Hayatımdaki kitaplar: Okumak için değil birlikte yaşamak için...

"O kitaba” sahip olmak bana güven veriyordu. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ı çıktığında babamın kitaplığından alıp kendi kitaplığıma koymuştum, artık ona sahiptim; Yeni Hayat’a, yeni bir hayata

14 Şubat 2019 11:00

Babaannemi hatırlıyorum pencere önünde oturmuş, elinde bir kitapla. Dünya klasiklerinden biri değildi elindeki. Yusuf Tavaslı’nın dua kitaplarından biriydi. Unutamamamın en büyük nedeni ise beş yaşımdayken babaannemde gördüğüm o kitabın, 38 yaşıma geldiğimde hâlâ babaannemin ellerinde olmasıydı. Birkaç kez yarı şaka söylendim de, “Bıkmadın, 40 yıldır aynı kitap elinde, sana başka kitap vereyim. Benim kitaplarımı okudun mu sen hem?” “Yok,” derdi, “ben bu kitabı seviyorum, okumayayım da komşularla dedikodu mu yapayım?” Aslında seviyordum onu öyle elinde kitapla görmeyi. Okuduğunu anlıyor muydu, gerçekten okuyor muydu bilmiyorum.

Eğer son iki yılında bedeni ve aklı müsaade etseydi eminim son gününe kadar o kitabı yine dizlerinin üzerine koyacak kalın gözlüklerinin ardından okumaya devam edecekti. Babaannemin aynı kitabı yıllarca okuması belli ki güven veriyordu ona. Onun bir kitaba sığınmasını hiç unutmayacağım.

Yeni Hayat 

Sonrasında, okurluğumda çok büyük etkisini göreceğim babamın kitaplığı girdi hayatıma. Gazeteci cinayetlerini anlatanlar ya da gazetecilerin 12 Eylül ve 12 Mart’la ilgili yazdığı kitaplar da vardı, beyaz sırtında kırmızı kalple dizilmiş klasikler de… Sartre’ı, Montaigne’i, Nâzım Hikmet’i, Hüseyin Avni Dede’yi, Uğur Mumcu’yu, George Orwell’i babamın kitaplığı sayesinde okudum. O zamanlar benim de odamda bir kitaplığım vardı ve orada Gülten Dayıoğlu, İpek Ongun, Edmondo de Amicis gibi yazarlar beni bekliyordu. Onları da okudum ama daha çok babamınkileri seviyordum. 14- 15 yaş için erken okumalardı, belki bana söylenenin, öğütlerin, sınırların dışına çıkma isteğiydi. O zaman kırmızı kapaklı baskısını defalarca açıp kapattığım Felsefenin Temel İlkeleri’nden hiçbir şey anlamasam da hiç bilmediğim kavramlar arasında kaybolmak iyi geliyordu.

“Benim gibi bir budalanın büyük bir ihtimalle yapacağı gibi, kitabı yanlış anlamış olmaktan, yüzeysel olmaktan, ya da olamamaktan, yani herkes gibi olamamaktan, (...) korkuyordum.”

Yaşıma büyük gelen kitaplara sarıldıkça bulunduğum dünyadan uzaklaşıyordum. Arada babamın kitaplığından kendi odamdaki minik kitaplığıma kitaplar taşıyordum. Yaş 17 değil de Sartre’ın Bulantı kitabının benimle olması bana güven veriyordu. Yaşıma göre olan kitapların yazarlarının her seferinde öğüt veren ebeveyn ve öğretmenlerden bir farkı yoktu.

Okumanın ötesinde “o kitaba” sahip olmak da bana güven veriyordu sanırım. Bunu en çok Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ı çıktığında yaşamıştım. Babamın kitaplığından alıp kendi kitaplığıma koymuştum, artık ona sahiptim; Yeni Hayat’a, yeni bir hayata. Aynı yıl geçirdiğim bir sağlık sorunu yüzünden gözlerimi hastanede açtığımda viziteye gelen doktoru Orhan Pamuk sandım ve babamdan Yeni Hayat’ı evden getirmesini istedim. Yeni Hayat, bana güven verecekti.

“Yavaş yavaş sayfaları çevirdikçe, bundan önce varlığını hiç bilmediğim, hiç  düşünmediğim, hiç sezemediğim bir dünya ruhuma sindi ve orada kaldı.”

