“Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması” üzerinden mizah ve karikatürün dünyadaki seyrüseferi

"Salgını, ekonomik krizi, iklim krizi, demokrasi krizi, açlığı, susuzluğu, savaşı, sınıf ayrımı, tüketimi, aç gözlülüğü, duvarları giderek artan ve ağırlaşan dünyada mizah ve karikatür bir şeyi değiştirmese bile, en azından bunların müsebbipleriyle makara geçme fırsatı verdiği için ferahlatıcıdır. Çünkü onca çabalarına, rütbelerine, bitmek bilmeyen ünvanlarına rağmen gerçekte anca bir karikatür figürü olabildiklerini gösterir."

30 Eylül 2020 00:19

İlk karikatür ne zaman çizildi sorusunun cevabını bulmak biraz zor... Galiba türümüzün veya artık bu alemde olmayan insan akrabalarımızın, gördüğünü ya da gördüklerinden yola çıkarak olmasını istediği durumları mağara duvarına ilk nakşettikleri zamandan itibaren, bu soyutlama kabiliyetine eşlik eden hikâye anlatıcılığının gelişmesiyle, canını sıkan veya onu güldüren herhangibi bir durumu/şeyi abartarak bir duvara, kayaya veya toprağa her an çizilmiş olabilir.

Karikatür tarihi bu yazının konusu olmadığı için o sulara girmeyeceğim ama karikatürün basılması, çoğaltılması ve dağıtılması konusunda kayıtlara geçen ilk olduğu için William Hogarth’ın (1697-1764) ismini anmak gerekir.

TDK’nın karikatür tanımı şöyledir: “İnsan ve toplumla ilgili her tür olayı konu alarak abartılı bir biçimde veren, düşündürücü ve güldürücü resim.” Diğer sözlüklerde de hemen hemen aynı içerik geçerlidir ve karikatürü resim olarak tanımlarlar. Bu, karikatürün icra edilme aracının çizgi olmasından kaynaklanır.

Karikatür zaman içinde gelişti. Dünyanın ve insanın maruz kaldığı durumlara eşlik etti, biçimlendi. Sinemanın, edebiyatın, resmin kendi içinde anlatım fraksiyonlarına dağılması gibi karikatür de bu değişime eşlik etti. (Karikatür yapmak için çizer olmak gerekir mi? Görüntü işlemci programların yaygınlaşması ve kullanımının kolaylaşmasıyla, kolaj ya da fotoğraflara yazı eklemelerle oluşturulan yani internet ortamlarında sıklıkla karşılaştığımız “caps” denilen türler de karikatür kapsamı içine alınabilir mi? Uygulamada temel farklılık şu olarak ortaya çıkıyor. Çizgili karikatürde görüntü bulunan espriye göre oluşturulurken, diğerinde görüntüye göre espri bulunuyor. Ama her gün milyarlarca görüntünün uçuştuğu internet kanalında bu bir dezavantaj mı? Verimli bir inceleme ve konuşma konusu olabilir.)

Bu ara parantezden sonra yine klasik tanımı referans alarak devam edecek olursak, karikatür yapmak için iki şey lazımdır; birincisi çizgi, ikincisi ise mizah. Bunlardan birincisi iyi olmasa da karikatür olur (çok iyi örnekleri vardır bunun), ama ikincisi iyi olmazsa o karikatür olmaz (bunun da çok kötü örnekleri vardır). Hülasa, karikatürün teşhiri çizgi olsa da asli malzemesi mizahtır.

Burada da sıklıkla karıştırılan mizah ve ironiyi birbirinden ayırmak, tanımlarının altını iyi çizmek lazım gelir.

André Comte-Sponville, Büyük Erdemler Risalesi isimli kitabında mizahı hiçbir açık uç bırakmadan, erdem olarak tanımlar.

“Mizah’ın bir erdem olması şaşırtabilir. Ama, kendine dönük her ciddiyet suçludur. Mizah bizi bundan korur ve verdiği hazzın dışında, bu nedenle de değerlidir.” (s. 283.)

