Al Tutili ve müveşşah: Transkültürel bir şiir nasıl olurdu?

"Şiir, dilde kuruluyor olması nedeniyle transkültürelliğin hiç beklenmeyeceği bir alan. Ancak Endülüs kültürü bunu zarif bir biçimde başarmış görünüyor. Harcelerde karşılıklı olarak birbirlerinin şiirlerinden, şarkılarından, dillerinden alıntılar yapmışlar. Öylesine bir dilsel rahatlık içindedir ki, Romancanın içine tekrar 'habib' gibi bir Arapça sözcüğü de koyuverir şair."

21 Nisan 2022 15:35

Bir Endülüs-Arap şiir formu olan müveşşah, Batı ile Doğunun, Latin ve Arap kültürlerinin teması sonucu doğmuştur. Arap şiirinin, içine geldiği coğrafyanın kültürleriyle girdiği etkileşimin bir ürünüdür. Bu yanıyla müveşşah kaside ve gazelden yapısal ve dilsel olarak ayrılır. Muhtemelen köken olarak musammat’tan gelir, ancak İberya Yarımadası’nda popüler olan villancico (dans) şarkılarıyla kurduğu temasla farklılaşır. Farklı uzunluktaki kıtalarla ve değişen uyaklarla yazılır. Şiiri baştan sona birleştiren bir kemer uyak da vardır (ki buna markaz da denir), kıtadan kıtaya değişen uyaklar da. Hem yola çıkılan ‘merkez’ sabit kalmış hem de varılan yere de uyum sağlanmıştır sanki. Bu sabit ve değişken uyaklı yapıda uyaklanan bölümlerin kıta düzeni şiirden şiire farklılaşabilir. En çok rastlanılan türü (aa) bbbaa cccaa dddaa eeeaa fffAA biçimindedir. Ancak aşağıdaki Al-Tutili’ye ait şiirde aaa bbbbaaa ccccaaa ddddaaa bbbbaaa eeeeAAA biçimindedir. Müveşşah’a daha canlı ve ritmik bir hava vermek için mısralar da biraz daha kısa tutulmuştur.

Gözyaşları akar ve göğüsler yanar,

sular ve alazlar!

Bunlar ki ancak büyük bir şeyde kaynar.

Ve amansızdır yargıcın söylediği,

hayat kısaymış, aşk acısı ebedi.

İç çekişler çeker susuzluk çekeni.

Ey gözyaşları, akar gider sel gibi.

Uyku hayal oldu, vuslat uzak diyar

Ne bir yer ne karar

Konacak liman yok, uçmak neye yarar.

Ey o haccettiği Kâbesi kalplerin,

aşk çağırıp da özlem verince aksin,

dönünce feryadı inleyenin hazin;

Burdayım! Dinlemem sözünü hasedin!

Bırak gideyim ona umreye dindar

tereddütsüz ikrar,

kalbim hediye, gözyaşlarımsa taşlar.

Hoş gelmiş, terk etse de beni ölüme,

yumuşak bir bel, cilveli kirpiklerle.

Ey sertlik, ki kalp sanar uysallık diye,

sen öğrettin, kötüdür düşünceler de.

Gitti o güzel geceler azar azar,

gözlerim bir pınar,

göz kapaklarım birer kılıç hunhar.

Boyun eğdiğim kişi zalimin biri;

İma etsem de açık etmem ismini;

Ne diye çekerim, yetmez mi ettiği!

Ben birleşmek isterim, o hep firari.

Bırakmadı bana aşkımdan hiçbir kâr,

ürkek ama gaddar.

Gelmedi sevinç bir daha, kaldım naçar.

Mahkumum ve muhtaç, dayanamam ona,

bir bey ki suçlamakta, hep can yakmakta

acıya boğdu beni ve etti hasta,

şarkılar söyledi aşka, ve alayla:

Meu I-habib enfermo de meu amar.

Que no ha d'estar? 

Non ves a mibe que s'ha de no llegar?

