Asiye Müjgan Güvenli'nin yazdığı, hapishaneden gerçek hayat hikâyelerini içeren Elinden Kaza Çıkan Kadınlar, Dipnot Yayınları tarafından önümüzdeki günlerde basılıyor. Kitabın önsözünü ve hikâyelerden birini Tadımlık olarak sunuyoruz...
70’li yılların sonunda bir kadın derneğinin çıkardığı bültenin sorumlu yazı işleri müdürüydüm. Bültendeki yazılarda basın yoluyla komünizm propagandası yaptığım ileri sürülerek 1980 yılı Ocak ayında tutuklandım ve sivil bir cezaevine gönderildim. Sosyalist politika yapan biri olarak bunun bir gün başıma geleceğini biliyordum. Ancak bunu bilmekle yaşamanın aynı şey olmadığını cezaevinin dış kapısından içeriye girdiğimde fark ettim. Bir tutuklu eşliğinde koğuşun yemekhanesine doğru yürürken ellerini nereye koyacağını bilemeyen ergen gibiydim. Yemekhanenin kapısında beni gören genç bir kadın avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Mahkûm geliyoooo, mahkûûm!” Hayatımda hiç psikiyatri kliniği görmemiştim ama nedense bir akıl hastanesinin böyle bir yer olabileceğini ve cezaevine değil akıl hastanesine getirildiğimi düşündüm ilk anda. Cezaevine, sivil bir cezaevine ilk girişimdi.
O günlerde henüz benden başka politik nedenlerle kimse bulunmuyordu koğuşta. “Siyasi tutuklu” yabancı bir kavramdı koğuştaki kadınlar için. Bundan ötürü neden tutuklandığımı soran kadınlara bir türlü anlaşılır bir cevap bulamıyordum. Yazmak ile cezaevi koşutluğunun ikna edici bir cevap olmadığını anlayınca tutuklanma nedenini soran kadınlara “Devlete karşı çıktım da,” dediğimde, köy kökenli genç bir kadın “Haa, candarmaylan nizalaştın he mi?” deyivermişti. O anda devletin nasıl bir makine olduğuna ilişkin yaptığımız tartışmaların bu denli somut olarak özetlenmesinden derinden etkilendiğimi hatırlıyorum.
Kadınların önemli bir bölümü öldürme ve yaralama nedeniyle tutuklu ya da hükümlüydü. Yanı sıra birkaç Roman hırsızlık nedeniyle, birkaç kadın da o zamanlar suç olan zina nedeniyle tutukluydu. Çoğu köy kökenli her yaştan kadın vardı koğuşta. Kimi sakin kimi konuşkan, soran, inceleyen, birbirleriyle en küçük nedenle kavga eden, gülen, ağlayan yirmi-yirmi beş kadın. İlk anda ben onların yabancısıydım, onlar da benim. Yirmi dört saat birlikte yaşanınca bu yabancılık uzun sürmedi elbette. Onlar beni dinlediler, ben onları. Çoğunun psikolojik sorunları vardı ve cezaevinin psikoloğu yoktu.
Bu kadınlar aile ve çevre baskısı, gelenek, erkek egemenliği, yoksulluk, şiddet ve dışlanmışlık gibi nedenlerle, çıkış yollarının tıkanmasından ötürü katil ya da hırsız olmuşlardı. Özellikle “koca katili” kadınlar kocaları tarafından öldürülmemek için öldürmüşlerdi. Hemen hemen hiçbiri okuryazar değildi. Ama aralarında az sayıda da olsa lise ve üniversite mezunu kadınlar da vardı.
1980’li yıllarda askeri cezaevlerinden sonra farklı sivil cezaevlerinde birkaç kez bu öldüren, yaralayan, çalan kadınlarla aynı koğuşlarda yaşadım. Benimkinden farklı olan dünyalarını tanıdım. O dünyalarda, birlikte yaşanmadığında bilinemeyecek ayrıntılar fark ettim. Onların sadece “katil”, “hırsız” vb. olarak tanımlanmalarını, ya da en iyi olasılıkla yok sayılmalarını, görünmez kılınmalarını içime sindiremedim. Onların hikâyeleri de bilinsin istedim.
Burada öyküleri anlatılanlar öldüren, yaralayan, çalan ve o zamanlar ceza kanununda yer alan “zina suçu” işleyen kadınlar. Yoksulluk, gelenek, seçeneksizlik kıskacına sıkışmış ve “elinden kaza çıkan” kadınlar. Toplumda tanınmazlar. Ya da “cani”, “hırsız” “suçlu” gibi sıfatlarla anılırlar. Korkulur onlardan.
