Kültür sanat gazeteciliğinin önemli isimlerinden Erkan Aktuğ ve İhsan Yılmaz meslek hayatları boyunca yaşadıkları süreci anlattı...
06 Aralık 2018 14:01
Hem televizyonda hem gazete ve dergilerde yıllarca kültür sanat gazeteciliği yaptım. Muhabirlik, editörlük, servis şefliği dahil olmak üzere pek çok farklı kısmında çalıştım işin. Nobel’i, Altın Palmiye’yi ve sayısız dünya çapında başarıyı gazetecilik yaptığım dönemde edindik. Benim kültür sanat gazeteciliği yapmadan önce ve yapmaya başladıktan sonra takip ettiğim iki isim Erkan Aktuğ ve İhsan Yılmaz’la kültür sanat gazeteciliği üzerine konuştuk...
Kültür sanat gazeteciliğine nasıl giriş yaptınız?
Erkan Aktuğ: 96 Eylül’de, Aydın Doğan “solcu” gazete kuruyor deniyordu. Şerif Erol’la görüştüm, öğrencilik yıllarımda Ankara Film Festivali’nde çalışmıştım, Radyo Televizyon Sinema mezunuyum, abim edebiyatçı, amcamın oğlu ressam. Kültür sanatta stajyer olarak başladım ve bir başka stajyer arkadaşla “Ne, Nerede?” sayfası yapıyorduk. İstanbul, Ankara ve İzmir için özel tek tam sayfa olarak hazırladığımız bu sayfa baya tuttu. Biz İstanbul’u hazırlıyorduk, Ankara ve İzmir’de bölgelerden ayrı ayrı geliyordu. Sonra kadroya geçtim birkaç ayın ardından da muhabir, editör, editör yardımcısı, şef vs... gibi farklı görevlerde çalıştım.
İhsan Yılmaz: Biraz şartlar öyle gelişti diyebilirim. Aklımda gazetecilik hiç yoktu çünkü. İÜ Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nün son sınıfında okuduğum sırada attım adımımı ilk kez gazetenin kapısından içeriye. Reklam sektöründe metin yazarı olarak çalışmayı düşünüyordum açıkçası. O sırada Hürriyet Gösteri Dergisi’nde musahhih olarak çalışan bir arkadaşım işi bırakacağını, eğer istersem yerine beni önerebileceğini söyledi. Yarı zamanlı yapılabilecek bir işti ve ben de kabul ettim. Başlangıcım böyle oldu. Zamanla gazetede sanat sayfası açılınca oraya da heberler yaparak sürekli işim haline geldi kültür sanat gazeteciliği.
Kültür sanat gazeteciliği nasıl öğrenilir, siz nasıl öğrendiniz?
E. A.: “Ne nerede” sayfası büyük ilgi görmüştü ardından Radikal’de, bir tam sayfa sinemaya ayırmıştık. Herkes şaşırdı, bir sayfa sinema mı olur diye ama o dönem Serdar Ateşer’den Bülent Somay’a, Tunca Arslan’dan Semih Kaplanoğlu’na sinema yazarları yazıyordu farklı günlerde. Kaldı ki yılda en fazla on tane film çekiliyordu ve biz kurgucusundan dekorcusuna kadar herkesle röportaj yapıyorduk. Hem biz, hem de kültür sanat insanları kendini ifade etme imkânı buluyordu.
İ. Y.: O konuda şanslıydım çünkü ilk iş görüşmesi yaptığım kişi Doğan Hızlan’dı. Bir edebiyat öğrencisi olarak edebiyat kökenli bir yöneticiyle çalışmak büyük bir avantajdı. Bu işin duayeni olarak kabul edilen bir ismin yanında işe başlamış oldum. Bir usta çırak ilişkisini yaşayabileceğiniz kaç kişi bulabilirsiniz bu işi yapacaksınız?
Kültür sanat gazeteciliğinin altın çağı oldu mu, devam ediyor mu?
