Onur Yürüyüşü’nün polis tarafından gazlandığı, yürüyenlerin coplandığı ve gökkuşağı renklerinin kimi yetkililerce yasaklanmaya uğraşıldığı günümüzde, Hemcinsine Tutkun Bedenler ısrarlı reddedişler için edebî bir şifa kaynağı
07 Ocak 2016 13:00
2010’da, Gore Vidal’in Kent ve Tuz romanı için yazdığım “‘Sağlıklı’ İnsanlara ‘Anormal’ Kitap” başlıklı yazının önünde ve sonunda şöyle laflar etmişim, yeri gelmişken dönüp baktım: “Kent ve Tuz’un temel özelliği, Amerikan edebiyatındaki ilk eşcinsel aşk romanı olması. Eşcinselliği ‘hastalık’ diye nitelendiren son derece ‘sağlıklı’ ve ‘normal’ insanların bulunduğu dünyamızda, bu bile Vidal’e karşı ateşler yakmaya yetmişti. Kent ve Tuz ile eşcinselliği, eşcinsel aşkı romana sokan Vidal, ‘sağlıklı’ Amerikalılar tarafından cezalandırıldı (…) Zamanında bu kitap yüzünden eleştirildiğinde, kendi üslubuyla verdiği yanıt dikkate değer. Romanına yönelik eleştirilere eklenen ve Vidal’in eşcinsel olduğunu imleyen ifadeler için o, ‘Amerika’nın insanları sınıflayan tuhaf yapısının harekete geçtiğini’ söyler. Kişileri ‘eşcinsel’ ve ‘heteroseksüel’ biçiminde ikiye bölen bu yapı Vidal’e göre ‘akıldışının zaferi’dir.”
Bu yazının ardından “camiadan” arkadaşlarımla epey tartıştığımız bir başka konu, kapsamlı bir eşcinsel edebiyatı toplamı veya mevzunun toplumsal yansımasının yer aldığı araştırmaların eksikliğiydi. Dünyada, konuya dair çalışmalar vardı, hatta bazıları Türkçeye de çevrilmişti ama özgün bir Türkçe araştırma yoktu.
Aradan geçen yıllarda, cinsel kimliklerin toplumsal ve siyasal düzlemde tartışmaya açılması ya da tartışmaların içine girmesi, konunun gündeme gelip enikonu görünür olması, bu alanda çalışmalar ortaya koymak isteyenlerin cesaretini arttırdı. Kısaca bu işin kitabını yazanlar sahne aldı. Onların en bilinenlerinden biri de Halit Erdem Oksaçan.
Oksaçan’ın, birçok insanın kafasına takılan, merak edip de araştıracak kaynaklara erişemediği veya derli toplu biçimde bulamadığı eşcinsellikle edebiyat, politika ve kültür gibi bağlantılarla örülü kitapları var: Eşcinselliğin Toplumsal Tarihi ve Sultanlar Devrinde Oğlanlar.
Hemcinsine Tutkun Bedenler ise bir külliyatın ilk kitabı; alt başlığı “Modern Dünya Edebiyatında Eşcinsellik.” Onur Yürüyüşü’nün polis tarafından gazlandığı, yürüyenlerin coplandığı ve gökkuşağı renklerinin kimi yetkililerce yasaklanmaya uğraşıldığı günümüzde, zihin açıcı bir çalışma. Israrlı reddedişler için edebî bir şifa kaynağı!
Kitapta, Oksaçan’ın tarihçiliği anlatımı güçlendirip yapıyı sağlamlaştırıyor; dolayısıyla yazar siyasal, toplumsal ve kültürel anlamda açılımlar yapmasına imkân verecek bir alanda hareket ediyor. Bu da az önce adını geçirdiğim kitapların kaynakçalarına, dipnotlarına ve göndermelerine bakıldığında rahatlıkla görülebilir.