Onların da anne, ev emekçisi, işçi, sosyalist, yani insan olduğu ancak onlarla birlikte yaşandığında fark edilir.
İşte burada hikâye edilenler bu kadınlar – “elinden kaza çıkan kadınlar”.
Asiye Müjgan Güvenli
O gün kadın gardiyan kapı altından aldığı dört tutuklu kadını koğuşa götürecekken, odasının önünde beklemekte olan meydancı Hatice’yi görünce “Al bunları koğuşa götür. Zinadan gelmişler” dedi. Hatice güle oynaya “Zinacılar geldi, zinacılaar” diye bağırarak yemekhaneye girdi bu dört kadınla. Âdet olduğu üzere yeni gelenler hemen “sorguya” alındı. İlk üç kadının hikâyesi dinlenildikten sonra gözler köşeye büzülüvermiş dördüncü kadına çevrildi. “Ee, anlat bakalım, seni kim bastırdı? Senin herif mi, yoksa âşığının karısı mı?” diye sordu Huriye.
Rengi solmuş çemberinin altından siyah saçları görünen, elmacık kemikleri zayıflıktan dışarı fırlamış esmer tenli bu kadın “Hiçbiri” dedi. “Ben zinadan gelmedim ki.”
“Neden geldin peki?”
“Benim herif bıçağın üstüne düştüydü, ölmüş. O sebepten.”
Kadınlar hep birlikte kıkırdadılar bunu duyunca. Huriye, “Kızım, bacım, niye düştü kocan bıçağın üstüne. Nasıl düştü de öldü?” diye adının Zeliha olduğu sonradan öğrenilen kadını sorgulamaya devam etti.
Zeliha, kadınların gülüşmelerine karşın, yüzünde tek bir çizgi değişmeksizin ve arada burnunu çekip gözyaşlarını çemberinin ucuyla silerek devam etti anlatmaya:
“Çok içerdi rahmetli. İçer içer, sonra da vara yoğa döverdi beni. Yemek etsiz diye döverdi, banyo suyu çok sıcak diye döverdi, banyo suyu soğuk diye döverdi, kirayı ödeyemedik diye döverdi. Hep döverdi.
“O gün sovan doğruyodum mutfakta. Erken geleceği tutmuş eve. Duydum eve girdiğini ama devam ettim sovana. Dedim kendi kendime, çabuk pişireyim yemeği de yemek geç kaldı diye dövmesin bi’ de. Mutfağa girmiş, fark etmedim valla. Götüme bir tekme atmasıylan elimde bıçak dönüverdim. Birden yalpaladı bu, düştü bıçağın üstüne. Öyle yattı kaldı bıçağın üstünde. ‘Ahmet, Ahmet!’ diye seslendim, ses etmedi. Sızdı sandım sarhoşluktan. Korktum, kalkar da beni yine döver diye, gittim annemgillere. Akşam olunca gittim eve ki bu yatar hâlâ yerde. Bilemedim ne yapayım. ‘Çok içmiş herhal’ dedim kendi kendime. Gittim yattım. Sabah baktım, hâlâ yatar aynı biçim. Çok kan vardı yerde. O da kan içindeydi. Ahmet kalk hele dedim, yine ses vermedi. Yüzünü gördüm, bembeyazdı. Yanağına dokundum buz gibiydi. Kaskatı yatıyodu yerde.Benden bilmesinler diye gittim karakola, anlattım olanı biteni. İnanmadılar bana. Ne polis, ne hâkim. Yeminlen, ben bi’ şey yapmadım. Yalanım varsa gözüm çıksın.”
“Vah vah” diye sözü aldı Huriye. “Belediye nikâhın var mıydı herifinen?”.
“He var” dedi Zeliha soran gözlerle.
“Oyy bacım, o zaman durumun ağır senin. İdam alırsın bacım sen valla” diye bilmiş bilmiş devam etti Huriye.
İdam sözünü duyar duymaz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Zeliha. Huriye kadını yatıştırmak için, “Ağla bacım, ağla, açılırsın. Hepimiz geçtik bu yoldan. İdam etmezler merak etme. Müebbete çevirirler. Kim bilir belki de yirmi yıla düşer, adam hep dövüyodu dersen” dedi ve elinden hiç bırakmadığı iğne oyasına döndü sessizce. Belki de kendi hikâyesine ve buraya ilk girdiği güne.
•
Asiye Müjgan Güvenli
Elinden kaza Çıkan Kadınlar:
Hapishaneden Hayat Hikâyeleri
Dipnot Yayınları
2022
103 s.