çev. Erhan Altan, Karim Borusalem, Ruben Schenzle

Endülüs’te 10. yüzyılda geliştirilen bu şiirin biçim alışında çalgı aletleri eşliğinde söylenen halk şarkılarına güfte olarak yazılmış olmasının payı vardır. Müveşşah’ın en çarpıcı özelliği ise çokdilli oluşudur. Müveşşah’ın dili klasik Arapça (veya İbranice) iken, harce adı verilen kapanış dizeleri bir başka dilde, Romanca, Endülüs Arap diyalektiyle veya İbranice yazılabilir. İlk akla gelen, çokkültürlü bir toplumun şiir formundaki kültürlerarası manifestosu olduğudur. Ancak aynı formu kullanarak ve birbirlerinden öğeler, motifler alarak şiir yazmak bile yeterdi buna. Oysa burada fazlası var. Başka yerlerde hiç görülmeyen bir olguya, bir şiirin içinde başka bir dilden dizelerin yer alışına rastlıyoruz burada. Alımlayıcının çokdilliliği ve karşılıklı etkileşime açıklığı ile olanaklıdır bu ve belli ki durum da budur, böyle yaşanmaktadır ve herkesçe onaylanmaktadır. Temas ve etkileşim değerli bulunmakla kalınmayıp kutlanmaktadır adeta.

Ebü’l-Abbas el-A’mâ et-Tutîlî (isterseniz uzun ve Arapça yazılışıyla: أحمد بن عبد الله بن هريرة القيسي الأعمى التطيلي) veya kısaca Tudela’lı kör (A’mâ) şair olarak bilinen Al-Tutili, Sevilla’da yaşar ve 1126’da genç yaşta Murcia’da ölür. Endülüs’te Murâbıtlar döneminde kıta formundaki aşk şiirleriyle meşhurdur ve en tanınmış güfte yazarıdır. Şimdi yavaş yavaş şiire girelim:

Gözyaşları akar ve göğüsler yanar,

sular ve alazlar!

Bunlar ki ancak büyük bir şeyde kaynar.

Ve amansızdır yargıcın söylediği,

hayat kısaymış, aşk acısı ebedi.

İç çekişler çeker susuzluk çekeni.

Ey gözyaşları, akar gider sel gibi.

İlk yedi dize şiirin devamında giderek kişiselleşecek genel saptamayı ve kuralı ifade eder. Saptama lirik özneye aittir ve aşkın su ve ateşi bir arada tutan gücünden bahseder. Bir aradalığı olanaksız iki öğeyi birleştirmesiyle enfes bir resimdir. Ardından Türkçeye “yargıç” olarak çevirdiğim eski Arap şiirinde de rastlanan bir figür belirir (al-adhûl). Bu figür aşk acısının ebediliği ve bundan kaçınılamayacağı yasasını bildirir. Ve nitekim gözyaşları akıp gitmekte olan öznenin durumu da budur.

Uyku hayal oldu, vuslat uzak diyar

Ne bir yer ne karar

Konacak liman yok, uçmak neye yarar.

Ey o haccettiği Kâbesi kalplerin,

aşk çağırıp da özlem verince aksin,

dönünce feryadı inleyenin hazin;

Burdayım! Dinlemem sözünü hasedin!

Bunu izleyen üç dizede özne kendi çaresiz durumunu detaylandırmaya geçer, yine de semptomlardan ve çaresizliğinden henüz oldukça soyut bir biçimde söz açmaktadır. Sonraki dörtlük yine oldukça soyut bir biçimde sevgiliye seslenir, dahası haccedilen Kâbe’ye benzetir. Haset diye bir figür belirir (raqîb), aşk duyguları yükseldiğinde hasedi artık dinlemeyeceğini söyler. Haset burada sevgilinin ailesinden bir figürdür ve sevgiliye ulaşmayı engeller bir konumdadır. Kuşkusuz erotizmi uzaktan yaşayan Arap şiiri için gerekli bir figürdür.

Bırak gideyim ona umreye dindar

tereddütsüz ikrar,

kalbim hediye, gözyaşlarımsa taşlar.

Hoş gelmiş, terk etse de beni ölüme,

yumuşak bir bel, cilveli kirpiklerle.

Ey sertlik, ki kalp sanar uysallık diye,

sen öğrettin, kötüdür düşünceler de. 

