Thomas Bernhard otobiyografik beşlemesinin ikinci kitabı Kiler - Bir Kaçış’a “Öteki insanları ters yöne giderek buldum, o iğrenç lisede değil" cümlesiyle başlıyor ve kendini bulduğu bakkal kilerinden dünyaya sesleniyor...
20 Ağustos 2015 15:00
Keşke her yazar ve sanatçı kendi yaşamını anlatan metinler kaleme alsa. Hatta bunu, uğraştığı, uzmanlaştığı veya yakınlık duyduğu alana uygun olarak yapsa. Böyle örnekler az. Thomas Bernhard, hayatını anlattığı bir beşleme yazmıştı ve bunlar Türkçeye çevrilmeye başladı. Bernhard, ilk kitap Neden’de, bugünü gözde gezi kenti Salzburg’un kendisindeki acı dolu yerini anlatıyordu. Sahte bir güzelliğe sahip olduğunu söylediği Salzburg, Bernhard’a göre insanı derin bunalımlara sürüklüyor. Kent, yazarın kitaplarına mutlaka sızıyor ancak o, bu şehirden hiçbir şekilde olumlu bahsetmiyor.
Bernhard’a göre Salzburg, iklimiyle, insanları esir alışıyla ve kişiyi vahşileştirmesiyle öne çıkıyor. Yazar, belki de en mutsuz günlerini öğrenim görmek için geldiği bu kentte geçiriyor. Bütün vaktini, sevgi ve şefkat aramaya harcıyor. Gayrimeşru bir çocuk olarak doğmasının bunda etkisi var.
Yersiz yurtsuzluk, Bernhard’ın bütün hayatını özetliyor. Annesi ve üvey babası tarafından istenmeyen ve sürekli itilip kakılan yazar, sadece dedesi ve anneannesine yakınlık duyup onların yanındayken rahat ediyor.
Anneannesi ve dedesinin yanında geçen sakin günlerin ardından Salzburg’un yolunu tutuyor ve İkinci Dünya Savaşı’nın atmosferine dalıyor. Salzburg, biraz da bu nedenle Bernhard için korku, huzursuzluk ve var oluş probleminin merkezi. Şehri, “yaratıcılığın tüm türlerine karşı” diye tanımlayan Bernhard, aynı zamanda Salzburg’u “ikiyüzlülüğün simgesi” şeklinde niteliyor. Nasyonal Sosyalizm ve Katoliklik arasında sıkışan kent, yazarda umutsuzluk, kayıtsızlık ve bunalım doğuruyor.
Salzburg’da içi şiştikçe yazmaya koyulan Bernhard, Neden başta olmak üzere tüm metinlerinde kendini arayan bir adam olarak karşımıza çıkıyor. Neden’deki satırlar yüzünden, Salzburg’a duyduğu nefretin çok özel gerekçeleri olduğunu düşünebilirsiniz ama Bernhard’ın yaşayıp anlattığı koşulları da hesaba katmak gerek. Buradan bakınca beşlemenin ilk kitabı Neden, Bernhard’ın sarsıntılı yaşamına giriş niteliği taşıyor. İkinci kitap Kiler’in alt başlığı “Bir Kaçış” ve Bernhard’ın yazarlığına uzanan süreci okura aktarıyor.
Bütün hayatı ikilemlerle örülü olan Bernhard, bunları cümlelere ustalıkla dökmeyi başarmış bir isim. Üstelik bu ikilemler, oradan kafasını kaldırıp yaptığı seçimler ve gittiği yol, yazarlığına sürekli yeni katlar çıkmasını sağlamış. Kiler’in ilk cümlesi bu nedenle çok etkileyici: “Öteki insanları ters yöne giderek buldum, o iğrenç lisede değil.”
“İğrenç” dediği lise yine Salzburg’da ve orada bulunmak Bernhard’a büyük acı veriyor. Kendine iki seçenek sunuyor: Ya o “iğrenç” liseye devam edip yok olacak ya da hayatını anlamlı kılacak başka bir şey yapacak. O, ikincisini; yani çıraklığı, burjuva kültürüne tercih ediyor. Bakkal çıraklığını “insanların arasında insanlar için çalışabileceği ve kendisini faydalı hissedebileceği” bir iş olarak görüyor.
Bernhard, çıraklığın, benliğini bulmasına yardım eden, insanlarla ilişki kurmasının önünü açan ve kendisini hayata döndüren bir tarafı olduğunu söylüyor. Bakkal dükkânının kilerinde geçirdiği zamanlar ise karşısına çıkan engelleri kaldıran bir etki bırakıyor onda: “Burada daha ilk günlerden itibaren önceki hayatımdaki maske düşmüştü; önceki hayatımın berbat, dehşet verici bir dönem olduğunu anlamıştım. Her şeyin bir hata, bir yanılgı olduğu ortaya çıkmıştı, benim istediğim de buydu.” Bernhard, çıraklığa başladığında bir geleceği olduğuna inanıyor ve deyim yerindeyse uykusundan uyanıp evvelce fark etmediği pek çok şeye hayranlık duyuyor.
Akıntının tersine gidip “büyük yeteneklerinden ve başarılı bir gelecekten” sıyrılması, lise yerine bakkala ve kilere gitmesi etrafındakilerce garip karşılanıyor. Ama Bernhard, halinden memnun, ilk defa umutlu. Bunun kaynağı ise mümkün olduğu kadar çok insanın arasında bulunma fikri.