Yıllardır Mantık Al- Tayr

Mantık Al- Tayr: Bendeki baskısı 1968. Üzerinde “üçüncü basılış” yazıyor, kapağında ve ilk sayfasında ise T.C. Bandırma Şehit Süleyman Bey Ortaokulu Müdürlüğü. Bandırma’ya hiç gitmedim, bu kitabı İstanbul Galatasaray’da bulunan zamanın sahaflar çarşısı olan Aslıhan Pasajı’ndaki Kâğıt Gemi’den aldım. İlk haftalığımla.

Ama hikâye bu değil.

Lise yıllarında okuldan kaçardım, ama “kaç kaç nereye kadar” diye düşünüp çalışmaya karar verdim. Çalışacağım yeri ise ben değil çalışacağım yer belirledi. Okuldan kaçtığım cümleydi benim için Kâğıt Gemi. O sahaf. Sıklıkla gittiğim için, artık sahibi Gürsel Abi ile tanış olmuştuk. “Her gün benden önce geliyorsun, istersen sabahları sen gelip aç,” dedi. O gün eve dönerken çantamda sahafın anahtarı vardı. Ertesi sabah erkenden işimin ve binlerce kitabın başındaydım. Amacım para kazanmak değil, sığınmaktı belli ki. Babamın kütüphanesinden odama taşıdığım kitaplardan kurduğum dünya yetmemişti, büyüyordum. Evde ya da okulda değil de o minicik dükkânda güvendeydim. Sabahları dükkânda okumaya başladığım Mantık Al- Tayr’ı ilk haftalığımla satın almak istemiştim. Gürsel Abi “al senin olsun paraya gerek yok,” dese de ben yine de kırık ahşap çekmecenin içine, bir banknot koydum. Yeni hayatımdaki kitaplardan biri oldu Mantık Al- Tayr. Yıllardır aynı kitap, sayfaları koptu kopuyor, kâğıdı eriyor ama yıllardır benimle, arada elime alıp rastgele bir sayfa... Baştan sona kesintisiz okudum mu acaba? Anlat deseniz anlatabilir miyim? Hayır, ama benim kitabım…

Nimet Hanım...

Kimi kitaplarla kendi kendime kurduğum bir güven ilişkisi oldu hep. Bundan yaklaşık 10 yıl önce evde Zayi’yi yazdığım bir gündü. Moda’da ana caddede giriş kattaki evimin salonundaydım. Birkaç dakikalığınına evin arka odasına gidip salona geri geldiğimde yeni aldığım bilgisayarım yerinde yoktu. Birkaç dakika içinde hırsız gelmiş, bilgisayarımı götürmüştü. Bu olayın sonrasında bir seyahatle dağ başına yakın bir inziva yerine gitme şansım oldu. Bilgisayarım ve yarısını yazdığım romanım hırsızdaydı. Yola çıkarken yanıma Ferit Edgü’nün Şimdi Saat Kaç ve Ders Notları kitaplarını almıştım. Okumadığım onca kitap varken daha önce birkaç kez okuduğum, birkaç farklı baskısı bulunan bu iki kitabı neden aldığımı düşündüğümde yine o güven duygusundan başka bir nedeni yok galiba. Eve döndüğüm günün akşamında karakoldan gelen haber iyiydi. Bilgisayarım bulunmuştu ve ben artık o evde kalmak istemiyordum. Taşınabilmem için ise yeni bir kiracı bulmam gerekiyordu. Kapıyı çalan ilk kiracı adayı 70’lerinde bir kadındı. Evi gezdirirken salondaki kitaplığımın önünde durup raflara uzun uzun ve ilgiyle baktı. Ben ise evi beğenip tutsa da ben de taşınsam buradan derdindeydim, ama kitaplara öyle uzun bakıyordu ki, ben yarı şaka “Kitapları götüreceğim ama…” dedim. O da sanki bana değil de boşluğa “Hepsi öldüler, bir ben kaldım,” dedi Tomris Uyar’ın sırtı sararmış kitaplarını okşarken. Yüzleşmeler’i çıkarıp rastgele bir sayfa açıp birkaç saniye baktı.

Anlamamıştım.

“Kimler öldü?” dedim.

“Tomris, Turgut, Edip...” diye cevap verdi, “bir ben kaldım,” diye de ekledi. Şaşkınlığımı gizleyemedim.

Şimdi tanıştık.