Sonraki üçlük öznenin sevgiliye adanışı ve çare talebidir bu figürden. Bir önceki dörtlükteki gibi burada da dinsel öğeler yer alır. Sevgili daha önce haccedilen Kâbe idi, şimdi ona umreye gidilmektedir ve gözyaşları ise şeytan taşlanan taşlardır. Bunu izleyen dörtlük öznenin çaresizliğinden ve acılarından bahseder. Sevgili yumuşak beli ve cilveli kirpikleriyle bedensellik kazanır. Ve ardından ilk kez ‘sen’ diye hitap eder ve son kezdir bu. Belli ki retorik bir sen’dir bu, yüzüne değil hakkında söylenmektedir. Bir sitem havası içindedir.

Gitti o güzel geceler azar azar,

gözlerim bir pınar,

göz kapaklarım birer kılıç hunhar.

Boyun eğdiğim kişi zalimin biri;

İma etsem de açık etmem ismini;

Ne diye çekerim, yetmez mi ettiği!

Ben birleşmek isterim, o hep firari.

Bunu izleyen üçlük, tekrar nasıl bir işkence içinde olduğunun betimlenmesine döner. Dörtlük ise sevgilinin zalim olduğunu söyler. Ancak tuhaf bir biçimde adını da gizlemek istemektedir. Muhtemelen yasak veya en azından açık edildiğinde hoş karşılanmayacak bir sevgilidir bu.

Bırakmadı bana aşkımdan hiçbir kâr,

ürkek ama gaddar.

Gelmedi sevinç bir daha, kaldım naçar.

Ardından gelen üçlük gaddarlığının yanında ürkek de olduğunu belirtir sevgilinin ve tekrar vurgular çaresizliği.

Mahkumum ve muhtaç, dayanamam ona,

bir bey ki suçlamakta, hep can yakmakta

acıya boğdu beni ve etti hasta,

şarkılar söyledi aşka, ve alayla:

Son dörtlük bu çaresizliği statik bir durum olarak özetler: Sevgili acımasızdır, ona hep sırtını dönmektedir, bu da onu çaresiz kılmaktadır. Dahası alay etmektedir onunla. Ve ‘bey’ diye bahseder ondan. Türkçe “o”, cinsiyeti gizlediğinden çevirinin bir zorluğudur bu. Aslında şiirin ortasından başlayarak üçüncü tekil şahıstan eril olarak bahsedilir. Divan şiirindeki sevgilinin cinsiyetini ‘o’ diyerek veya gizli özneyle gizleyebilme fırsatı burada çevirinin sıkıntısı halini aldı. Neyse ki bu “bey” sözcüğü sevgiliyi berraklaştırıyor. Bey’in altında başka anlamlar da aranabilirdi, ancak böyle yazılmış şiirlerin çokluğu ve şiirin kapanışı, bu sözcüğün harfi olarak alınmasını kolaylaştırıyor.

Bireysel aşk, yüceltilen ama ulaşılamayan sevgili ve homoerotik karakter erken Abbasi döneminin mirasıdır, şimdi Endülüs’ün kazanımı olur. Bir başkasına ait olan sevgili (köle) ve haset, bu şiirin yerleşik figürleridir. Endülüslü krallar arasında gençlerle eşcinsel pratik oldukça yaygındır. Sevgili bir erkektir. Ve şarkılar söylemektedir:

Meu I-habib enfermo de meu amar.

Que no ha d'estar? 

Non ves a mibe que s'ha de no llegar?

Klasik Arapça ile yazılmış bu şiirde en sona Romanca üç dize gelir. Bu farklı dildeki harcelerin başka şiirlerden, yani şarkılardan alıntılar olduğu da söylenir, dahası sevgiliden gelen bir yanıt olduğu da… Çoğu zaman kadın sesi duyulur, harce dizelerinin bir kadın şarkısı olan cantiga de amigo’ların güfteleriyle benzeştiği söylenir, ancak burada erkek olduğu belirtildiğinden, muhtemelen bir Hıristiyan köle olduğunu ve kölenin sahibinin de bir başkası olduğunu düşünebiliriz. Sevgili ona şarkıyla ve kendi dilinde yanıt vermektedir: “Dostum bana aşkından hasta düşmüş, böyle olmasın! Bana gelsin, birleşmek iyileştirecektir!”

