“S.C.U.M. gizli çalışmazdır. S.C.U.M. mensupları çeşitli işlere girecek ve çalışmayacaklardır. S.C.U.M. atılana kadar işyerinde çalışmayacak sonra da çalışmamak için yeni bir iş bulacaktır.”
17 Mayıs 2018 14:05
Artık neredeyse saniyeler içinde yaşanan siyasal ve toplumsal anaforlara karşı politik sözü başka yerden kurmanın mecralarını yaratan Feminist Forum’18, Ankara’da 11-13 Mayıs tarihlerinde "cinselliğin serencamına” odaklandı. Kadın Dayanışma Vakfı, Ayizi Yayıncılık, Ka.der Ankara, GEN-DER Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Kolektifi ve Engelli Kadın Derneği’nin ev sahipliğinde gerçekleşen forumda cinselliğe dair sanatın ve politik söylemlerin içinde akan manevraların tarihselliği tartışıldı.
Üç gün süren forumda, “Bir S.C.U.M Tatbikatı” performansı ve artık gelenekselleşmiş olan Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın ödül töreni sonrasında katılımcıların birbirleriyle de konuşmasına imkân tanıyan, hele ki konu cinsellik olunca konuşmaktan imtina ettiğimiz bir dönemde buna alan açan Dr. Seven Kaptan ve Prof. Dr. Arşaluys Kayır’ın yürüttüğü “Cinselliği Konuşmak: Mümkün Değil Konuşmadan Anlaşmak!” atölyesinin yanı sıra, edebiyatta ve tarihsel yazında normları sorgulayan-sorgulatan metinler tartışıldı. Feminist Forum’un açılış etkinliği, Valerie Solanas’ın kaleme aldığı düzen karşıtı feminist bir metin olan S.C.U.M. (Society for Cutting-Up Men) manifestosundan hareketle Gökçe Yiğitel ve Derya Bayraktaroğlu’nun gerçekleştirdiği “Bir S.C.U.M Tatbikatı” performansı ile Kova Art Galeri’de gerçekleşti.
Çok katmanlı bir metin olan S.C.U.M. manifesto, kendi feminist yolculuğumda tesadüfi olamayacak kadar kritik biçimlerde ve sıklıkta bana (ve eminin benzer biçimde pek çok kişiye) yoldaşlık etmeye devam ediyor. Bu yolculuğun barındırdığı hikâyelerin kilit noktasında ise ilk kez metinle karşılaştığımda yaşadığım heyecan ve kargaşa hissi yatıyor. Ayşe Düzkan’ın Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu adıyla Türkçeleştirdiği çeviriyi okuduktan bir süre sonra hayatımın değişik anlarında yolumun kesişeceği bir metin olduğunu içten içe tahmin etmiştim.
Ancak tek bir metnin bir ideali ifade edebilmesine dair kuşkumdan dolayı feminist manifestoların hiçbirini bütünüyle benimseyememiş biri olarak önce şunu sormaya ihtiyaç duyuyorum: Bir feminist manifesto nedir? Belki de ne olduğundan ziyade, hangi koşulların bir manifesto yazılmasına neden olduğunu tartışmadığımız sürece manifesto yalnızca yarım kalmış bir metindir. Çünkü bir feminist manifestonun kendi içinde irdeleyip açığa vurduğu koşullar onun yolculuğunun başıdır sadece. Her zamanın ve her mekânın koşulları içinde o manifestoyu tartışmadığımız sürece yarım kalır. Seslenmiş ama duyulamamış kalır. Bu minvalde Valerie Solanas’ın kaleme aldığı S.C.U.M., bir manifesto kılığına bürünmüş olsa da bu tanımlamanın dahi altını deşerek yolculuğuna devam etmeyi başaran, sesini yeni seslerle çoğaltabilen ve yükseltebilen bir metin.
Metinden performansa geçişte Gökçe Yiğitel ve Derya Bayraktaroğlu “Bir S.C.U.M. Tatbikatı”nın yaratım sürecinde kendi sorularını sorarak başlamışlar. Feminist Forum’daki performansın ardından metinle kişisel ilişkilenmeleri ve performansın yolculuğu üzerine konuştuğumuzda, bu metni yazı dışında bir mecraya nasıl uyarlayabileceklerini düşünerek yola koyulduklarını ve hem metne, hem de Solanas’a yapılan atıfların klişesinden çıkış yolunu çizdiklerini belirtiyorlar. Solanas’ın bir “ütopya edevatı” yarattığı fikrine istinaden metnin esasında ve basitçe “daha adil ve daha özgür bir dünya nasıl kurulabilir?” sorusuna yanıtlar sunduğuna dair fikirlerine ben de katılıyorum. Bugüne kadar manifestoya dair yazılanların ve Solanas hakkında söylenenlerin, metnin belkemiği olan düzen karşıtı feminizm idealinin ve kapitalizm eleştirisinin bilinçli olarak geri plana atılma çabasının somutlaşması diyebiliriz.
