Bugün 23 Nisan: “Eğlenin yavrularım, eğlenin”

"23 Nisan 1968’de Akşam gazetesinde Çetin Altan’ın kaleme aldığı “Eğlenin yavrularım, eğlenin” başlıklı yazı daha sonra Çetin Altan’ın kendi sesinden plak olarak da yayınlanır. Altan’ın 1968’de yazdığı ve hâlâ eskimeyen bu yazısına Nâzım Hikmet’in “Kerem Gibi” adlı şiiri de eşlik etmektedir."

Bu yıl 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın 102. yılı… TBMM’nin açılışının ilk yılından itibaren kutlanan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı (Ulusal Bayram), 1929’dan itibaren Çocuk Bayramı ile birlikte kutlanmaya başlar. İstanbul’da 1917’de kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu), savaş sırasında yetim ve öksüz kalan çocukların korunması amacıyla 1921’de Ankara’da çalışmalarına başlar ve Hâkimiyet-i Milliye Bayramı sırasında da yardım toplama faaliyetlerini sürdürür. Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından ilk kez 23-30 Nisan tarihleriarasında düzenlenen “Çocuk Haftası” etkinlikleri 23 Nisan 1929 Salı günü başlar. Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin öncülüğünde kutlanmaya başlanan 1929 yılı ve sonrasında da yurt çapında ve bütün çocukların kutladığı bir bayrama dönüşür.

“Kimsesiz vatan çocuklarına yardım” amacıyla başlayan, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra, 1981’de Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı adını alan bayramda “çocuk” bir günlüğüne hatırlanacak –o da protokole uygun ve törensel olarak– “geleceğimiz” olduğu her fırsatta belirtilen çocuklar “kaderleri” ile baş başa bırakılacaktır…

1931’de Giresun Gazipaşa İlk Mektebi ve Orta Mektep öğrencileri 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda.

“Biçare vatan yavruları…”

1929 yılındayız… Gazeteci, yazar Mümtaz Faik (Fenik) 23 Nisan 1929 tarihli Cumhuriyet gazetesine “Ağaç Yaşken Eğilir” başlıklı bir yazı yazar. Yazı şenlik ve bayramla değil, hapishanedeki çocuklarla ilgilidir. “Bütün çocuklar bugün bayram yapacaklar, hapisane köşelerinde çürüyen bahtsız mücrim çocukları da düşünmek lâzımdır” üst başlığıyla yaklaşık tam sayfa olan yazı, Mümtaz Faik’in hapishanedeki mücrim (suçlu) çocuklara yaptığı ziyaretteki gözlemlerini anlatır. Ayrıca suçlularla birlikte kalan, “kaderin sillesini yemiş biçare vatan yavrularının” topluma bir an önce kazandırılmasından, onlar için “ıslahhane” yapılmasından söz etmektedir. Bir bölümünü okuyalım:

Bu hafta çocuk haftası... Her yerde çocuklar için müsamereler tertip ediliyor.

Türk Ocağı’nda çocuk balosu var!..

Saçları güzelce taranmış, temiz giyinmiş penbe yanaklı pürsıhhat çocuklar Ocağın başına geçmişler, büyük adamlar gibi, öteye beriye telgraflar çekiyorlar… Riyaset kürsüsünden kısa çoraplı tombul bacaklarını sallayarak sağa sola emir veriyorlar:

– Bu hafta buranın sultanı biziz, bizim sözlerimizi dinleyeceksiniz. (…)

Bunlar cemiyetin lütfuna mahzar olmuş, ana baba veya mektep şefkatinden nasip almış, zekâlarının inkişafı için bir muhit bulabilmiş talihli çocuklardır…

Böyle bir günde talihsiz ve kimsesiz yetişmiş, mücrim çocukların biaman kader kırbacının altında nasıl inlediklerini görmek ve dinlemek istemez misiniz?.. O halde benimle beraber, umumî hapisanenin sıbyan koğuşunu ziyarete geliniz…

Yazının girişi böyle… Mümtaz Faik sonrasında katillerin, soyguncuların, hırsızların arasından geçerek sübyan koğuşuna gider. Orada bir kutu çorap çalandan, babasını öldürmekle itham edilene kadar 13 ila 18 yaşlarında çocuklarla konuşur. Sefalete ve umutsuzluğa tanıklık eder. Tam giderken çocuklardan biri kim olduğunu sorar, Mümtaz Faik “Ne yapacaksın?” diye cevap verir. Çocuğun cevabı, “Olur a belki mühim birisisiniz de… Belki bize şefaat edersiniz de…” olunca tek kelime edemez. Ve yazısını şu cümlelerle bitirir:

Bu hafta çocuk haftası var… Ocak’ta balo veriliyor… Her tarafta müsamereler yapılıyor… Bu esnada sizin vaziyetinizi merak ettim de onu görmeye geldim demeğe nasıl dilim varabilirdi?