Yazının devamında mizah ve ironiyi keskin bir şekilde birbirinden ayırır:

“Ama gülmekten gülmeye fark vardır. Burada mizahı ironiden ayırt etmek gerekir. İroni bir erdem değildir, bir silahtır – hemen hemen her zaman ötekine karşı yönelmiştir. İroni, kötü, iğneleyici, yıkıcı gülmedir, alay etmenin gülmesidir, yaralayan, öldürebilen gülmedir, Spinoza’nın reddettiği gülmedir, kinin gülmesidir, mücadelenin gülmesidir. Bir işe yarar mı? Vallahi gerektiğinde yarar! Yararlı olmayan silah var mıdır? Ama hiçbir silah barış için değildir, hiçbir ironi mizah değildir.”

“İnsan sadece karşı tarafa gülebiliyorsa bu ne büyük bir kederdir! Ve yalnızca başkalarına gülmeyi biliyorsa bu ne büyük bir ciddiyettir! İroni şudur: Kendini ciddiye alan bir gülme, ama asla kendiyle alay etmez, ötekinin kellesini koparan bir gülmedir ve bu deyim yeterince açıktır. ...İroni küçümser, suçlar, mahkum eder.” (s. 286)

İroni alegorik bir ötekileştirme aracıdır: Gördüğü çarpıklık karşısında varoluşunun sorumluluğunu kaldırarak yüksek bir yere çıkıp, diğerlerine doğru oklarını hazırlarken, mizah ise olup biten karşısında kendi sorumluluğunu da kabul eder ve olguya dahil olur.

“İroni, ötekine güler, mizah kendine güler ya da başkasına kendine güldüğü gibi güler ve inşa ettiği ya da ortaya çıkardığı anlamsızlığın içine kendini, her koşulda, her zaman dahil eder.”

“...Kierkegaard’ın dediği gibi, ironi kendini değerli kılmaya çalışır; mizah ise kendini ortadan kaldırmaya çalışır.” (s. 287)

Sponville, ikisinin nasıl birbirine karıştırılmaya başlandığını şöyle söylüyor,

“Bizim çağımız mizahı yüceltmek adına saptırdı. Mizahı mizah için yetiştirmekten, bir baştan çıkarma aracı yapmaktan, narsisizme dikilmiş bir anıt haline getirmekten daha üzüntü verici ne olabilir? Bir meslek haline getirmeyi bir yana koyalım; elbette yaşamı kazanmak gerekiyor. Ama bir din? Ama bir kibir haline getirmeye ne demeli? Bu mizaha ihanet etmek ve mizahsız kalmaktır.” (s. 287)

Sponville’in saydığı bu sebeplerden ötürü, (artık çoklukla karşılaştığımız) biçimi karikatüre benzese bile içi ironi dolu olan birçok çalışma karikatür değildir. Kibirli birer propaganda nesnesi sayılabilir ancak.

Mizahı da karikatür içinde ikiye ayırmak gerekiyor. Birincisi ve doğal olarak çok sevilen; neşeli, tebessüm ettirici, aklı ferahlatan çizgisiyle, kompozisyonuyla, ele aldığı konuyla komik karikatürler. İkincisi ise, dünyanın karanlık tarafına bakan, karamsar, güldürse bile içinde bir yakıcılığı barındıran, dünyayı yaşanmaz hale getiren bütün değerleri sorgulamaya ve yerin dibine batırmaya niyetli olan kara mizah.

Enis Batur hazırlamış olduğu Kara Mizah Antolojisi'nin girişinde şöyle diyor:

“İlk belki de en önemli ‘Kara Mizah Antolojisi’ olan derlemesinde André Breton, ‘aydın kişinin tek lüksü’ olarak tanımlar Kara Mizahı. Gene de Kara Mizahı düpedüz mizahtan ayırmak sanıldığından da güçtür. Her şeyden önce, egemen değerlerle yoğun çatışma demeye gelir Kara Mizah. Yerleşik olanı yerleşmiş olduğu yerde dürtükler, rahatsız eder, hatta çileden çıkartır. Yumuşak değildir, yumuşak görünse bile: Alabildiğine sakin, ölçülü, zarif bir gidiş tutturmuşken, Alphonse Allais’nin o küçümen öykülerinde sık rastlanıldığı gibi, bir anda gaddarlaşıverir. Kara Mizah, kanlı bir kristaldir.”