İsyanı anlatan uyumlular el üstünde tutulurken isyan eden isyankârların davranışlarına karşı reflekse dönüşmüş dışlamaya nedense genelde şaşılır; edepli bir sarhoşluk beklentisindeki gibi sinsice işleyen ahlakçı baskı, işte tam da bu yöntemi kullanarak kendisini sorgulayanın yoluna taş koymayı ve hatta tamamen yolundan etmeyi kolaylıkla başarır. Örneğin, Derya ve Gökçe’nin belirttiği gibi Solanas’ın ismine doğrudan atıfta bulunan her yazıda “deli”, “suikastçi” ya da en iyi ihtimalle “nevi şahsına münhasır” gibi tanımlamaların (feminist çevrelerde de olmak üzere) kullanımının ne kadar iyi niyetli olduğu tartışılır. S.C.U.M. manifestonun en yaygın okuması olan “cinsiyet ayrımcılığı üzerinden erkeğe yönelik şiddete çağrı” fikrine karşıt olarak “Bir S.C.U.M Tatbikatı”, manifestonun temelinde oyunbaz bir dille ifade edilen feminist bir kapitalist düzen eleştirisini öne çıkarıyor ve her ne kadar performansın içeriği her seferinde biraz değişiyor olsa da bu ana fikirden hareket etmeye devam ediyor.
Zaman-mekân aşırı, ütopik bir edebî edevat olarak tanımladıkları S.C.U.M manifestoyu teatral hikâye anlatımı yerine fragmanlar hâlinde performansa çevirirken performansçıların mekânla kurdukları ilişkinin tüm akıştaki hissi nasıl değiştirdiği ise feminist sanat için ayrı bir alan. İzleyiciyi kimi zaman bir kitle, kimi zaman birey olarak dahil eden; kimi zaman da dışarıda tutan bir performansın mekâna yayılımı, kurgu ile gerçek arasındaki sınırları oldukça bulandırıyordu. İlk tatbikatı açık havada bir mekânın bahçesinde yaptıklarında izleme şansım olmuştu ve izleyicinin bahçenin farklı noktalarına dağılmından ve sokağın sesinin içeri sızmasından, bulutların kimi zaman gölgelendirdiği bir alanda performans boyunca devam eden ve uzun süre kasıtlı olarak tekrarlanan mekanik hareketleri izlerken hissettiğim sıkışmanın yarattığı yorgunluk daha azdı. Ancak o genişlik ve kopukluk, çok kişinin eşzamanlı izlencesini ve metnin çoğulluğa olan vurgusunun etkisini biraz azaltmıştı belki de. Oysa Feminist Forum dahilinde izlediğim hâliyle performans; Kova Art Galeri’nin dar ve alçak tavanlı, gün ışığı almayan, sokaktan tamamen izole ve gri duvarlı alanında gerçekleştiğinde, tatbikatın neredeyse ötesine giderek izleyiciye Solanas’ın metinde en çok üzerinde durduğu otomasyon fikrinin edimsel hâlini çok yakından deneyimleme şansı veriyordu. Fiziksel olarak birbirinden çok farklı yapıdaki mekânlarda Solanas’ın kurguladığı ütopyanın Derya’nın deyimiyle “herhangi bir zaman ve herhangi bir yer” imine denk düşüşü ise yaratılan performatif-edebî tatbikatın en vurucu yanıydı.
Geriye dönüp baktığımda, S.C.U.M. manifestonun feminist mücadelenin tarihselliğinde mekânı ve zamanı büken yapısının esasında bir kurguya çağrı olduğunu fark ediyorum. Bu ütopya çağrısında az ya da çok kurulu bir yere geçiş değil, ataerkiyi yıkmayı es geçenlere inat kurulu olanın tümünü yıkıp yenisini kurma gerekliliği yankılanıyor. Gökçe ve Derya, performans boyunca kullanılan ve bitişte özgürleştirildiği bildirilen megafonu izleyiciler de kullanmaya başladığında, tatbikatın yeni bir safhaya geçme umudu olduğunu ekliyorlar ve “Bir S.C.U.M. Tatbikatı”, hem izleyiciyle birlikte bilim-kurgusal bir üst gerçekliği, hem de edebî bir metni tatbik ederek yoluna devam ediyor. İşte tam da bundan dolayı, Solanas’ın manifestosunun içinden geçtiği her edim, aygıtlarını sunduğu ütopyaya giden yolda bir tatbikata dönüşüyor.