“Eğlenin yavrularım, eğlenin…

Yıl 1968… Sırada yazar Çetin Altan’ın 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı üzerine yazdığı bir yazı var. Çetin Altan, 1965-1969 yılları arasında Türkiye İşçi Partisi (TİP) kontenjanından XIII. Dönem İstanbul milletvekili olarak görev yaptığı sırada gazete yazılarına da devam eder. 23 Nisan 1968’de Akşam gazetesindeki “Taş” isimli köşesinde Altan’ın kaleme aldığı “Eğlenin yavrularım, eğlenin” başlıklı yazı daha sonra Çetin Altan’ın kendi sesinden plak olarak da yayınlanır. Aşkın Plak tarafından çıkarılan plağın ön yüzünde Vietnam savaşı ve savaşan çocuk askerleri konu edinen “Ağıt”, arka yüzünde de “Eğlenin Yavrularım” yer almaktadır.

Çetin Altan’ın 1968’de yazdığı ve hâlâ eskimeyen bu yazısına Nâzım Hikmet’in “Kerem Gibi” adlı şiiri de eşlik etmektedir. Biraz kısaltarak, noktasına virgülüne dokunmadan aktaralım:

Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının kırksekizinci yıldönümü. Bugün Egemenlik ve Çocuk Bayramı.

Eğlenin yavrularım, eğlenin, gülün, oynayın, koşun, bağırın, egemen bir ülkede özgür ve mutlusunuz. (…)

O kadar özgür ve mutlusunuz ki, kazara aklınıza vatanımızda dalgalanan çok yıldızlı bir yabancı bayrağına bakarak kuşku girerse, savcı yapışabilir yakanıza:

‘Niye düştünüz bu kuşkuya?’ diye.

Ve şâyet küçücük çıplak ayaklarınızla koskoca İstanbul şehrinde yatacak bir yer bulamıyor da, kapı diplerinde kıvrılıyorsanız, yüreğiniz hiç kararmasın, 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı sizler içindir.

Eğlenin yavrularım, eğlenin, gülün, oynayın, koşun, bağırın, egemen bir ülkede özgür ve mutlusunuz.

On yaşına kadar bin tanenizden dörtyüz ellinizi mezarlıklara mı götürüyorlar? Büyük kentlerin gecelerinde, dar ve karanlık sokaklarda sizi on liraya satanlar mı var? Köylerde okulsuz, bakımsız ve pabuçsuz; inekleri mi güdüyorsunuz?

Aman sakın… Savcı çok kızar bu sözlere. Egemen ve özgür olduğunuzu inkâr sayılır bu: sınıfı sınıfa düşürmek, hükümetin manevi kişiliği, milletin bütünlüğü, demokrasiye karşı çıkmak, milli çıkarlara aykırı hareket ve daha türlü türlü maddelerle bir gece yarısı alınıp cellâtlara verilirsiniz.

Eğlenin yavrularım, eğlenin, gülün, oynayın, koşun, bağırın, egemen bir ülkede özgür ve mutlusunuz.

Savcılar, polisler, zindancılar, jandarmalar ‘Egemen ve özgür değiliz’ demeye çok kızarlar. Hele küçücük boyunuz, daracık göğsünüz, sıska vücudunuz ve yırtık pantolonunuzla araba vapuru iskelelerinde otomobil camı silerken, gözünüz arabanın içindeki temiz giyimli, şık ayakkabılı, taranmış saçlı çocuklara kayarsa, içinizi çekmeyin. Bir iç çekiş sosyalistlik, iki iç çekiş komünistlik, üç iç çekiş anarşistlik, dört iç çekiş ihtilal, özgürlüğe ve egemenliğe karşı çıkmak, Rus casusu olmak, Pekin’e satılmaktır. Sonra sizlere, fakirlikte eşitlik arıyor derler, demokrasi düşmanı derler. Milli değilsiniz derler. İçinizi çekmeden silin arabaların camlarını. Ellerinin tersiyle, sinek kovar gibi sizleri kovanlara, özgürlük ve egemenlik aşkına neşeli gülücükler yapınız. Ezilip, horlanıp, sürünmek şanıdır demokrasimizde yaşayan fukara çocuklarının. Bu şandan sizleri tutamaksız bırakanları mahrum etmeyiniz.

Eğlenin yavrularım, eğlenin, gülün, oynayın, koşun, bağırın, egemen bir ülkede özgür ve mutlusunuz.

Babanız, on liraya harç mı çekiyor bir inşaatta, köyde ağa yanaşması olarak mı çalışıyor boğaz tokluğuna, gazete mi dağıtıyor sabahın kör karanlığında? Bir de babalarınızın harç çektiği binaların yükselişine bakınız, ağaların ton ton pamuk balyalarına ve gazetelerin büyük rotatiflerine. Onların içinde ve gölgesinde yaşayan çocuklar sizlerin kardeşlerinizdir. Özgürlük ve egemenlikte eşitsiniz onlarla, hele şehitlik pâyesi en çok sizler içindir.

Eğlenin yavrularım, eğlenin, gülün, oynayın, koşun, bağırın, egemen bir ülkede özgür ve mutlusunuz.