Hemcinsine Tutkun Bedenler de bu açıdan bir bilgi bombardımanına tutuyor bizi. Çoğu zaman okuyup geçilen, anlamlandırmadan rafa dizilen yazarların ve kahramanlarının, hangi bağlamda değerlendirilmesi gerektiğine dair okumalar yapıyor Oksaçan. İşin daha önemli tarafı, cinsel kimliklerin yazardan kitaba ve kahramanlara, oradan da bize yansımalarını gösteriyor. Önsözde dediği gibi mükemmellik iddiasında bulunmadan veya mutlak doğrunun var olamayacağını bilerek yapıyor tüm bunları. Bir tartışma ve eleştiri ortamı yaratıyor, beri yandan da atladıklarımızı bize tekrar hatırlatıyor. “Vakti zamanında yadsınan o kimlikler hâlâ aramızda” diyor.
Oksaçan, Eski Yunan’dan günümüze kaynakları tararken edebiyatta, hemcinsler arası aşkı ve arzuyla eşcinsellik arasındaki yakınlığı ve kimi ayrımları göz önünde bulunduruyor. Daha çok, eşcinselliğin bir kimlik olarak görünür hale gelişine yoğunlaşıyor ve tarihsel bakımdan bir sınır çizdiğini belirtiyor: “Kitap, Shakespeare’in homoerotik oyunlarının yayımlandığı on yedinci yüzyıldan İkinci Dünya Savaşı’na dek uzanan bir dönemi kapsıyor (…) Gerek elinizdeki kitap gerek söz konusu dizi sapıklık, sapkınlık, yoldan çıkmışlık, azmışlık, yozlaşmışlık olarak görülen hemcins aşkını ve eşcinselliği, edebiyattaki farklı yansımalarıyla ele alıyor.”
Eski Yunan’dan bugüne, hemcins aşkı ve oradan eşcinselliğe uzanan bir çizgi var. Oksaçan André Gide’den alıntı yaparak “Eski Yunan aşkı” şeklinde nitelenen oğlancı sevgisinin “aşkla arkadaşlığın iç içe geçtiği bir ilişki olduğunu” hatırlatıyor. Bunun pek çok örneğine Platon’un diyalogları başta olmak üzere, Antik Yunan filozoflarının metinlerinde ve anonim eserlerde rastlamak mümkün. Zaten o dönem, kavramlar arasında şimdiki gibi keskin ayrımlar yoktu, ayrıca böylesi bir ayrım yapma gereği de duyulmuyordu. Sonuçta aşk, arkadaşlık ve oğlancılık pekâlâ bir arada yürüyordu.
Yunan mitolojisi de felsefi ve bugünden baktığımızda edebî sayılabilecek metinler de sonraki yüzyıllarda kotarılan pek çok esere ve özellikle hemcins aşkı ve eşcinsellik barındıran bir sürü ürüne esin kaynağı oldu. Oksaçan, oğlancılık nüveleri bulunan eserlerden bahsederken bu kadim bağlantıyı es geçmiyor. Elbette çoğu zaman sümen altına itilen bir parantez açmayı da unutmuyor: “Eski Yunan’da ve mitolojide oğlancılık, pedagojik bir içerikteydi ve cinsellik de bunun bir parçası ve gereğiydi…”
Bugün “kulampara” olarak bildiğimiz Gulamparelik, yani oğlancılık, Osmanlı’nın temsil ettiği Doğu geleneğinin vazgeçilmezlerinden biri olunca Batılı aydınlar için o topraklar “dipsiz cinselliğin” simgesi şeklinde algılanmaya başladı. Oksaçan, burada yine devreye girip konuyu “yönetme” ve “egemen olma” sularına çekiyor, cinselliğin “tahakkümle” bağlantısına atıf yapıyor. Tabii bunun, hem edebiyatta hem de kültür tarihi araştırmalarındaki izlerini görüyoruz.
