan gotik/ grotesk unsurlar için bir cazibe ögesi olduğu da muhakkak. Üstelik kentin barındırdığı tarihsel hikâyeler onu bir mekân olarak, polisiye, gizem ve korku gibi pek çok türün de başkarakteri hâline getiriyor. Bununla birlikte Truman Capote’nin yazar olarak her zaman estetik ve anlam açısından arayış içinde olması, okuru yenilikçi bir biçimle farklı okuma pratikleriyle sınamasına da olanak tanıyor.
Bir polisiye metnin ritmini elinde tutan vaka ve vakanüvis/ dedektif gibi unsurlar, Capote’nin polisiye yorumlamasında yeni bir okuma biçimine bürünüyor. O, ne süregelmekte olan davanın, o ânın suç unsurlarının peşindedir ne de delil toplayan Holmesvari anlayışla bir suç hikâyesi yazmanın… Gerçek bir karakter olarak, yazar sesiyle arasına mesafe koymayı başaran Capote, öykülerinin merkezine suç ve suçlu anatomisine karşı duyduğu merakı, cüreti koyarak onu bir kurguya dönüştürüyor.
Kendinden çoğunlukla TC olarak bahseden yazar aslında gazetecilikte geliştirdiği tanıklık rolünü, metinlerinde bir yanıyla belgesel diline yaklaştırıyor. Bunu yaparken de metni söyleşi tekniği ile kurguluyor ve gündelik dilin gerçekliğiyle diyaloglar üzerine inşa ediyor. Böyle bir kurgulama yöntemini tercih etmesinde belki de kendi hayatının skandallar üzerine kurulu olan renkli yelpazesi kadar suçluluk duygusunun/ iç dökmenin, hatta belki Hıristiyanlığa özgü bir yaklaşımla “günah çıkarma”nın kendi iç dinamiklerine duyduğu ilgi ve merak geliyor olmalı. Ama aynı zamanda bu varsayım, Capote’nin bu öykülerdeki yerini sorgulama hakkını da veriyor ister istemez okura. Hem bir karakter olarak metinlerin merkezinde olması hem de suçlunun sırrını/ yükünü taşıma rolünü oynaması, bir çeşit tanrısal bakışın sahibi de yapıyor Capote’yi. Böylelikle o, öykülerindeki diğer karakterleri “o bizim bilmediğimiz bir şeyi biliyor” tedirginliği ile kastrasyona uğratıyor.
Diğer yandan, okuru da bilmenin hazzına ortak ediyor. Bununla birlikte Capote’yi ilgilendiren şey, suç mahalli, suç aletleri ya da aniden ortaya çıkan/ kaybolan işaretler değil. O daha çok tam da bu unsurlardan yaratılan suç evreninin etrafında dolaşan fısıltılarla, komşuların, süt dağıtan çocuğun, gizli âşığın anlattıkları öykülerle ama en çok polis teşkilatındaki dedektif bir arkadaşının, failin, suçlunun anlattığı ayrıntılarla ilgileniyor, onlardan suçun yapısını inşa ediyor, okura bir öykü veriyor.
Bukalemunlar İçin Müzik'te yer alan “El Oyması Tabutlar/ Bir Amerikan Cinayetinin Gerçeğe Dayalı Öyküsü” adlı öyküsü, 1975 yılının Mart ayında, Amerika’nın batısındaki küçük eyaletlerden birinde bir kasabada işlenen seri cinayetlerden bahsediyor. Ancak Capote’nin bu öyküsünü daha özel kılan bazı unsurlar söz konusu. Yazar hikâyeyi baştan sona gündelik dilin dialogları ile kurguluyor. Bir arkadaşının aracılığıyla tanıştığı, Eyalet Soruşturma Bürosu dedektiflerinden Jake Pepper, öykünün Capote ile birlikte diğer başkahramanı. Yazarın karakter yaratımındaki ustalığı Jake Pepper ile daha da öne çıkıyor. Dialoglarla metnin ritmini canlı tutmayı başarırken öte yandan Hitchcockvari bir gösterge veriyor okurun eline. Küçük el oyması tabutlar. Capote bu gösterge ile vakayı bir delil toplama sürecine hapsetmiyor.
