Basiretçi Ali'nin 50 yılı

"Abdülaziz, V. Murad ve II. Abdülhamid devirlerine o üç saltanatı da görmüş, hem de kapalı kapılar ardındakileri de görüp yazabilmiş bir muharririn gözünden bakmak ister miydiniz? Bir dönem İstanbul’da en çok satan gazete olan Basiret’in sahibi Basiretçi Ali Efendi’nin gözleriyle..."

 

Bunalımlarla dolu üç saltanat dönemi, yani Abdülaziz, V. Murad ve II. Abdülhamid’in devirleri belki de Osmanlı tarihçileri arasında en çok yazılmış devirler olma özelliğine sahiptir. Peki, bu devirlere hiç o üç saltanatı da görmüş, hem de kapalı kapılar ardındakileri de görüp yazabilmiş bir muharririn gözünden bakmak ister miydiniz? Bahsettiğim isim bir dönem İstanbul’da en çok satan gazete olan Basiret’in sahibi Basiretçi Ali Efendi’den başkası değil. Ali Efendi, İstanbul’da Elli Yıllık Önemli Olaylar adlı otobiyografik anlatısını tam da Abdülhamid saltanatının sonlandığı ve Jön Türkler arasında otobiyografi enflasyonunun yaşandığı 1909 yılında yayımlamıştı. Yazdığı eseri içine yayılmış kendisine ait bilgileri topladığımızda ise küçük bir resim çıkıyor önümüze. Belki tam da bu yüzden bir otobiyografi diyebilmek zor eseri için.

Ali Efendi, Maliye Nezareti’nde orta dereceli bir memurken, 1283/1886 yılında devrin aktüel durumlarından ve pek tabii politikadan söz edecek bir gazete olacak Basiret’i çıkarabilmek için Dâhiliye Nezareti’ne sunar. Ancak kendisine “Girit’te ortalık karışık; sana verirsek orada imtiyaz isteyen Rumlara da vermek zorunda kalırız. Ortalık durulsun, yine başvursun” denir ve Ali Efendi iki yıl bekletilir.[1] Nihayet çıkartmasına izin verilir, hem de Nâzır Paşa kendisine üç yüz lira da hibe etmiştir. Bundan sonra zindan köşelerinden Alman Şansölyesi Bismarck’ın sarayına, oradan Mısır Hidivliği’ne[2] ve Abdülhamid’in[3] sorgu odalarına uzanan bir serüvene atılır Ali Efendi.

Kendine ait bir matbaa

Ali Efendi, Basiret’i ilk çıkarmaya başladığında sayısı 20 para maliyetle Vezir Hanı’nda Tatyos isimli bir matbaacıyla anlaşır.[4] O devir İstanbulu’nda yayım imtiyazı almak kadar matbaacı bulmak da çok zordur. Gazete çıkmaya başladıktan sonra 1870’te Fransa-Almanya savaşı patlak vermiştir. Ali Efendi ve Mustafa Celâlettin Paşa gelişmeleri takip etmekte ve gazetede yazmaktadırlar. Savaş hepten alevlenince ve ekibinde merakı arttıkça Reuter Ajansı’nın telgraf hattına abone olurlar ve anbean cepheden haber alırlar.[5] Gazete de bu süreçte iyice büyür, matbaa bile değiştirmek zorunda kalır.

Savaş bittikten sonra Ali Efendi’ye Alman Elçiliği’nden bir davet gelir, doğrudan Şansölye Bismarck’ın Berlin’e davetidir bu.[6] Ali Efendi meraklanır, kendisinden şansölyenin nereden haberi olmuştur? Büyükelçi de ona, savaş sırasında Türkçedeki saygın gazeteleri tek tek çevirtip Bismarck’a gönderdiklerini söyler. Bu davetin ardından Ali Efendi, Sadrazam Âli Paşa’yı ziyaret eder. Paşa onu tebrik eder, bir de nasihatte bulunur: “Alafranga davranmayınız, Alaturka davranırsanız daha da hoşnutluklarını kazanırsınız.”[7]

