Birinci Mekruh tarihi

Yargım, Askerim, Polisim ve Devletim bu yazıyı okuyanlara ne yapacağını bilir. Şahlığı sizden öğrenecek değiliz...

Yalancıların şahı Bağdatlı El Hariri’nin yazdığına göre Tebriz Hükümdarı I. Şah Mekruh, Tebriz’de babasının evinin karşısına saray yaptırarak başa geçen ilk hükümdardı. Mekruh Şah, bir gecede öz babasını doğrayıp mebusan meclisini lağvederek dibek döğücüleri meclis azası yapmış, bütün yasaları hınk deyince tınk diyerek çıkaran bir meclis kurmuş. Ne yazık ki bu yasalara göre Mekruh hariç herkes hırsız, yankesici ve dolandırıcıymış. Her şeyi sahiplenmesiyle ünlü  Şah I. Mekruh, kimseye güvenemediği için, -bir gün ele geçirilir korkusuyla- Meclis’i “Meclisim” olarak adlandırmış, Hazine’ye “Hazinem”, Ordu’ya da “Ordum” demiş.

I.Mekruh Şah’ın kızları Hedaye ve Yevmiye evde oturan kadınların terbiye ve “tevbesiyle” uğraşan “Ahlâkım” sultanları olmuşlar, bunun için Kermesler düzenlemişler. Mekruh’un adını okumaktan aciz oğlu Zerraf ise Maliye’nin başına geçmiş. Dışişlerim Veziri olarak İbiş Hamut baştaymış, bu akıldan yoksun müderris büyük laflar etmeye bayılırmış, “Türklerin canına okuyacağım” diyerek onlara savaş açmış, yola çıkmışken Kürtleri de hacamat eylemek için  Cizira Botan’ı onların başına yıkmış.

Bunlar olmuş olmasına da evdeki hesap çarşıya uymamış, Türkler ve Kürtler birleşmiş, Mekruh’un oyununa gelmemişler.

Fakat karanlık gecelerin karanlık yılanları o sırada uyandırılmış ve memlekette kan gövdeyi götürmüş; bu nedenle Mekruh’a hakaret etmekten hapse düşenlerin sayısı her gün arttığı için Sultan bir gün kendi kendine “Milletim beni çok severdi, ne oldu ki bunlara, hakimim savcım bu işi çok abarttı, vur dedik öldürüyorlar. Varayım kendimi gizleyerek milletimin arasında bir dolaşayım” demiş.

Fakat şahın bir sorunu varmış: Boyu çok kısa olduğu için en çok hakareti “Vay ben senin bacak kadar boyuna, o yere yakın kıçına” diyenlerden görür, bu lafları o aziz kulaklarıyla duyacağından çok korkarmış. İçişlerim veziri boyum posum, param pulum sözcüklerini yasaklamış ki şahımız efendimiz halkın içinde dolaşırken bu sözleri duymaya.   

Şahın boyunun kısalığı düşündürücüymüş. Fakat Müşavirlerim korkudan bir çözüm öneremiyorlarmış. Sultana burnu iri olduğu için burun, sarayı Yıldız Dağı’nda olduğu için Yıldız denemezmiş. Jurnalim Veziri’nden gelen sayısız bilgi ve belge –bütün yasaklara karşın- milletin boy, pos, yıldız, burun aklına ne gelirse sövdüğünü bildiriyormuş. Jurnalcilere ayrılan bütçe payı, örtülü ödenek bütçesinin on katına çıkarılmış. Saray beslemesi Tebriz Hıyarları adlı derneğe bol miktarda çirkef  aktarılmış, Havuz Sırtlanları adlı işadamları örgütünün çıkardığı gazetede ağzına geleni söyleyen, ağzı bozuk pis heriflerden kurulu bir besleme ordusu her gün muhaliflere sövüp dururmuş.

Şahımız “Milletim beni çok sever” dese de pek emin değilmiş bundan. Çünkü Anketim Bakanlığı başka bilgiler veriyormuş. İstihbaratım’ın beslediği Hıyarlar her yere yetişemiyormuş.

Şahımız hiç razı olmamış sevilmeyişine. Halkın sevgisini denemek için bir yalan atmış, “Sultanımız çıkıp halkın arasında dolaşacak! Kim içki içiyor kim karıya kıza bakıyor onu kendi görecek ve cezasını da verecek” diyerek bir balon uçurmuş.

Bu haberi izleyen sekiz gün içinde tam yetmişbir kısa boylu adamı doğramışlar.

Böylece milletin çok küçük bir bölümünün onu sevmediği açığa çıkmış. “Hepi topu yetmiş bir kişi, hadi bunu ikiye katlayalım taş çatlasa üçyüz kişi sizden nefret ediyor sultanım” demişler.

Bu şahımızın yine de çok zoruna gitmiş, “Beni sevmeyen kimse kalmayacak, asıl olarak da düşmanlarım sevecek” diyormuş.

Aynanın önünde kendini seyrederken Lala gelmiş, Mekruh Şah ona bakarak söylenmeyi sürdürmüş:

“Tiz” demiş “Vezirlerime söyle, onlara artık lala diyeceğim ki kafam kızarsa ‘la’ diyebileyim, gerekirse çakayım iki tane de gözlerine. Ordu yok, Askerim’i kurdum. Gazeteleri kapattım, Gazetem’den başkası çıkmayacak. Millete de ‘milletim’ demeye dilim varmıyor çünkü benzerlerimi köşe diplerinde doğrayanlara nasıl milletim denir? Habis ruhlu bir sürü bu. Doğruyu yanlışı bilmiyor. Bre bu milletin zoru nedir lala?”  