Oksaçan’ın, kitabında arka arkaya sıralanan eser, yazar ve kahraman isimlerinin arasına serpiştirdiği yorum ve çıkarımlar, konunun anlaşılabilmesi ve var olanın kavranabilmesi için önemli. Eski Yunan’dan başlayarak ete kemiğe bürünen oğlancılık veya oğlancı ilişkiyle ilgili yorumu da bu minvalde: “Edebiyat eserlerinde izleyebildiğimiz üzere, oğlancı ilişkiler barlar, gece kulüpleri, umumi tuvaletler ve parklarda, kimi zaman tarafların rızasıyla kimi zaman para karşılığı kimi zaman ise tehdit ve tecavüzle gerçekleşir.” Bunu ve eşcinsel ilişkiyi, gerek edebiyatta gerek günlük hayatta görünür kılanlardan biri, kapitalizmin rolleri, bireyleri ve insan doğasını sakatlamasına duyulan tepkinin artışıydı.
Oksaçan’ın araştırmasından çıkarabileceğimiz sonuçlardan biri, iç dünyanın (ya da iç’te yaşananın), Aydınlanma ve Modernizm’le birlikte dışa taşmaya başladığı. Buna bir tür özgürlük kovalama girişimi de diyebiliriz. Dahası, bir arayış sancısı; kimliği ortaya koymaktan öte aşkı olduğu gibi yaşama arzusu… Aynı zamanda bu eylem, gelenekçiliğin ve ahlakçılığın bekçisi olan “kutsal aile kurumu”na ve heteroseksizme eleştiriler getirme düşüncesi biçiminde de nitelenebilir.
Oksaçan, incelediği ve yorumladığı eserlerle tekdüze bir cinselliğin sınırlarını aşmanın ve toplumun çoğunluğunun “öteki”ne dönüştürmeye eğilimli olduğu eşcinselliğin ahvaline ilişkin açılımlar da getiriyor. “Evliliğin,” eşcinselleri ıslah etme mekanizması şeklinde algılanıp kabul ettirilişine dair yergilere de değiniyor. Bunun yanında, eserlerde erkek hemcinsine duyulan arzunun tetikleyicilerinin başında gelen erkek bedenine yapılan övgülere de.
Farkında olunsun ya da olunmasın, hemcinse duyulan ilginin erkek bedenini yüceltme üzerinden yürümesi, Rönesans’la başlayan bir gelenek. Ortaçağ’da aşağılanan beden, Rönesans’la beraber, tüm ayrıntılarıyla yeniden keşfediliyor. Bir anlamda Eski Yunan’daki göz tekrar açılıyor. Edebiyattaki erkek beden tasvirleri, Rönesans’taki sanat dallarının üstüne sürekli yeni taşlar koyarak ilerliyor.
Oksaçan, bunlardan örnekler verirken “kusursuz görülen” erkek bedenine gönderme yapıyor. Tabii bunda, kadın bedenine karşı geliştirilen tiksintinin de payı var. Madalyonun öbür yüzünde ise kadınlar yer alıyor; onlar da erkek bedenine benzer bir muamele yaparak hemcinsinin vücudunu övgüye boğuyor.
Oksaçan, hemcins tutkusunu ele alırken kimi tarihî ve siyasi sapaklara da uğruyor. Erkeğin ve erkekliğin yüceltildiği, kadının erkekleştirildiği siyasi söylemlerden ve onların filizlendiği dönemlerdeki edebî yaratımlardan da söz ediyor. “Üstün ırkın çürük elmaları” veya bastırılmış hemcins aşkı, o dönemlerin dikkat çeken verileri.