Ve harce şiirin tüm o kasvetli, acılı havasını dağıtır, birleşmekten bahseder. Rahatlatıcı bir kapanış, bir yanıttır. Birleşme daveti içermektedir, birleşince tüm o kasvet ve hüzün dağılacaktır. Artık Endülüs’teyiz ve sakınımcı Arap aşkı dünyevileşmektedir. Olağanüstü bir buluşmanın meyvesidir bu yeni şiir ve Avrupa’dan izlenmektedir. Bu izleme daha başka temaslara, etkileşimlere yol açacaktır.

13. yüzyıl Müslüman Endülüsü'nden kalma bu elyazmasında Hadit Bayan ile Riyad'ın kahramanlarından Bayad, hepsi de yüzleri açık olan hanımefendi ve hizmetçilerine ut çalıyor. (Vatikan, Bibliotheca Apostolica)

İslam ansiklopedisi ‘müveşşah’ sözcüğünün “çift süslemeli gerdanlık; omuzdan koltuk altına kadar uzanan ve iki parçadan oluşan süslü kemer” anlamındaki ‘vişâh’ sözcüğünden türediğini ve “iki temel sanat unsurunu taşıyan şiir” anlamına geldiğini söylüyor. Beyit düzenindeki Arapça şiir, yerel şarkılarla temas edip güfte olmaya zorlanınca uyak yapısı ve dili bipolarlaşır. Dönüşümlü olarak birbirini izleyen uzun ve kısa bölümler, sabit ve değişken uyaklar ve sondaki harce bölümünde dilin değişivermesi şiirin bu çift yapılılığını oluşturuyor. Dahası şiir birçok ikilik barındırıyor: su-ateş; kısa hayat-ebedi acı; vuslat-uzak diyar; uçmak-liman olmaması; aşk-hüzünlü akis; sertlik-uysallık, birleşmek-firar…

Harce dizelerinin 1948’teki keşfi tam bir sansasyon olur. O zamana değin anlaşılamamış dizelerdir bunlar. Arapça okunduklarında bir anlam çıkmaz çünkü. Romanca sözcükler Latin alfabesiyle değil, Arapça alfabeyle yazılmışlardır. Bu dizelerin anlamı a) Latin alfabesiyle yazılması, b) ardından seslendirilerek bir anlam verecek karşılıklarının bulunması ve c) yorumlanarak yaşayan bir dile çevrilmesiyle çözülür.

Şiir, dilde kuruluyor olması nedeniyle transkültürelliğin hiç beklenmeyeceği bir alan. Ancak Endülüs kültürü bunu zarif bir biçimde başarmış görünüyor. Harcelerde karşılıklı olarak birbirlerinin şiirlerinden, şarkılarından, dillerinden alıntılar yapmışlar. Öylesine bir dilsel rahatlık içindedir ki, Romancanın içine tekrar “habib” gibi bir Arapça sözcüğü de koyuverir şair. Şiir burada bir alışverişin alanı, komşuya yemek tabağını içi boş göndermemenin zevki ve sevinci olmuş. Ancak daha da ileriye, anadilden çıkıp diller arası bir varoluşun şiiri, dahası iç içe geçmişliğin, kendini komşuda arayışın ve orada kendinden bir miktar kurtuluşun şiiri de olmuş gibi görünüyor.

Endülüs İspanyası’nın olağanüstü hoşgörülü insanlardan oluşmasından veya egemenlerin özel bir insancıllığından kaynaklanmıyor bu. Kölelik de devam ediyordu, Hıristiyan ve Yahudilerin aşağı kategoriler olarak görülmesi de… Ancak Arapların fethettikleri coğrafyanın muazzam bir büyüklüğe ulaşması ve farklı farklı kültürleri içermesi, buraları yönetebilmeyi ve ellerinde tutabilmeyi zorlaştırıyor, kırılganlaştırıyordu. Bu yüzden görece gevşek bir tutum, en akıllıca olanıydı. Bunun sonucu da siyasi ve dinsel bir dengeydi. Birlikte ve barış içinde yaşayabiliyorlardı. Bu görece rahatlama kültürel bir canlanmayı, kültürel canlanma da belli bir hümanizm ve hedonizmi beraberinde getirir. Dış baskıların böylece asgari bir düzeye inmesi, gerisini insanların oluşturacağı kültürel bir vahayı yaratmış görünüyor. Herkesin kendisinden çıkıp başkalarıyla buluşmasının, hatta başkası olmanın sevincini yaşadığı, yaşattığı bir vaha. Kısa bir süre için…