Lala zorun ne olduğunu biliyormuş bilmesine de söyleyebilir miymiş hiç?

“Bütün bunlar tevatür şahım, insanlar zatıaliniz sandıkları birilerini sevgiyle bağırlarına basmak istedikleri sırada izdiham olmuş ve o talihsizler ölmüşler, yaptığım araştırmalar bunu gösteriyor” demiş.

Şah bunu duymak istiyormuş işte! “Tez Maliyem’e bildir, tazminat ödene bu garibanlara” diye emretmiş.

Şah Askerim, Şoförüm, Serserim diyerek her şeyi kendi mal varlığı içinde açıkladıkça Karım diyemez olmuş. Bunu da bakanlık sanan olmasın diye çok çabalamış çünkü karısını kimselere göstermezmiş.

Karısı adına Analık Medresesi açan müderrisi kırbaçlatmış bu yüzden; “Sen kimsin de Karım adına okul açıyorsun. Karımın adının içinde başkaları nasıl dolaşır bre zındık” demiş.

Bir gece toplumun sevgisini öylesine iliklerinde hissetmiş ki, herkesin uykulara vardığı bir ileri saatte kimseye haber vermeden sarayından çıkmak istemiş.

İyi ama o saraydan çıkmak o kadar kolay değilmiş, çünkü orası dünyanın en büyük sarayıymış. Şah, sarayından kaçabilmek için sabaha kadar yürümüş, sonunda bir çite ulaşmış ama Güvenliğim kameraları onu görmüş, “Bahçede bir çocuk var” diyerek alarm verilmiş, düdükler ötmüş, ısırgan köpekler gelmiş, köpeklere istediği kadar “ben şahım” desin, onlar bu sözleri anlamamışlar ve şahımızın kaba etlerini bir güzel dişlemişler.  

Durum böyle olunca Sarayım Veziri’ni arayıp Köpeğim müdürlüğünü bir güzel fırçalamışlar, adamı köpekleri isyana teşvikten yargılamışlar, on yıl hapis cezası vermişler.

Mekruh Şah bakmış ki milletin arasında kılık değiştirerek dolaşamayacak, tez elden Milletim Bakanlığı’nı arayıp şöyle bir fetva yayımlatmış.

“Bundan böyle Milletim Bakanlığı tarafından gizlice seçilecek olan halkımız sarayın bahçesine alınacak, onlar bahçede gülüp oynarken şahımız kılık değiştirerek miletimizin arasına karışacak, milletim nasıl yaşıyor diyerek onların arasında dolaşacaktır.”

Dalkavuğum Başkanlığı böyle bir güzel fikri bulanları ödüllendirmiş.

Belediyem Başkanı, Otobüsüm müdürünü arayıp Ziyaretçim işlerini düzene koymuş, Param bakanlığı gerekli bütçeyi ayırmış.

Vezirim,  hırsızım,  kaymakamım, valim, şube müdürüm, Diyanet İşleri Başkanım, Genelkurmay başkanım, donanma gemilerim, şoförüm, emeklim, köylüm, işçim, dulum, ortağım, yetimim, madencim, hacım, hocam, karım, muhtarım, torunum, tosunum, amcam, dayım, divan başkanım, itim, çakalım, hamili kartım işleriyle ilgili bütün ilgililer o gün saray bahçesinde her türlü önlemi almışlar, sarayın bahçesine şahlığın bütün gelmiş geçmiş askeri üniformalarını giymiş korkuluklar da konmuş ki şahımız efendimiz geldiğinde kimse onu tanımasın.

Nitekim olay şöyle olmuş: Şah I. Mekruh, sirklerde olduğu gibi uzun sırıkları ayağına geçirip sekiz metrelik boyuyla harekete geçmiş, Bahçem Müdürü’nün yardımıyla halkın arasına karışmış, yedi kişiyi ezmiş, bu ezme biraz “delme”ye benziyormuş, onları Hastanem Müdürlüğü ile Ambulans Şoförüm İşleri Müdürlüğü kaldırmış, bazılarını da maalesef Mezarlığım Müdürlüğü’ne bildirmişler.

Böylece halkın nasıl yaşadığı anlaşılmış: Hepsi saraylarda, kaşanelerde piknik yapıyor, zevkten sırıkla dolaşan adamlara kendini ezdiriyormuş.

Şahı o gün kimse görememiş, çünkü sirkten çağrılmış hokkabazlar arasına öyle bir gizlenmiş ki onu tanıyan çıkmamış.

Fakat şimdi… Bir şey oldu. Yazı yazmak güçleşti.

“Sen Kimsin Yaa Bakanlığı” yasak koyduğundan kalemler yerinden kımıldamaz oldu.

Çok geçmeden TEKZİBİM bakalığının emriyle şu yalanlama geldi:

Yargım, Askerim, Polisim ve Devletim bu yazıyı okuyanlara ne yapacağını bilir.

Şahlığı sizden öğrenecek değiliz.

 

İllüstrasyon: Yeşim Paktin