Şimendifer ile diğer Avrupa kentlerini geze geze Berlin’e varır. Şansölye ile ilk görüşmesinde tebrikleri kabul ettikten sonra konukevine gider, ertesi gün yine çağrılır. Ancak Bismarck’ın huzuruna giderken yolda telaşlı gazetecilerin ilaveler sattığını görür. Merakını huzura vardığında giderir, Sadrazam Âli Paşa’nın ölüm haberidir bu. Bu olayın gecesi Münih’e gider, oradan da Augusburg’a… Bismarck’ın yönlendirmesiyle bir fabrikaya gider. Orada Osmanlı devletinin yaptırdığı mitralyözlerin (savaş toplarının) üstüne tuğraları kazınırken görür. Ali Efendi bu fabrikada asıl muradına kavuşur. Bismarck tarafından parası ödenmiş Fransızca hurufatlı bir matbaa makinesidir bu. Artık Basiret’in kendine ait bir matbaası olmuştur.[8]

Basiret gazetesi

“Mangalcı” Hüsnü Paşa ve zindan köşeleri

Basiret’in ilk yıllarında Zaptiye Nezareti’nin başında Hüsnü adlı paşa bulunuyordu. Ali Efendi onu elinden tespih düşürmediği halde sahtekârlıktan da asla geri durmayan biri olarak anlatır okuyucularına. Ancak zabitlerin yakaladığı suçlulara uyguladığı kendine has bir yöntemi vardır Hüsnü Paşa’nın. Önce suçluyu bir mahzene kapatırlar, sonra zabitler içi kömür dolu bir mangal ateşini getirirler. Tam mahzenin ortasına koyarlar. Suçlu “Aman efendim, temmuz ayında mangala ne gerek vardır?” diye sorunca zabitler de ona çıkışarak “Sen bilmezsin, burası soğuktur. Hüsnü Paşamız acıyıp böyle emretti” dedikten sonra demir kapıyı kapatıp giderlerdi. Sabah olunca kapı açılır, dumandan ölmüş suçlunun yerini bir başkası alırdı. Bir de ölüm raporuna “doğal ölüm” yazılıp geçilirdi.[9]

Neyse ki Ali Efendi, Anonsiyad Nişanı’nın veliaht olan Murat Efendi yerine Yusuf İzzetin Efendi’ye verilmesindeki usulsüzlüğü ifşa ettiği yazısı yüzünden zindana atıldığında Hüsnü Paşa’nın mangal işkenceleri tarihe karışmıştı. Ali Efendi bu olaydan sonra da o dönem kimsenin yazamadığı şeylerin ağır yüküyle birçok kez daha zindanda bulunacaktı. 

Abdülaziz’in tahttan inişine ve intiharına şahitlik

Abdülaziz yönetimi halkın ve ordunun artan hoşnutsuzluklarına daha fazla dayanamayınca Mithat Paşa usulüne uygun şekilde onu tahttan indirmenin planlarını yapmaya başlamıştı.[10] O sıralarda şeyhülislam bulunan Hasan Fehmi Efendi tahttan indirecek fetvanın alınması için uygun bir isim değildi. Bunun için vatanperverliğiyle tanınmış Hasan Hayrullah Efendi’de karar kılınmıştı. Şeyhülislamı koltuğundan etmek içinse o sıralar Hasan Fehmi Efendi’ye karşı kin dolu öğrencilerin ayaklanması sağlanmıştı.[11] Böylelikle olaylara kayıtsız kalamayan Abdülaziz çeşitli yönlendirmelerle Hayrullah Efendi’yi şeyhülislam yapmak zorunda kalmıştı. Fetvayı alan Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa hemen Abdülaziz’e artık padişah olmadığını söyledikten sonra bir kayığa bindirip Topkapı Sarayı’na götürmüşlerdi.

