Kitap kedilerinin şahı, Behemot

Behemot’u edebiyatta kedilerin ve kediliğin şahı, kedi becerikliliğinin ve umursamazlığının kişileşmesi olarak selamlıyorum...

02 Haziran 2016 13:52

Yunanistan’ın meşhur Aynoroz dağındaki manastırlara kadınlar giremiyor. Teoride, dişi evcil hayvan da giremiyor; ama keşişler ortalıkta dolaşan dişi kedilere göz yumuyorlarmış (belli ki, fare problemi, kurallardan daha önemli). Charles Darwin, bir yazısında, İngiltere’nin bir bölgesindeki kedi sayısının bolluğunun ya da azlığının fare sayısını, fare sayısının bir tür arının sayısını, o tür arı sayısının da yalnızca o arıların döllediği çiçeklerin sayısını etkilemesini anlatır.

Kediler, işte böyle böyle kazandıkları ayrıcalıklarla, bin yıllardır kilerlerin, mutfakların, kütüphanelerin, keşişlerin dostu olmuş, bu yolla kitap dünyasında da çok ayrıcalıklı bir yer edinmişler; sayısız resim, sayısız metin onları konu ediyor. Eski Mısır’ın hiyerogliflerinden, heykellerinden, Acem minyatürlerinden, Ortaçağ elyazmalarından, Japon illüstrasyonlarından başlayıp, internetin önemli bir bölümünün kedilere vakfedildiği günümüze dek tekrar tekrar resmedilmişler.

Üstat ile Margarita, Mihail Afanasyeviç Bulgakov, Çeviri: Sabri Gürses, Everest YayınlarıKediler hakkında yazılmış pasajlar arasında edebiyat dünyasının en meşhur, en sevilen sayfalarından bazıları var: Montaigne’in “Kedimle oynadığım zaman, benim onunla gönül eğlendirdiğimden daha çok onun benimle gönül eğlendirmediğini nereden biliyoruz ki?” sorusu, Alice’in Cheshire Kedisi’ne yol sorduğu ve kedinin “deli olmasan burada işin ne” demesiyle biten müthiş sayfa, Baudelaire’in kedi konulu şiirleri, bir keşişin Pangur Ban adlı kedi için yazdığı İrlandaca şiir, Nâzım Hikmet’in “Masalların Masalı”...

Edebiyatta ve sanatta kedi konusunun meraklıları için, British Library’nin “Cats: A Literary Anthology”si, Bibliothèque nationale de France’ın “Des chats passant parmi des livres”/”The Well-Read Cat” adlı antolojisi, Selçuk Demirel’in illüstrasyonlarıyla Fransızca ve Türkçe yayımlanan kedi konulu edebî alıntılar kitapları var. Kedilerin ağzından yazılmış pek çok kitap da var; kısa süre önce Türkçede iki ayrı çevirisi yayımlanan E. T. A. Hoffmann’ın Murr Kedi’nin Hayat Görüşleri[1] başlıklı satiri bunların en tanınmışlarından biri.

Benim gözümde edebî kedilerin en karakterlisi, en komiği ise Bulgakov’un Üstat ile Margarita'sındaki Behemot. Bu romanda, muhtemelen Şeytan’ın bizzat kendisi olan Woland adlı karakter, Moskova’da ortaya çıkıp her şeyi birbirine katar; Behemot, Woland’ın iki yardımcısından biridir. İlk anıldığı pasajda, kedinin bir domuz kadar iri, baca isi gibi siyah olduğunu, bıyıklarının bir süvari subayının bıyıklarına benzediğini ve iki ayağının üzerinde yürüdüğünü okuruz. Romandaki ilk sahnesinde Behemot tramvaya binmeye kalkar; on kopeklik tramvay ücretini ödemeye çalışmasını Bulgakov “belli ki bu kedi ödeme güçlüğü içinde olmadığı gibi, disiplinliydi de” diye anlatır. Kondüktör onu tramvaya kabul etmeyince on kopekle bıyıklarını okşadıktan sonra arka kapıya asılarak biner tramvaya.