Beden, erkeklerin de kadınların da hemcinsine duyduğu ilgi babında önemli bir unsur. Kadınsılığı veya erkeksiliği tasvir etmenin de birinci yolu. Başka bir deyişle bir gösterge ve simgelerin giydirildiği güçlü bir yapı. Oksaçan’ın incelemesi, beden betimlemelerinin yanında onu “süsleyen” simgelerin kullanılışından, yorumlanmasından ve âşığın üzerinde bıraktığı etkilerden de bahsediyor. Öbür taraftan o bedenle yapılanlar veya tutkulu dokunuşlar da kitaplarda hatırı sayılır bir yer kaplıyor.
Hemcinse duyulan aşkı, bir tutku ve bedenlerin dostluğu olarak da yorumlayabilirsiniz. Oksaçan, bu dostluğun eserlerde bazen dedikodu ve hoşnutsuzluklara yol açtığını bazen de fırtınalı bir ilişkinin başlamasını sağladığını belirtiyor. İster karada ister denizde olsun, hemcinsler arasında sürüp giden aşk ilişkileri, birbirini kucaklayan bedenlerin arzulandığı tutkulu yakınlaşmalara evriliyor. Yazarlar ve kahramanları, zaman zaman utangaçken çoğunlukla da cüretkâr biçimde kimlik ve isteklerini sergiliyor.
Oksaçan, konunun sevimsiz tarafı olan homofobinin bulunduğu eserleri de inceliyor. Buralarda, bastırılan cinsel dürtülerden, şiddetlenen ve cinselliğini normlara uygun biçimde yaşamaya koşullanmadan kaynaklanan tereddüt ve öfke su yüzüne çıkıyor. Tektipleştirici söylem, aynı zamanda “tedavi edici” bir şiddet olarak belirirken oradan doğan nefret ve korku da topluma dayatılmaya çalışılıyor. Oksaçan’ın incelemesinde, bu noktalara temas eden örneklere de rastlıyoruz.
André Gide, Gore Vidal, Capote, Joyce, Thomas Mann, Oscar Wilde, Jean Genet, Shakespeare, Virginia Woolf, Christopher Isherwood, Lawrence Durell, D. H. Lawrence, Klaus Mann, Salinger, Guillaume Apollinaire ve daha pek çok yazarın eserlerinin ve kahramanlarının adının anıldığı Hemcinsine Tutkun Bedenler’de Oksaçan, eşcinselliğin edebiyattaki yansımasının, baskın kültürel ve toplumsal değerlerle nasıl çatıştığını ve kendi varlığını kabul ettirmeye uğraştığını anlatıyor.
Öte yandan, ele aldığı kitaplarla Oksaçan, sorunlarla birlikte, “eşcinsellerin kimlik mücadelesi ve hak taleplerini dile getirmeye” uğraşıyor. Bu da bizi eşcinsel hareketine, cinsel özgürlük mücadelesine ve Oksaçan’ın da dediği gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası daha görünür olan cinsel-siyasal dile götürüyor.
Hemcinse olan ilgiyi ve eşcinselliği “kötü alışkanlık,” “sapkınlık,” “hastalık” ya da “genetik bozukluk” şeklinde algılayanlara karşın, Oksaçan’ın hazırladığı dizinin ilk kitabı, hayli geniş okuma listesiyle modern Batı edebiyatındaki “sakıncalı” ilişki örneklerine eğiliyor. Kitabın bize gösterdiği en önemli şeylerden biri, gerçek hayatta olduğu gibi kurguda da cinsel kimliğin, bir var olan biçiminde karşımızda durduğu. Üstelik baskıcı, ahlakçı ve aileyi kutsallaştıran yapıya sağlam temelli eleştiriler getiren edebî ürünlerin bulunduğunu, hem meraklısına hem de bugüne dek konudan uzak duranlara hatırlatıyor Oksaçan. Bu anlamda Eşcinselliğin Toplumsal Tarihi’nin ve Sultanlar Devrinde Oğlanlar’ın tamamlayıcısı sayılabilecek Hemcinsine Tutkun Bedenler, yetkin bir araştırma olmasının yanında, bir boşluğu doldurmasıyla da öne çıkıyor.