"Düzyazı yazarken bile benim için şiir hâlâ merkezde"

Roman, öykü ve denemeleriyle de büyük ilgi çeken Ben Lerner, toplu şiirlerinden bir seçkiyi Türkçeye çeviren Donat Bayer'in sorularını yanıtladı

05 Aralık 2019 12:00

Son dönem Amerikan edebiyatında büyük ilgi gören bir yazar Ben Lerner. Yazarlığa şiirle başlayan Lerner deneme ve romanlarıyla ülkemizde de beğeniyle karşılandı.

Ben Lerner bugüne kadarki şiir macerasını ise 2017’de No Art'ta bir araya getirdi. Şairin ilk üç kitabı ile yeni şiirleri bu kitapta buluştu. Ömer Şişman’la beraber kitaptan bir seçkiyi Türkçeye kazandırmayı tasarladık. Yaklaşık iki yıl süren çabamızın sonucunda ise Sanat Yok, sadece şiir yayımlayan 160. Kilometre’den okurun karşısında.

Parlak bir şairin dünyasına yaptığım bu seyahatte şiirleriyle ilgili sorularımı içtenlikle yanıtlayan Ben Lerner’la bu kez kitaptan sonra konuştuk. 

Şiir, roman, hikâye ve deneme yazıyorsunuz. Yapıtınıza bir bütün olarak bakabilir miyiz? Cevabınız evetse, bu farklı türler birbirini nasıl etkiliyor?

Roman yazmaya şiirlerin etrafına çerçeveler kurabilmek için başladım. Romanlar bu anlamda çok küratöryel – şiirle karşılaşmaları dramatize edebilirsin, yazma, okuma ya da yanlış anlama sahnelerinin yoğun tasvirlerini yapabilirsin. Romanlarımın her biri şiirle ilgili bir fikri sınıyor ve bazı şiirlerin de yeni bağlamlar kazanmalarını içeriyor. Dolayısıyla düzyazı yazarken bile benim için şiirin hâlâ merkezde durduğunu düşünüyorum. Elbette yazmış olduğum her şey birbiriyle ilişkili, bir türden bir satır başka bir türde ortaya çıkıyor. Yani bir türden başka bir türe geçebilecek yeniden bağlamlama daimi bir ilgi alanı. Kitapların hepsinin birbirleriyle sohbet içinde olduğunu düşünmeyi seviyorum. Yeni romanımın sonunda örneğin, —son romanım belki de?— bir Lichtenberg Figürü —elektrik akımını kastediyorum— ortaya çıkıyor. İlk romanımda da Lichtenberg Figürleri kitabımdan bir şiir yer alıyor. Böylece ilk şiir kitabı ilk ve son romanın içinde— bu en son roman hem bir üçlemenin son evresi hem de diğer iki kitabın başlangıcı. 

Bir söyleşinizde “Romanın başka formları sindirip toplayabilmesini, (...) onun esnekliğini seviyorum” demiştiniz. Şiirin başka formları sindirebilme becerisi ve esnekliği hakkında da konuşabilir miyiz?

Şiir elbette bunu yapabilir, bunu yapıyor. (“Şiir” çok esnek bir tabir). Hatta bugünlerde çoğu şiirin romandan daha heteroglot olduğunu söyleyebilirim —Bakhtin, romanı dillerin çoğulluğunu yansıtabildiği için lirik şiirin üstüne yerleştirip övmüş olsa da. Ama mesela Rosmarie Waldrop, John Ashbery veya Fred Moten’in şiirleri çoğu kurgudan daha çoksesli.  Ama düzyazı anlatının şiiri sindirip toplayabileceğine inanıyorum. Bunun sebebi tam da düzyazı ve şiir arasında, her ne kadar dengesiz olsa da, düzyazı anlatının bir çerçeve oluşturabilmesi, verimli bir mesafe kurabilmesi ve bir sınır sağlayabilir olmasıdır. Gerçekten de şiir ve düzyazının ne yapıp ne yapmaması gerektiğini bırak, ne yapıp ne yapamayacağına dair herhangi bir genel görüşüm yok ama benim için roman başka türlerle karşılaşmaların dramatize edilmelerini sağlayan bir müze işlevi görebiliyor. Bu olabileceği şeylerden biri hiç değilse.

Kitaplarınızda duyulan eleştirel ses, yapıtınızın ayrılmaz bir parçası. Aynı şeyi, kullandığınız bilimsel terim ve sanat referanslarıyla ilgili de söyleyebiliriz. Bu unsurların şiirlerinizin üzerindeki etkisi nedir?

Şiirin farklı söylemlerin —bir sesi oluşturan tüm seslerin— çatışabilmeleri için oluşan yankı odaları olduğunu düşünüyorum. Ve —birçok şairin çoktan beridir ilgilendiği gibi— şiirle bir eleştiri aracı olarak, eleştirinin bir nevi gülünç duruma düşürülüşü olarak ilgileniyorum. Demek istediğim, şiir kendi yöntemiyle ilgili yorumlar yapabilir, kendi eleştirel ilavelerini sindirebilir ve ayrıca belli kritik pozlar ve tonlamalarla ilgili bazı anlamsızlıkların maskelerini düşürebilir. Ayrıca bazı eleştiri satırlarını çok güzel buluyorum –estetik yönden takdir ediyorum. 