E. A.: Oldu tabii. Rekabet ettiğimiz, aynı anda birçok büyük olayın, aynı gün içerisinde gerçekleştiği, kültür sanat etkinliklerinin yoğunluğundan yetişemediğimiz bir dönem. Ben mesleğe başladığımda İstanbul Modern, Sabancı Müzesi yoktu. Konserler, festivaller olurdu, muhabir gidip takip edip gece bir şekilde telefonla arar izlenim gönderirdi. Ben 90’lardan 2010’lara kadar altın çağdan bahsedebilirim. Dışarıdan yazanlarla birlikte kırk elli yazarın, muhabirin çalıştığı bir dönemdi. Düşün ki Ezel Akay’ın Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? filmini Metin Erksan yazıyordu. Sonra kadrolar küçüldü maalesef.
İ. Y.: Benim içinde bulunduğum 90’lı yılları da ekleyebilirim ben bu sürece. Yaptığınız iş kamu üzerinde bir etki yaratıyorsa, geriye dönüş alabiliyorsanız siz de tatmin oluyorsunuz. Yaptığınız işin etkisini somut olarak görebiliyorsunuz çünkü. Bu durum sizi daha fazla motive ediyor. Çok fazla etkinliğin olduğu, kültür sanatın toplumsal hayatımızda daha fazla yer kapladığı dönemlerdir bu işin altın çağı. Somut olarak da görülür zaten bu.
Kültür sanat gazeteciliği şu an ne durumda?
E. A.: Elbette az önce bahsettiğim dönemdeki gibi değil ama bana ilginç gelen şu an herkesin kendi gündeminin olması. Yani ortak bir gündemi paylaşmamak rekabeti de, bir haber için koşturmayı da ortadan kaldırıyor. Ama sen gecenin bu vaktinde kalkıp bu röportajı yapmak için hasta hasta geliyorsun buraya, demek ki yine de kültür sanat gazeteciliği var.
İ. Y.: Klasik anlamda gazeteciliği bekleyen tehlike, basılı medyanın dijitale doğru evrilmesi. Basılı medyada gelir azaldıkça okur sayısı düştükçe bundan sadece kültür sanat gazetecileri değil bütün gazeteciler etkilenecektir. Etkileniyor da. Ama gazetecilik sona erecek demek değil bu. Belki bireyselleşecek ama varlığını sürdürecek.
Kültür sanat haberlerinde “haber değeri” var mıdır?
E. A.: Kültür sanat dünyasından sınırsızca haber yağmaz, biz zaten kimin hangi proje, kimin hangi film üzerinde çalıştığını bilir, takip eder ve onun içerisinden ayrıcalıklı bir haber çıkarmaya çalışırdık. Mesela, Pina Bausch İstanbul’daydı “İstanbul Project” için. Muhsin Akgün onu fotoğraflamaya gitti ve Muhsin’in diaları içinden muhteşem bir fotoğraf çıktı. AKM’nin tepesinden su akıyor, bir dansçı da ellerini açmış seyirciye bakıyor. Dokuz sütun gazetenin sekiz sütununa bu fotoğrafı açtık ki o güne kadar hiç yapmadığımız bir şeydi. Ertesi gün Pina Bausch, Muhsin’den o fotoğrafı istedi ve temsilin afişlerinde hep onu kullandı.
İ. Y.: Tabii ki vardır. Bir edebiyatçının kitabının çıktığının duyurulması haberdir, bir serginin açıldığının duyurulmasının olduğu gibi. Bizim işimiz biraz da üretilen işin kamuya duyurulmasını sağlamaktır. Ölen bir sanatçının, edebiyatçının okuruna, takipçisine duyurulması haber değil midir?
Kültürel iktidarın kültür sanat gazeteciliği üzerinde etkisi var mı?