Bugün, Moskova’da, romanın açılış sahnesinin geçtiği parkta, bir trafik işaretinde bu üçlü resmediliyor. Trafik işaretindeki uyarı, “tanımadığınız kişilerle katiyen konuşmayınız” diyor; bu söz, aynı zamanda romanın ilk bölümünün başlığı:

Behemot, konuşan bir kedi (kedi olmasının fazla sorun yarattığı durumlarda ise fizyonomisi kediyi andıran bir insana dönüşüyor). Adı, Eski Ahit’teki dev bir canavardan geliyor. Hâli ve tavırlarıyla tam bir “karakter” resmetmiş Bulgakov: yemeği, içkiyi, salon zevklerini seven; her haltı yiyen, insafsız, sivri dilli, ortalığı karıştıran, yakıp yıkan, silah taşıyan; bir emirle kelle uçuran, uçurduğu kelleyi geri takan; mermiyle vurulduğu zaman biraz gazyağı içerek kendine gelen; yanında taşıdığı Primus marka gazocağıyla bazı mekânların maalesef yanıp kül olmasına yol açan; satrançta Woland’a yenildiği zaman tehdit altındaki şahını kaş göz işaretleriyle tahtadaki yerini terk etmeye ikna eden; tüm bu numaralarına rağmen çok kibar, ağdalı bir eski zaman efendisi diliyle konuşan, her durumda söyleyecek bir sözü, bir cevabı olan, kendisine “gel pisi pisi” değil de “beyefendi” olarak hitap edilince bunu takdir eden, papyon takmayı, opera gözlüğü kullanmayı bilen, hanımlara nasıl davranılacağını bilen bir kedi Behemot.

Kitabın en meşhur pasajlarının çoğunda Behemot var. Örneğin, Woland, kitabın çok iyi tanınan, sloganlaşmış cümlesini, “elyazmaları yanmaz ki”yi söyledikten sonra Behemot’a dönüp Üstat’ın elyazmasını şömineden almasını rica eder. Romanın en komik pasajlarından birinde de replik Behemot’tadır: Behemot ile Korovyev, yazarlar derneğine girmeye çalışırken, Korovyev, kapıda üyelik kartı soran kadına kendisinin de bir Dostoyevski olabileceğini, üyelik kartı yok diye Dostoyevski gelse onu almayacaklarını mı sorar. Kadın, kendinden çok emin olmayan bir sesle “Dostoyevski öldü” der. Behemot “Protesto ediyorum!” diye girer konuşmaya, “Dostoyevski ölümsüzdür!”

Üstat ile Margarita’da, Moskova’daki aksiyonun yanında, bu aksiyonla iç içe geçerek, başka bir zamanda ve mekânda da İsa’nın sorgulanması, Matta İncili’nin yazılması ve Pontius Pilate hikâyesi ilerler. Bu ikinci hikâyedeki Pontius Pilate’nin yardımcısı Roma lejyonerinin lakabının “fare düşmanı” olması bence bir rastlantı değil; Bulgakov, böylece, Matta’nın ve Üstat’ın hikâyesi arasında kurduğu paralellikleri perçinlemiş olmalı.

İllüstrayon: Anna HargravesÜstat ile Margarita’nın, kediliğe yaptığı tüm bu hizmetlere rağmen, yukarıda andığım kedi antolojilerinin hiçbirine girmemiş olması ilginç.

Kitap, bugün, 20. yüzyıl Rus edebiyatının en sevilen, kültleşmiş kitaplarından biri. www.masterandmargarita.eu, tümüyle bu kitaba adanmış bir internet sayfası; bir yandan kitabı, bağlamını, yorumlarını pek çok yazıyla paylaşırken, bir yandan da kitapla ilgili görsel malzeme zenginliğini derleyip okurlara sunuyor (@mmwebsite adlı bir Twitter hesapları da var). Belli bir konunun meraklılarının interneti nasıl ustalıkla ve etkili olarak kullanabileceğinin güzel örneklerinden biri bu site.

Sinema ve tiyatro uyarlamaları için haliyle Behemot gibi bir karakter epey sorun teşkil ediyor; kısa zaman önce Simon McBurney’nin yönetimindeki Complicite’nin yaptığı tiyatro uyarlamasında, Behemot koskoca, gözleri kırmızı parlayan bir kuklaydı ve sahnede dolaşan (ama bir yerden sonra izleyicinin fark etmemeye başladığı) nötral giysili kuklacılarla oynatılıyordu. 

Behemot’u edebiyatta kedilerin ve kediliğin şahı, kedi becerikliliğinin ve umursamazlığının kişileşmesi olarak selamlıyorum. Bugün de Bulgakov’un müzeye dönüşmüş evine gidenleri merdivenlerde takılan koskoca bir kara kedi karşılıyormuş; müzedekiler kedinin nerden çıktığını bilmediklerini iddia ediyorlarmış. Bu işler belli olmaz; belki bizimki hâlâ ortalıkta dolaşıyordur.

Ana görselde Elena Martynyuk’un fotoğraf dizisinden bir kare kullanılmıştır.