Barış konuştuğumuzda ölüm sırası işlesin isteriz. Evlatlar ebeveynlerini gömsün deriz. Küçük tabutlar hiç olmasın... Barış konuştuğumuzda Cudi’de güvenlik bahanesiyle Urla’da ise villa sevdasıyla ormanlar yanmasın deriz...
17 Eylül 2015 15:20
Yaşar Kemal, "Sait Faik'in hikâyelerini okuyanlar adam öldüremezler. İnsanlara kötülük edemezler, sömürücü olamazlar, sömürücülerle birlik olamazlar. İnsanlar nerede aşağılanıyorsa ona karşı koyarlar. Ama gerçekten, yürekten insanca okuyanlar…" demiş. İyi edebiyatın iyi insan yaratmak gibi bir gücü vardır ve buna matematik gibi inanırım. Başlığın sizi götürdüğü yerde ise Raymond Carver var. Oraya yürekten gitmişseniz, bir kere şu kesin, siz insan öldüremezsiniz. Ama bu, sizi başka insanların maktulü olmaktan da kurtaramaz. Maalesef bu yazının bu konuda hiçbir faydası olmayacaktır. Nedense belirtmek istedim. Zaten siz de edebiyata bu kadar güvenmezsiniz hani ve haksız da sayılmazsınız.
Hatırlayalım, şu ünlü sinema sahnesi… Ceket cebinizdeki deri kaplı kitabın, berettadan çıkıp size doğru yürüyen bilmem kaç kalibrelik kurşunu tutması ve gömleği yırtarak kalbe ulaşmasını engellemesi hiçbir konuda sizi yanıltmasın. O sahne çekimlerinin birinde bulundum ve yeminle adam gün içerisinde dört defa öldü, beş defa da dirildi. Rejisörün ‘kestik’ emri, kutsal ayet misali defalarca diriltti aktörü. Ne güzel, birisinin tek kelimesiyle dirilmek! Ne güzel bir kelimenin hayat iade etmesi! En azından tek kelimeyle dirilmek konusu absürt değil. Çünkü bir kelimeyle ölüyorsak bir kelimeyle de yaşama uğraşımız sürdürülebilir hâle gelebilir. Çünkü hep bir kelimeyle ölümler, katliamlar başlar. Çünkü bir çift dudaktan dökülen sözlerle son günlerde yaşadığımız ve ‘düşük yoğunluluk’ sıfatıyla hafifsedikleri ‘savaş’ kavramı yüzlerce insanın ölümüne neden oldu. ‘Ateş’ de bir kelimedir ve çoğul öldürümlerde kullanılır, ‘vur’ ise yine cinai olmakla beraber tekil öldürüm emridir. Savaş ise herkesi, her şeyi yok eder ve o da tüm dillerde tek sözcüktür. Ve dudaktan çıkması en fazla iki saniyedir. Çünkü önce kalpten çıkar. Çıktığı yeri karartır.
Savaş derken ne dediğimiz kırk yıldır ortada ve net! Ama barış konuşurken aslında ne konuşuruz? Ne ya da neleri talep ederiz? Kim ya da kimler için? Sorular sorular… Nedir şu herkesin sokaklarda haykırdığı, uğruna coplandığı, gaz yediği, küfür işittiği, gözaltında işkenceye, tacize maruz kaldığı, sokak ortasında vurulduğu ‘barış’ mefhumu. Nasıl korkunç bir kelimedir ki bunun için öldürülebiliyorsun ve seni öldüren kişi rahatlıkla serbest kalabiliyor ve katil aileni de tehdit edebiliyor. Ne kadar korkunç bir kelime şu barış!
Barış konuştuğumuzda ekmek almaya giden çocuğun aynı güzellikte eve dönebilmesinden söz ederiz ve aynı zamanda o silahı tutan insanın baba ya da eş kimliğinin ‘katil’ olarak değişmemesi için de konuşmuş oluruz. Ayrıca barışı erken konuştuğumuzda fırınlarda çocuklar öldürülmemiş ve kıyafetleri değiştirilmemiş olacaktı ve bunun için daha çok barış konuşmalıyız.