Ahmet Yıldız’ı unutmadık!

2013 yılındayız… Hayatını kaybettiğinde henüz 13 yaşındaydı Ahmet Yıldız, unutmadık! Çocuk işçi Ahmet Yıldız, Adana’nın Yüreğir Mahallesi’nde yaşıyordu. Okula gidiyor ve tıpkı mahalledeki diğer çocuklar gibi bir atölyede çalışıyordu. Haftalık 100 lira karşılığında bir atölyede mahalleden bazı arkadaşlarıyla birlikte kaçak –resmî deyimle ruhsatsız– çalışıyordu. Babası çalıştığını bilmediğini, annesi gizlice aldığı cep telefonunun taksitlerini ödemek için çalıştığını, öğretmeni okul harçlığını çıkarmak için çalıştığını ve işvereni de ailesinin rızası ile çalıştığını söylüyorlardı. Hangisi doğru olursa olsun sonuç değişmiyordu, Ahmet, çocuk işçiydi.

14 Mart 2013 günü, presleme makinesinde çalışırken –söylemeye dilimiz, yazmaya elimiz varmıyor– başını pres makinesine kaptırarak can verir Ahmet Yıldız. Daha fazla üretim yapabilmesi için makinenin sensörüyle oynandığı sonradan ortaya çıkar. İşveren hastaneye “araba kazası geçirdi” diye götürür. Ahmet’e bakan doktor bunun araba kazası olmadığını fark edince, işveren işyerinde Ahmet’in kanlarını temizleyecektir. Sonra mahkeme süreci başlar. İlk celsede oğullarının hakkını aramakta kararlıdır aile, ikinci celsede ise şikâyetlerini geri çekerler. “Kan parası” denen çağdışı “töre” devreye girer ve gereği yapılır. Ancak kamu davası devam eder. 9 Ekim 2013’te sonuçlanan davada işverene önce beş yıl hapis cezası verilir. Ardından iyi halden ceza 4 yıl iki aya indirilir. Yetmez, olay “kusurlu eylem” sayıldığından ve sanık pişmanlığını dile getirdiğinden dolayı ceza 30 bin 40 lira adli para cezasına çevrilir. Üstelik sanık cezayı 24 taksitte ödeyecektir.

Ahmet Yıldız bir iş cinayeti sonucu hayatını kaybettiğinde henüz 13 yaşındaydı ve hayatına “biçilen” değer 30 bin 40 lira olmuştu. Bu tüyler ürperten “kaza” ya da “cinayet”, ne derseniz deyin, nihayetinde henüz 13 yaşındaki Ahmet’in canını almıştı. Önce doktor, sonra da bu olayı duyuran basın sayesinde kamuoyu Ahmet’in trajik ölümünden ve sonrasında yaşananlardan haberdar oldu. Peki ya haberimiz olmayan, “kaza raporu” ile hayatını kaybedip gömülen diğer çocuk işçiler?

Çocuk işçiler

Bugün bütün dünyada küresel bir sorun olan yoksulluk ve işsizlikten sadece büyükler değil, çocuklar da payına düşeni alıyor. Yoksulluğun ve işsizliğin sonucu olarak ortaya çıkan bu tablo gerçekten vicdanı olan hemen herkesi etkiliyor. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından 2020 yılının başında hazırlanan rapora göre, dünyada çocuk işçilerin sayısı 160 milyon civarında. Üstelik bu sayıya ev içinde çalışan kız çocukları dahil değil. Uzmanların tahminleri, pandemi yoksulluğun daha fazla artmasına neden olduğu için, bu yıl sonuna dek çocuk işçilere en az 40 milyon çocuk daha katılacağı yönünde. Bu çocukların yarısından fazlası, 5 ila 11 yaş arasında; yüzde 70’i tarım sektöründe… 76 milyonu da tehlikeli işlerde.

Gelelim ülkemize… İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre 2013 ile 2021 yılları arasında ülkemizde 513 çocuk işyerinde çalışırken öldü. Bunların 169’u 14 yaş ve altında, 344’ü ise 15-17 yaş aralığında. Bu ölümler sırasıyla Tarım/Orman, İnşaat/Yol, Metal, Konaklama, Ticaret/Büro işkollarında yaşanmış. Elbette hayatını yitiren çocukların isimleri var, henüz 18 yaşına gelmeden ve gençliklerini bile yaşayamayan bu çocuk işçilerin keşke isimlerini de sıralayabileydik…

Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de Covid-19 salgınıyla açlıkla karşı karşıya kalan çocukların, çocuk işçi saflarına katılmaları bu sayıyı çokça artırıyor. Nihayetinde gerçek sayının 2 milyon civarında olduğu tahmin edilmekte. Her türlü sosyal güvenceden, işyeri güvenliğinden yoksun olarak çalışmak zorunda kalan çocuk işçilerin durumu, dramı bu.

“Eğlenin yavrularım, eğlenin, gülün, oynayın, koşun, bağırın…”

•