Bakkalın bulunduğu Scherzhauserfeld Mahallesi, Beyaz Avusturyalılar tarafından suçun, bağımlılığın ve aşağılık insanların yer aldığı bir getto olarak görülüyor. Buradaki insanlar, Salzburg merkezdekilere “ideal” uzaklıkta ve “fazlalık” konumunda. Mahalle, “baş belası” Bernhard için biçilmiş kaftan, tam bir araf. Tabii Salzburg kent yönetimi, mahalleden bahseden Bernhard’dan rahatsız. Çünkü aynı kendisinde olduğu gibi “sinir bozucu” insanlarla dolu bir mekân. Bernhard, oradakilere “cehennemin sakinleri” diyor. Felsefe okulunun ardından, mahalledeki yakın arkadaşı Podlaha aracılığıyla hayat okuluna giriyor.
Çıraklığın Bernhard’ı mutlu etmesinin en önemli nedeni, bu kararı hür iradesiyle vermiş olması. Kendisini özgür hissediyor ve lisede kalıp ölmeyi bekleme kâbusundan kurtuluyor. “Kiler benim tek sığınağım olmuştu, araf (ya da cehennem) ise tek kurtuluşum” deyişinin sebebi bu.
Bernhard, çalışmayı, özellikle insanlarla yakın ilişkiye girdiği çıraklığı, hastalığı engelleyen ve ölümü öteleyen bir eylem olarak niteliyor. Ayrıca vicdanını yeniden keşfettiği bu eylem sayesinde kendisini, başkalarının yerine daha fazla koyuyor; bir bakıma teoriden pratiğe geçiş yapıyor.
Bernhard’ın bakkal çıraklığı dönemini anlatışı beri yandan da dönemin önemli bir Avusturya eleştirisi. Salzburg gibi şehirlerde yaşayan, hemen her şeyi çabucak kabullenip güne ayak uyduranlara “fabrikasyon kuklalar” diyor yazar. Ters yöne gittiği için bu sonuca rahatlıkla ulaşabiliyor.
Onun için hayatta kalma amacıyla şevkle çalıştığı kilerin bir başka anlamı daha var: “Kilerde kimsenin merhametine sığınmış değildim, güvendeydim. Deneyim ve eğitimime karşı hareket edip kendimi bütünüyle Scherzhauserfeld Mahallesi’ne adayarak bir sığınak bulmuştum.” Bu sığınak, Bernhard’ı çok uzun zaman sonra evinde hissettiriyor.
Bernhard, terk ettiği lisenin, insanı hayat kadar etkilemediğini düşünüp geleceği belirsiz bu yola girdiğinden gönlü rahat. Orada kendi üstüne de düşünme fırsatı yakalıyor; çelişki ve farkları sevdiğini, bunların onu kurtardığını görüyor. Kendi isteğiyle ticareti ve müziği öğreniyor.
Normal şartlar altında (bu ne demekse!) Bernhard’ın kilerde günlerini geçirirken ve tekdüze çalışma ortamında bunalımdan bunalıma atlayacağı düşünülürken tam tersi oluyor. Yazar, bu basamağı hızla tırmanıyor. “Yaşamın kendisi, var oluşun kendisi; bunlar hep beylik sözler” diyerek kişinin kendisiyle ilgili çok az şey bildiğinin ayırdına varıyor. Benliğini keşfetmeye uğraşanların, zihin gücünün sınırına ulaştığında durduğunu ve sonucun depresyon olduğunu söylüyor. Her şeyi bildiğini iddia eden insanlarla geçirilen zamanlar da cabası. Oysa kiler, bu anlamda bir derya; önce dışarıyı öğretip sonra içe dönmeyi öğütlüyor. Tıpkı Wittgenstein’ın “İlkin gezginliğe çıkman gerek ancak sonra, yurduna dönebilir, o zaman da ötekileri anlayabilirsin” sözünde olduğu gibi.
İşte böylece Bernhard, deneyiminin yorumunu yapma imkânı buluyor: “Her zaman iki hayat sürdüğümü inkâr edemem; biri gerçeğe en yakın olandı, onu hakiki var oluşum diye adlandırabilirim, diğeri de sadece rol yaptığımdı. Bu ikisinin birlikteliği, zamanla beni yaşamda tutan bir var oluş yarattı.”
“Başkalarına inansaydım bugün var olmamam gerekirdi” diyen Bernhard, herkesin öz kaynaklarına düştüğünü ve mutlaka kendisine bağımlı bir sanrı olduğunu da yine kiler tecrübesine borçlu. “Sanki kendi zihnimin içindeki bir kâhinim” cümlesi, o tecrübenin zirvesi.
Bernhard, Kiler’de, hayatını sahneye koymaya uğraşan bir yönetmen edasıyla cümleler kurmuş. Kimi zaman yaşamdan kaçan kimi zaman da bu kaçışın acizlik duvarına çarptığını gören yazar, buradan hareketle aynı anda karakter, dekorcu, yönetmen ve tiyatro müdürü olarak karşımıza çıkıyor. Böylece kaçış, Bernhard’ın, çemberi tamamlayıp kendisine dönüşünü ifade ediyor.