Hikâyeyi farklı zamanlara yayarak kimi zaman geri dönüşlerle sürekli canlı tutuyor. Bu anlamda Capote dinleyici/ tanıklık rolünü üstlenerek, Jake’in vaka çözüm aşamalarından polisiye bir düşünce tasarlıyor. Bu öyküde gerilimi canlı tutan şey, diğer polisiye öykülerin de çekirdeğini oluşturan “Katil kim” sorusu kadar ‘tekinsiz’ duygusunu pekiştiren güçlü karakter tahlilleri şüphesiz. Aynı zamanda Capote, sinema dünyasıyla da her zaman sıkı ilişkiler içinde olması sebebiyle metinlerinde anlatım dilini bu görsel sanat dalına yakınlaştırarak kuruyor. Bunu yaparken ‘neden’ sorusunu daha çok önemsiyor gibi görünüyor, Jake Pepper’la kurdukları inişli çıkışlı dostlukları, Jake’in kasabanın öğretmeni Addie ile olan ilişkisi ve bu bağlar etrafında gelişen diğer sosyal ilişkileri, işlenen cinayetlerin psikolojisine okurun tanıklık edeceği biçimde tarihselleştiriyor. Ve yine okur için, ruhunda dehşetin kol gezdiği bir katil profili çizmek yerine- bunu hiç yapmıyor değil- suçun pratiğine dair merakı kışkırtan unsurları bir araya getiriyor.
Bir diğer öyküsü “Gözüpeklik” ise, San Quentin Hapishanesi’nde yatan ve idamını bekleyen Robert M. adlı suçluyla yaptığı bir dizi röportajın peşinde olan polislerden, Los Angeles’dan kaçışını anlatıyor. Truman Capote bu öyküde de, bir başyapıt olarak kabul edilen Soğukkanlılıkla (1966) adlı romanında olduğu gibi gazetecilik yöntemleriyle kurguyu tasarlıyor. Mizahi unsurlarla da etkisini güçlendirdiği metin, okura kriminal bir süreci değil, sonrasında Amerikan polis teşkilatı ile gazetecilik anlayışının birbiriyle çakıştığı noktayı işaret ediyor.
“Sonra Her Şey Altüst Oldu” adlı öyküsü de yine aynı şekilde San Quentin Hapishanesi’nde korunaklı bir hücrede kalan ve Charles Manson çetesinin geri planda olan isimlerinden Robert Beausoleil ile yaptığı görüşme kaydını esas alıyor. Dialoglarla ilerleyen öykü, Beausoleil’in çete üyeleri, Charles Manson ve çetenin işleyişi ile ilgili verdiği bilgilerle güçlü bir öykü formuna dönüşüyor. Bu öyküde okur, benzer şekilde Soğukkanlılıkla’da tattığı okuma hazzını deneyimliyor. Adı geçen öykülerinin yanı sıra Truman Capote, diğer metinlerinde de doğduğu toprakların hikâyelerinden beslenen “tekinsiz” olanı açıklama, evcilleştirme çabasını canlı tutuyor. Böylelikle her daim yeni kalmayı başaran özgün metinlerle polisiyeyi, gazetecilik mesleğinin teknikleriyle yeniden tercüme ediyor. O, bu form arayışıyla okurlarına, insan doğasının tuhaflığını gözler önüne seren yeni söyleyiş biçimlerini de vadediyor bir yerde.