Barış konuştuğumuzda mayınlardan söz etmiyoruz. Bastığımız yerleri sadece toprak bilerek geçmekten bahsediyoruz barış konuştuğumuzda.
Barış konuştuğumuzda Cudi’de güvenlik bahanesiyle Urla’da ise villa sevdasıyla ormanlar yanmasın, deriz ve orman canlıları telef olmamasından bahsederiz. Ayrıca barışı erken konuştuğumuzda yaylaları birbirine sevgi ile bağlamak varken beton asfaltın peşine düşmemiş oluruz. Üç beş ağaç diye küçümseyip dalları hesabına katmayanların oradaki binlerce yaprağı görmesini isteriz. Ve de üzerimize kuş pislediğinde gidip şans oyunu oynayın deriz; ağacı tekmelemekten vazgeçin barış konuşuyoruz!
Barış konuştuğumuzda futbolun, sert burun ucu bir şutla siyasetten uzaklaşmış olsun isteriz ve birbirimizin anasına bacısına küfretmemeyi konuşuruz. O top gol olmazsa sadece bir elimizin sırtını diğer elimizin ayasına sertçe vururuz barış konuştuğumuzda yumruk yapıp rakip takım taraftarının gözüne çakmayız. Galibiyette ise havaya sıkmayız. Stadyumlarda ölülerimizi anmayız misal barış konuşmuş olsaydık evvelinde Ali İsmail, takımının yediği gole on dakika üzülürdü sadece.
Barış konuştuğumuzda minibüslerde rahatça eve dönmek istediğimizi söyleriz, bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Popomuza değil gözümüze, mememize değil yüreğimize, dudaklarımıza değil cümlelerimize bakılsın isteriz. İşte tam da bunu konuşuruz barış dediğimizde. Ve de sırf bunun için barışı güzelce kahkahalaştırabilmeliyiz. Sokaklarda kezzapla değil selamla karşılasın isteriz eski sevgili. Eski sevgili ödemeli kargo gönderse de olur eski eşyaları ama bıçak sussun barış konuşalım isteriz.
Barış konuştuğumuz GDO’suz, hormonsuz beslenmek istediğimizi haykırırız. Domateslerimiz domates gibi kokmasından bahsederiz mesela ve bunda da barış süsü vardır. Sularımız temiz kalsın deriz, bu da barış ile dökülür dilimizden. Derelerimizin önü betonla kesilmesin çünkü bu da barışa çıkan bir niyet. Denizlerimize lağım dökülmez barış geldiğinde. Balıklar santimine ve mevsimine göre avlanır o zaman. Yanına açtığımız rakıdan dolayı cehennemle korkutulmamış da oluruz. Kumsalda şezlongda yanmaktan başka bir yanığımız olmaz. Ne bedende ne de yürekte.
Barış konuştuğumuzda bilim dersleri din derslerinden daha önem kazansın deriz. Barış konuştuğumuzda milli güvenlik değil kültür varlıkları korunsun diyoruz aslında. Hasankeyf sular altında kalmasın deriz; restorasyonlarla kaleler Sünger Bob’a benzetilmesin deriz. Haydarpaşa yakılmasın; okullar, parklar AVM’ye dönüşmesin isteriz. Ve bunun için coplanmayalım isteriz.
Barış konuştuğumuzda yüzde ellisi vergi olan araçlarımıza, yüzde sekseni vergi olan yakıt alırken yüzde yüz haraç olan dönem harçlarından dolayı üzülmeyiz. Çünkü barış konuştuğumuzda savaş bütçesi yok olur. Seksen kişilik okullar da olmaz üç dakikada iki hastayı muayene eden hastaneler de… Hatta sırf hastaneler ücretsiz diyebilmek için eczaneleri vezneye dönüştürmemiş oluruz.
Barış konuştuğumuzda ölüm sırası işlesin isteriz. Evlatlar ebeveynlerini gömsün deriz. Küçük tabutlar hiç olmasın diye ağzımızdan çıkan çığlık yazıya BARIŞ olarak geçiyor.
Barış konuştuğumuzda sadece barış konuşuruz!