Yaşarken ve yazarken başlamak

Her başlangıç hakkını ister. Başlamanın başı ille de ödeşmedir. İtiraf ettiklerindir kendine, artık kaçacak delik kalmayışıdır

07 Aralık 2017 14:56

Edebiyatla hayat, denizle gökyüzü arasındaki ufuk çizgisinde birleşir gibi geldi bana hep. Bazen hangisinin nerede başladığını, nerede bittiğini bilemezsin. Kimi zaman denizdedir fırtına kimi zaman gökyüzünde kopar kıyamet. Ve bir tahterevalli misali kâh edebiyat yükselir kâh hayat.

Başlangıçlar ürkütür insanı. Çünkü bir bitişin sonrasıdır. Sonun sonrası. Ardında bıraktığın o tanıdık olmazlık, önünde uzanan belirsiz ihtimalden daha güvenli görünür. Alıştığın bir kahırdır. Ama sonunda seni yola koyduracak o an gelir çatar. Kalamadığın, katlanmadığın an. Gülümseyerek atlarsın o suya. Kendini sil baştan tanımaya.

Hayattaki her başlangıç kendine de bir merhabadır aslında. En yakın yabancına. Ne de olsa insan kendini oyalamayı, hatta uzun zaman kandırmayı başarır. Derken o kaçınılmaz kırılma ânı gelir. Yani ne kadar parçalanmış olduğunu idrak ve itiraf zamanı. O andan itibaren bildiğinin gereğini yapmak kaçınılmaz başlangıçlara iter seni. Yeni bir kıtanın keşfine. Sen istesen de istemesen de.

Şanslıysan eğer başladığın şey aşktır. O hep içinde olan ama tozlanmış ama kanamış ama paslanmış ama iltihaplanmış ve sağalmış şey, bütün büyük sözlerine, yeminlerine, o pek özenilmiş temkinine inat fışkırır yeniden içinden. Kendini tanıyamaz olursun gücünde ve kırılganlığında. Aşkta bütün tezatlar bir arada. Sevdiğinle kurduğun bağ, koptuğun zincir, yuvarlandığın boşluk, yüzdüğün deniz, uçtuğun gök, söylediğin şarkı, ettiğin kavga, paylaştığın sofra hepsi ama hepsi bir şey daha öğretir sana. Her başkası kendine dönüşündür. Bir ömür yazgılı olduğun varlığa.

Her sonbaharda içimi kaplayan histir başlangıç. Şu eski okul yıllarından kalma alışkanlık. Yeni bir çanta, kalemkutu, renkli kap kâğıtları ve etiketleriyle yakalanabilen mutluluk. Sınıflarda, koridorlarda koşturtan heyecan. Artık başlanacak bir okul olmasa da başka türlüsünün mümkün ve hakkın olduğunu hatırlatan sonbahar esintisi. Hani şu hırkayı haz ettiren ürperti. Bir şiirde dediğim gibi:

Yaz geçecekti nemli
yapışkanlığını da alıp geçecekti
Eylül’ün serin ürpertisine bağlanmıştı umudumuz
Mavimizin bir yanı koygun karaysa
Yeşile çalan kısmında diriydik
Yaprağın sarısına inattı eski ölüm yeni hayat

Öyledir isyana yakın durur Eylül
Okul açılıyorsa kaytarmak için
Çıkılan yolculuk uzatmak için
Uzatmalı ilişki bitirmek için
Sonbahar hep sonu başlangıç
kılmak için

Her başlangıç hakkını ister. Başlamanın başı ille de ödeşmedir. İtiraf ettiklerindir kendine, artık kaçacak delik kalmayışıdır. O zaman bütün dünyaya talip olacak cesareti bulursun içinde. Deli cesaretini. Öyle ya, hiçbir şey yaşamamışçasına yeniden ve yeniden başlamak aslında deli işi.

Bütün bunları ve daha fazlasını yazmaya koyulduğumda, hayatı edebiyatın kalıbına akıttığımda bir anlık duraklayışımdır başlangıç. Kalemin defter sayfasında, parmakların klavyede hareket etmesinden çok çok uzun zaman önce birikmiştir her şey. Şimdi işte akma vaktidir. Ve akarken senin de peşi sıra sürüklenmen gerekir. Bir bakmışsın yazı seni yazmaya başlamış. Günün ya da gecenin ortasında bir kapı aralanmış. Ardında o âna kadar varlığından haberdar bile olmadığın bir öte dünya. Her şeyi yıkabilir ve yaratabilirsin. O ki durdurmayı göze aldın hayatını, başka türlü olanı aramaya adandın, öte dünya kucağını açacak sana. Burada her şey var; dert ettiklerin, vazgeçtiklerin, düşlediklerin, kahroldukların, şâd oldukların, isyan ettiklerin, bilmediklerin, ezberlediklerin, umut ettiklerin, öfkeden delirten, mutluluktan çatlatan, korkudan kanını donduran, tiksindiğin, inandığın, özlediğin, ah ettiğin, inadına sevdiğin her şey bulup da anlatman için karşında.

İster kendini al karşına istersen hayali bir varlığı, yazmak hep muhatabını aramak. Senden çıkarıp paylaşmak. Söze ilk başlayan da lafı nihayetine vardıran da sen olacaksın. Bütün boyutlardan, prangalardan azade, özgürsün. Ve sorumlusun bağımsızlığında. Öğrendiğin tek bir şey var: Hayatın kurgusuyla yarışabilecek bir edebiyat yok. Bazı hayat gerçekleri o kadar absürt ki, yazmaya kalksan “Amma da edebiyat yaptı” diyecekler. Ama iliklerine kadar bildiğin bir şey daha var: Edebiyat da hayatın bıraktığı yerde başlar. Hayat kendini yaşarken edebiyat onun her hâlinin ve olamadıklarının kayıt tutucusudur. Bana öyle gelir ki, hayat kendini unutur gibi olduğunda hatırlamak için edebiyata bakar. Varlığını yok etmeye kalktıklarında, işlenmiş, işlenecek bütün cinayetlerin, girişilen katliamların, doğamamışların, ölememişlerin çetelesini edebiyatta bulur. “Bak bu sensin” der edebiyat hayata. “Sana seni unutturdular, çünkü hep böyle yaparlar. Hadi, şimdi kendini hatırla ve yeniden başla.” Gülümser sonra. “Sen durursan ne kalır benden geriye? Hiç ama hiç bitmemeli yaşamak denilen bu macera.”

Sen işte her başladığında hayatın kudretinin, biricikliğinin, her şeye kadirliğinin hakkını teslim etmiş olursun. Ben de bunu yazarım. Bir kez daha hatırlatmaya. Hiç unutmamaya.