Buradan sonrasını, yani Abdülaziz’in “intiharını” Ali Efendi’nin cümlelerinden öğrenmek çok daha iyi olacak;

Sultan Abdülaziz, Topkapı Sarayı’nda oturmasına ayrılan, eski usul üzerine yapılmış som yaldız içinde bulunan kubbeli odada oturdukça bin türlü düşlere kendini kaptırmıştır. Zira ikinci Sultan Beyazıt zamanında yapılmış olan bu odanın birkaç padişahın oturduğu uğursuz yer olduğunu Sultan Abdülaziz merhum bildiğinden, canı pek çok sıkılmış ve, “Acaba bana da bir şey mi olacak?” diyerek düşünmeye başlamış olduğundan, ertesi günü deniz kıyısında uygun bir yerde oturtulmasını Sultan Murat hazretlerine yazdığı bir mektupla istemiş idi ki, bunun üzerine Çırağan Sarayı yakınındaki özel daireye taşıttırılmış idi. Orada düşük padişah böyle alçalmayı bir türlü içine sindiremediğinden ve kendisine olan işlemi büyüklüğüne sığdıramadığından, küçük bir makasla kol damarlarını kesip tüm kanını akıtmak suretiyle kendi canına kıymıştır.”[12]

Bugün hâlâ tartışılan bir konu olan Abdülaziz’in ölüm sebebini o devrin şahidi ve eli kolu uzun bir gazetecisinin kaleminden “intihar” olarak okumak da belki bu tartışmalara yön verecek bir fikir verebilir. Abdülaziz’den sonra herkesin malumudur, V. Murad da tahta kalmayı başaramaz ve o uzun devir başlar, Hamidiye Devri…

Okurken dikkat edeceksinizdir, kitabın çeşitli yerlerinde konu dönüp dolaşıp bir şekilde Abdülhamid’in zalimliğine gelir. Basiretçi Ali o denli Abdülhamid ve istibdat karşıtıdır ki, kısacık eserinin birkaç sayfasını sadece Abdülhamid devrinde kaybedilen toprakların adlarını vermeye ve önemini anlatmaya adamıştır.[13]Belki de bunu post-Hamid devrinde diğer Jön Türk hatıratlarında yapıldığı gibi özellikle yapmıştı.[14]

Araştırmacılar için hiç şüphesiz ki bir dönemi incelemek o devrin tanıklarının sesini duyarak çok daha keyifli olur. Basiretçi Ali de şahsi tanıklıkları ve akıcı üslubuyla okurlarına bunu verebilen bir yazar. İstanbul’daki Elli Yıllık Önemli Olaylar ya da yayımlandığı dönemdeki adıyla İstanbul’da Yarım Asırlık Vekayi Mühimme[15]eseri diğer hatıratlar gibi hakkı verilerek matbuat-devlet ilişkisi bağlamında kullanılmamış örneklerden sadece bir tanesi. Bu yönüyle sadece üç saltanat devrinin siyasi tarihi değil, matbuat tarihi için de birçok şey söylüyor.

 

NOTLAR: 


[1]Basiret gazetesi imtiyaz sahibi Ali”, İstanbul’da Elli Yıllık Önemli Olaylar, s. 15, Sander Yayınları, İstanbul, 1976.

[2] A.g.e., s. 43.

[3] A.g.e., s. 90-92.

[4] A.g.e., s. 15.

[5] A.g.e., s. 17.

[6] A.g.e., s. 27-29.

[7] A.g.e., s. 30.

[8] A.g.e., s. 40.

[9] A.g.e., s. 20.

[10] A.g.e., s. 72-74.

[11] A.g.e, s. 75.

[12]A.g.e., s. 79.

[13] A.g.e, s. 106-107.

[14] Bu konuyu sorunlaştırması açısından bkz: İrvin Cemil Schick, “Biyografi, (daha çok) otobiyografi ve (en çok da) kadın otobiyografileri üzerine”, K24, 1 Eylül 2022.

[15] Atatürk Kitaplığı, 956,1015 1325 R [1909 M] k.1 1 yer bilgisiyle orijinal matbu hali görebilir. Ayrıca bu isimle 1997 yılında Nuri Sağlam derlemesinde sadeleştirilmiş metin Kitabevi Yayınları’ndan yayımlanmıştır.

 

GİRİŞ RESMİ:

V. Murad’ı yeniden tahta geçirmek için 20 Mayıs 1878’de Çırağan Sarayı’na yapılan baskının temsili resmi.