E. A.: Bu çokça konuşulan bir konu. Ben gazetecilik yaptığım dönemde çok somut olarak ya da birebirde böyle bir ortama, baskıya maruz kalmadım. Kültür sanat gazetecisine her zaman dışarıdan, yukarıdan, aşağıdan sipariş haberler gelir, bir editörün akrabası birden resme merak salar, haber olarak yer verelim istenir. Yani bu anlamda değişen bir şey yok ama ben gazete el değiştirdikten sonra da olumsuz bir şey yaşamadım kişisel olarak. Sanatın önem verdiği, sorguladığı yerlerle, şu an dünyanın eğilimleri ve sorguladığı şeyler örtüşmüyor olabilir. Muhafazakar yayınlar bile dünyaya başka yerlerden bakan sanatçıların haberlerini yapıyor.
Unutamadığınız etkinlikler var mı?
E. A.: Ali Sami Yen’deki Mick Jagger konserini asla unutamam, hâlâ rüya gibi gelir. Rock n Coke’a gelen büyük büyük gruplar... Tom Waits, Radiohead, David Bowie, Coldplay’i göremedik ama hiç fena durumda değiliz. Çok insan geldi, çok yıldız ağırladık. Nobel’i de Altın Palmiye’yi de gördük biliyorsun bir Oscar kaldı. Istvan Svabo ile röportaj yapmıştım o da unutulmazdı. Ama daha çok meşakkatli işler unutulmaz oluyor. Yani ortaya çıkarmak için büyük efor sarf ettiğin çünkü kendi sınırlarını da zorlamış oluyorsun.
İ. Y.: Gerçekten üzerinde daha fazla emek verdiğin haberler aklında kalıyor insanın. Mesela Behçet Safa’nın İtalya’nın Elbe adasında yaşadığını öğrendiğimde oraya gidip röportaj yapmak unutamadıklarımdan biridir. En çok etkilendiklerim tabii ki büyük edebiyatçılarla, sanatçılarla yaptığım söyleşiler ve onları tanıma fırsatı bulmam. Yaptığım işe sırf bunun için bile şükran duyarım.
Kültür sanat gazeteciliğinin üvey evlat muamelesi görmesinin nedeni nedir?
E. A.: Bir yerde daralma olduğunda ilk kültür sanat ekibi küçültülür, ilk gözden çıkarılan onlar olur. Buna rağmen de gazeteye, televizyona en büyük katkıyı da kültür sanat ekibi sunar.
İ. Y.: Malesef öyle. Bir kültür endüstrisinin oluşamamasının da etkisi var bunda. Hep bir misyon olarak olarak görülüyor kültür sanata yayın dünyasında daha fazla yer vermek. Bir anlamda öyle de olması gerekiyor tabii ama sektörün de kendini yaşatabilecek hâle gelmesi lazım. Yayıncı ilan vermekte zorlanıyor, galeriler zar zor ayakta kalabiliyor.
Büyük bir medya grubunun içerisinde siyasî iktidarın gösterdiği tüm değişikliklere kültür sanat ekseninden baktın, son yirmi yılda kültür sanat adına neler değişti Türkiye’de?
E. A.: Ben somut olarak “Şunu yaşadım” dersem yalan olur. Ekipler küçüldü, hacim küçüldü ama “Şöyle yapın, yapmayın” adına bana bir şey söylenmedi, dayatılmadı.
İ. Y.: İktidarın kültür sanatı yönlendirmesi, kendi anlayışına göre değiştirmesi hemen olacak bir şey değil. Son yirmi yılda çok önemli gelişmeler de oldu Türkiye’de. Özel müzelerin açılmasını çok önemsiyorum bu anlamda. Dünya sanatının en önemli isimlerinin sergilerini görme fırsatı bulduk onlar sayesinde. Türkiye’de sermaye birikiminin bir bölümünün sanata aktarılması sayesinde oldu bütün bunlar. Pek çok özel galeri açıldı. Dinamik ve politik bir güncel sanat serpildi bu sanat ortamında.