İlk kitabınız Lichtenberg Figürleri sone formunda yazılmış şiirlerden oluşuyordu. Son şiir derlemeniz Ortalama Serbest Yol’da yer alan her bir şiir de size ait yeni bir formda yazılmıştı. İkinci kitabınız Sapma Açısı ve Ortalama Serbest Yol’un yapıları da aynı. Önceden belirlenmiş bir üslup veya yapı dahilinde çalışmak yaratma sürecinizi ne ölçüde etkiliyor?

Kitaba göre değişiyor ama üretime dair bir sınırlama biçimine ihtiyaç duyuyorum genellikle, dikte edilmiş bir üslup mesela. Böylece mücadele edecek bir şeyim olmuş oluyor. Bu, Lichtenberg Figürleri’ndeki şiddeti veya Ortalama Serbest Yol’da aşk şiiri yazmanın güçlüğünü temalandırmama izin veriyor. Dayatılan anlatımcı ifade etme baskısına karşı gerçekleştirilen mücadele — şiirden önce var olup yalnızca kelimelere dönüştürdüğün bir duygu türü değil. 

Şiir derlemenizin adı Sanat Yok. Umarım bir başlık olarak provoke edici bir yanı olduğunu öne sürmek abartılı olmaz?

Sahiden biraz kışkırtıcı galiba ama kitaba adını veren şiir bir inkârın inkârı: önde gelen inançların ötesinde ve onlara karşı aşkın olasılıkları üzerinde ısrar etmekle ilgili bir şiir. Gerçi her zaman “hayır” ile ilgilenmişimdir, o güzel kelime: sanatın yokluğu değil sırf, hayır’ın, reddin, ötekilik konusunda ısrar etmenin ya da düşüncenin ihtimallerinin ve gerçek sayılan şeyin ötesinde hissetmenin sanatının olması.

‘Sanat Yok’ kitaptaki son şiirin de ismi. O şiirde ‘kendimi içinde birden fazla kişiyi / başarısız bir devlet içindeki küçük bir insan topluluğunu / barındıran biri olarak görüyorum’ diyorsunuz. Bu dizelerin kişinin içinde barındırdığı birden fazla sesten bahsettiğini söyleyebilir miyiz?

Evet ama insan kendini çaresiz hissedebilirken de Amerika, Türkiye ya da herhangi bir ülke “ulus”u gibi bir şeye şüpheyle yaklaşabilir — o şiddetli yıkımların içerisinde bile mümkün olan başka küçük topluluklar ve bütünlükler var. 

Alexander Kluge’la ortak kitap projeniz The Snows of Venice 2018’de çıktı. Kitap, şiir, hikâye, sohbet ve fotoğraftan oluşan edebi bir diyalog gibi okunuyor. Böyle bir diyalog fikri nasıl ortaya çıktı?

Rüya gibi oldu. İlk şiir kitabımı yazarken Kluge’ü İngilizce okuyordum ve kitabı ona göndermek istedim fakat nasıl ulaşabileceğimi bilmiyordum. On yıl sonra biri ona Lichtenberg Figürleri’nin bir kopyasını vermiş, çünkü aforizmacı Kluge, Lichtenberg’e bayılıyor. Şiirleri beğenmiş ve onlara cevaben öyküler yazmış. Sonra karşılıklı yazışmaya başladık. Kitabım onu şişenin içinde bir mesaj gibi buldu. Bu ortaklıktan çok gurur duyuyorum. 

Yeni şiir kitapları, şairler ve genel olarak şiir hakkında yazıyorsunuz. Şiirin bugünün Amerika’sında güncelliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

 “Güncellik” zor bir kelime. Çokuluslu dev şirketler ve onların katillikleri göz önünde bulundurulunca şiirin güncelliğini yitirmiş ve marjinal olması gerekir. Ama onu önemli yapan şey bu: alternatif bir değer ölçüsü sunması. Böylece sanatın güncelliğini yitirmişliğinin, güncelliğini belirlediği bir durum var. Ama aynı zamanda “şiir” kelimesinin neyi ifade ettiğini biliyormuş gibi yapmıyorum —o kadar geniş ve değişken bir uygulama bütünü ki. Ama bu iyi haber. Bugün farklı biçimlerde yazan birçok muhteşem şairin olduğunu elbette düşünüyorum. Tarih felaketine şiir veya herhangi bir sanat nasıl müdahale edebilir net bir fikrim yok ama biliyorum ki sanat eserlerinin ve şiirin olmadığı bir dünyada yaşamak istemezdim. Ömrümün ironilerden biri, şiirde bağlamından koparma gibi öncü tekniklerin şu anda tamamen iktidarda olan faşistler tarafından değerlendiriliyor olması. Birçok öğretmenim şiirde bağlamından koparmanın kapitalizmin pürüzsüz söylemine bir cevap olduğunu savunurdu. Kim Trump-konuşmasını pürüzsüz diye tanımlar?

Son olarak, seçki şiirlerinizin Türkçe baskısını nasıl buldunuz?

Güzel buldum – tek bir kelimesini bile okuyamadığım için daha da güzel. 

 

Bu söyleşi İngilizce aslından Melek Hamer tarafından Türkçeye çevrilmiştir.