Zaten bizim gibiler normal tanışmazmış. Sonrası mı, sonra o ölene kadar ikimizin arasında uzun uzun telefonlar, mektuplar, kitap yollamalar, arada telefondan Yüzleşmeler’den sayfalar okumalar…

Ölümüne dek o evde yaşadı. Geceleri beni arar o kitabı okudun mu, bak şunu da oku der, ölenlerin ama en çok da en sevdiği arkadaşı Tomris’in ona bıraktığı anıları ve o dönemin yayıncılık sorunlarını anlatırdı. Hırsızın girdiği ev ve Yüzleşmeler sayesinde Türkiye’nin ilk telif hakları ajansının kurucularından, bir kuşağın yazarlarının hepsinin arkadaşı Nimet Hanım girdi yeni hayatıma…

Cenazesinde ise çok az kişi vardı. Tabutunun başındayken iş arkadaşlarından birinin “Siz neyi oluyordunuz?” sorusuna cevap veremeyip sadece ismimi söylediğimde herkese beni anlattığını öğrendiğim ânı hiç unutmayacağım. Cenazesinden sonra hiçbir hırsızın girmediği evime döndüğümde Yüzleşmeler'i elime aldım, okşadım sırtını, rastgele açtım sayfalarını. Kitapları hâlâ bende; birbirine karışan hayatlarımızın kitapları.

Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce evdeki kitapların önünde çok kez durup baktım. Hayatımdaki kitaplar hangileri? Ne demek hayatımdaki kitaplar? Hani Yeni Hayat gibi, “bir gün bir kitap okudum ve bütün..” hayır böyle değil. Kitapların bende bıraktıkları, onları hayatımın kitaplarından biri yapar.

Hani, anlam?

Kitabın ilk sayfasına ismimi yazmışım, altında 2002 Cihangir yazıyor. Arka iç kapakta ise başka bir tarih: 12/07/2003 Beşiktaş; “beklemiyorum” diye not da yazmışım kurşun kalemle. Şimdi neyi beklemediğimi hatırlamıyorum. Arka kapağına ise kahverengi ve kırmızı boya bulaşmış. Resim yaptığım zamanlardan kalma. Gençlik zamanlarım. Oruç Aruoba, Hani. Çok uzun uzun okuduğumu hatırlıyorum. O kısa ama çok kısa cümlelere ihtiyacım varmış. Yıllardır sayfalarını açmadım ama şimdi bu vesileyle yeniden gezindim, aynı heyecan değil ama, hayatımdaki kitaplardan biri de bu, hatırlıyorum güzelliğini.

Bir tedirginlik, huzursuzluk doğacak içinde, onun ile yanyana, yüzyüze olunca — o denli yabancı düşmüş olacaksın ki yaşamının kendi, sahici anlamına, aykırılık duyacaksın ondan — ancak o zaman anlayacaksın, nasıl tam da senin kendi anlamın —ta kendin— olduğunu onun : o yıllar boyunca kendine ne denli aykırılaştığını—— ama, o da hemen duyacak, duyumsayacak senin duyduğunu : suskunlaşacak, kapanacak, uzaklaşacak...

Anlayamayacaksın——”

Artırıyorum...

Bir ara kitap mezatlarına giderdim. Birkaç kez de kontrolümü kaybettiğim oldu. Edip Cansever’in Tragedyalar’ının ilk baskısını almak için ne kadar artırdığımı hatırlamıyorum, sonunda kitap benim oldu. Zafer kazanmış gibiydim. “Bizlerden bizlere doğru ne gitsin bu vakitlerde” sorusu ellerimdeydi. Çok iyi yapmıştım, sanki bu baskıdan okuyunca başka bir şeyler oluyordu. Tragedyalar’ı hep çok sevmiştim, hatta ben Cansever’i ilk Tragedyalar’la okudum. Yıllarca elimde dönüp durdu; iyi olduğumda, kötü olduğumda, ne yapacağımı bilmediğimde, yazdığımda ve yazamadığımda en çok… O pazar günü mezatta ilk baskısını görünce dayanamadım. Ertesi hafta katıldığımda ise bu kez yine Cansever’in Şairin Seyir Defteri çıktı karşıma. Mehmet Güleryüz’ün desenlerinin olduğu kitap Ada Yayınları tarafından 1600 adet özel olarak basılmıştı. Defalarca okudum, dokundum, desenlerin üzerinde parmaklarımı gezdirdim. Çizgileri okuyor, dizelere uzun uzun bakıyordum. İşte 214 numaralı olan kitap şu an masamda.