Yazarın ilk kısa öykü deneyimlerinin bir arada toplandığı Ateşteki Güve adlı kitabı, geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Toplam on dört öyküden oluşan kitap aslında bize gelecekte Capote’nin hayatı nasıl yaşamak ve kim olmak istediği konusundaki çelişkilerini, biçim ve anlam konusundaki arayışlarıyla hep okura hissettirecek olan ilk kelimeleri, ilk cümleleri. Kitabın önsözünü kaleme alan Random House editörü David Ebershoff, öykü dilinin onun hiç kuşkusuz gelecekteki olgunluk öykülerinin müjdesini verir nitelikte olduğunu ifade ediyor. Bu anlamda daha genç yaşlarda yazarın kendi sesini bulabilecek farkındalığa sahip olduğunu, bununla birlikte yılmadan, titizlikle çalışan bir yazar adayı olduğunu da belirtiyor yine. New York Halk Kütüphanesi’nde Truman Capote arşivinde bulunan el yazması metinlerin çoğunda yine yazarın kendi düzeltmelerini ve notlarını görmenin de mümkün olduğunu dile getiriyor Ebershoff.
Aslında bu on dört öyküyü, önsözde yer alan editörün açıklamalarının tesirine açık olarak okuduğumuz için mi olgunluk metinlerine bir yumuşak geçiş olarak okuyor ve değerlendiriyoruz? Söz gelimi “Son Kapıyı Kapa” (Shut a Final Door), Truman Capote’nin O. Henry Ödülü'nü aldığı kısa öyküsü olmakla birlikte, yazar olarak da dikkatleri üstüne çektiği ilk metinlerinden olma özelliğini taşıyor. Şüphesiz çalışkanlığı, üretkenliği onun öykülerini bir süreklilik içerisinde zenginleştiriyor. Kendi dilini tasarlamaya çalıştığını, bu on dört öyküye hâkim olan ekonomik dil ile anlatımdaki sadelikten fark edebiliyoruz. Bununla birlikte New Orleans’da doğan ve çocukluğu Amerika’nın güneyinde, akrabalarının yanında geçen Capote’nin pek çok metni, hiç şüphesiz annesinin yanında, oradan öylece geçip giden yabancıların yarattığı yalnızlık ve kaygı sanrılarının izlerini taşıyor. Güneyin acayip iklimini yansıttığı ve ufak ayrıntılarla fanteziyi gerçeğe dokundurduğu metinleri, bir şekilde içinde var oldukları toplumun tabularını alaşağı eden birer ikon kırıcı metinler hâline dönüşüyor.
Ateşteki Güve yazarın, iç dünyasını derinden kazacağı ve yaşadıkları çelişkilerle, kendini kendinden kurtarma- Capote’yi Capote’den- çabasını daha güçlü hâle getirecek –çoğunlukla dönüşüme açık olan- karakter yaratımına önem verdiğini de gösteriyor okura. Elbette bu ilk öykülerde karakterler, sonraki öykülerinde ve romanlarında tanışacağımız karakterler gibi daha derin ruh tahlilleri ile karşımızda değiller. Öyküler daha çok durumların yarattığı trajedileri, talihsizlikleri gözler önüne sermeye çalışıyor. Fakat bu tutumu, Truman Capote’nin ne kadar duyarlı ve empati duygusunun da ne kadar güçlü olduğunun altını çiziyor gibi. Tüm yazın hayatı boyunca gözden uzak olan, yaşamın dışına itilmiş, farklılaştırılmış karakterleri anlatmayı tercih ediyor Capote. Aslında bunda tamamen olduğu kişi olmasının etkisi büyük. O sadece cinsel yönelimi ile değil; yaşama karşı duruşu ile de edebiyat dünyasının ve cemiyet hayatının bir manipülatörü. Hâl böyle olunca, kaleme aldığı öyküler de bu kimliğin iç görüsünden, renkliliğinden nasibini alıyor.
Ateşteki Güve'de yer alan ve geçtiğimiz yüzyılın en önemli yazarlarından Truman Capote’nin edebî yaratıcılığının ilk adımları olan öyküler, onun zenginleştiren bakış açısı ile okura okuma hazzını çoğaltacak bir pratik vaat ediyor…