Tatlı Perşembe

K24’ün Tatlı Perşembe’sinin elbette bir anlamı var. Perşembe günlerini seven biri olarak işte hayatımdaki kitaplardan biri: Tatlı Perşembe, John Steinbeck. Çağlayan Yayınevi tarafından basılmış, Orhan Azizoğlu çevirmiş. Bunu ben mi aldım yoksa hediye mi hatırlamıyorum. Bu, benim en sevdiğim baskısı. Kapağa bakar mısınız? İnsanın hayatındaki kitaplardan biri olmasın da ne yapsın?

Bazı kitapların biraz saçma olmasını da isterim. Adam kitap yazıyor sonuçta, bırak da biraz saçmalasın.”

Son Kuşlar

“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.” Hikâyesi Sait Faik’tendi, hikâyenin adı: “Son Kuşlar”. Sık sık okurdum, birkaç yıl önce Varlık Yayınları baskısını bir arkadaşım hediye etmişti. Çok sevinmiştim, buradan selâm olsun ona, Erdemli Ömer'e.

Fethi Naci’den bana gelen...

Selim İleri’yi Vedat Günyol’un tavsiyesiyle okumuştum. “Edebiyat dersinden kalmamak” için bana verilen bir şanstı Vedat Günyol. Bir akşam babamla evine gidip kitaplar üzerine konuşmuştuk. Bana yazar isimleri veriyordu ama özellikle “Selim İleri oku,” demişti. Babam “kitapları evde var,” dedi. Eve döndüğümde elime aldığım ilk kitabı Dostlukların Son Günü oldu. Sabah çantama koydum, birkaç gün o kitapla yaşadım. Altın Kitaplar baskısıydı babamdaki. Yıllar geçti. Babamla evlerimizi ve kitaplıklarımızı ayırdık. Yıllar sonra Selim İleri ile dost olduk.

Bir akşam Emin Nedret İşli ve Selim İleri ile buluştuk. Nedret Abi çantasından bir zarf çıkardı, bana hediye. Zarfı açtığımda iki Selim İleri kitabı çıktı. Biri Dostlukların Son Günü ilk baskı, diğeri de Yaşarken ve Ölürken. Kapaklarını araladığımda iki kitabın da Fethi Naci kitaplığından olduğunu anladım ve dondum kaldım. Evet, Fethi Bey öleli bir yıl olmuştu peki neden bu kitaplar bıraktığı kütüphanede değildi?

Babaannem, “Bu kadar kitabı biriktirme, ölünce çoluğun çocuğun ya satacak ya atacak bu kitapları,” derdi. Öyle olmuştu ya da nasıl oldu bilmiyorum ama sonuçta Fethi Naci’nin kitaplığından iki kitap şu an benim kitaplığımda. Hem de Selim Bey tarafından imzalanmış. Fethi Naci kitapların ikisine de el yazısıyla notlar almış, altlarını çizmiş, sayfa aralarında minicik yazısıyla not kartları… Selim İleri'den ilk okuduğum Dostlukların Son Günü yıllar sonra Fethi Naci kitaplığından imzalı olarak bana geldi. O kitaba çok kez baktım. Naci nasıl okumuş, nereleri çizmiş, nerelere ne notlar almış…

Okur olmak

Benimle yaşayan, okunan, okunmayan, kolilerde bir evden başka bir eve taşınan bütün kitaplar…

Yıllar içinde sevip bağlandığım ve beni tamamıyla ele geçiren işim; kitaplarım.

Bu kadar çok içindeyken ve hatta piyasa sözcüğü ile kurulan cümlelerle yan yana durduğum kitaplar…

En sevdiğim hâlim, okur hâlim hâlâ. Babaannesinin aynı kitabı okumasına şaşıran, babasının kitaplığından kendi odasındaki kitaplığa kitap çalan, okuldan sahafa kaçan ben, yıllar içinde nasıl bir okur oldum. Kitaplar yazarken başka kitapların okuru olmak ve onlarla yaşamak… Çünkü Walter Benjamin demişti, kitaplar sadece okunmak için değil birlikte yaşamak içindir de.

 

Ana görsel: María Luque