“Şakadan, nükteden, ‘hafif’ mizahtan onu ayıran çizgiler belirgindir belki. Ama hicivden, yergiden ne zaman ayırır: Bunu kesin hatlarla belirlemek olanaksızdır. Kara Mizahı besleyen en önemli etken, Flaubert’le birlikte söyleyecek olursak, insanın barındırdığı derin alıklık, bönlüktür herşeyden önce.”

(Kara Mizah Antolojisi, haz. Enis Batur, Hil yayın, 1987, s. 7-8)

İronide kibir sabitken, kara mizahta olmuş ve olacak olana dair karanlık bir farkındalık vardır. Dünyanın hali için “kurtuluş yok” diyen kara mizahçı kendinin de kurtuluşu olmadığını bilir. İroni, gördüğü bir cinayet sonrası polise tanık olarak ifade verip oradan da davetli olduğu akşam yemeğine giderken, kara mizah cinayeti gördüğü zaman hem şahit hem maktul hem de gelecekteki kurban yerine kendini koyar. “İnsanın barındırdığı derin alıklık, bönlük” değişmediği sürece gelecekte yeni cinayetler olacağını bilir. Bu bilgi dilini ve düşüncesini giderek keskinleştirir: Gücün karanlık ama hayranlık verici tarafına hoşgeldiniz!

Mizah politiktir, Arendt Şiddet Üzerine’de kahkahayı otoritenin en büyük düşmanı ve onu zayıflatmanın en keskin yolu olarak tanımlar. Dolayısıyla onun gösterilme biçimlerinden biri olan karikatür de politik bir eylemdir.

Totaliter veya totaliter olmaya giden yolda ilk kısıtlanan mizah olur. Ulu liderle kimse dalga geçemez! Otorite her zaman için mizahın düşmanı olmuştur. Onu kim temsil ediyorsa hep aynı nemrut yüz çıkar karşımıza ve ilk kurutmaya çalıştıkları alandır, mizahla birlikte icra edildiği yerler. Çünkü ciddiyet otoritenin büyüklük illüzyonudur ve panzehiri mizahtır. Bunu bilirler ve korkuları bundan kaynaklanır.

Karikatür güçlü bir iletişim biçimidir. İyi muhalefet yapar, önüne barikat çekilse bile yapısındaki akışkanlıkla illaki o engeli aşar. Etkisiyle kamuoyu oluşturur, hırsızı, katili ifşa eder.

Bir karikatürist ve az tirajlı küçük bir gazete, dokunulmazlığı her yoldan garantiye alınmış kenti soyan politik baronlar çetesini alt etmişti geçmişte.

William Tweed; büyük parası, satın aldığı politikacıları (bunların arasında New York Belediye Başkanı ve kendi seçtirdiği New York Eyalet Valisi de vardı), kendi medyası olan ve şehri avucuna alan bir suç örgütünün başıydı.

Kurduğu bu yıkılmaz(!) düzenle kamunun parasını son kuruşuna kadar kendi cebine aktarırken, birden bu durumu çizgiye döken bir karikatüristle ve onun karikatürlerini basan bir gazeteyle karşılaştı.

Yaşanan yolsuzlukları karikatür haline getiren çizer Thomas Nast ve bu karikatürleri yayınlayan ve o zamanlar şehrin en küçük gazeteleri arasında yer alan New York Times idi bu ikili.

Çete, NYT’ın haberlerinden çok Nast’ın karikatürlerinden rahatsız oluyordu. Tweed, Amerikan medya tarihine geçen ünlü tepkisinde, ‘Bu gazete (NYT) ne yazıyor umurumda değil. Seçmenlerimin çoğu okumayı bilmiyor. Ancak bu lanet resimleri görüyorlar ve haberdar oluyorlar’ diyecekti. Tweed, Nast’ı durdurmak için en etkili silahına, paraya başvurdu. Nast’a ciddi miktarda bir para önerdi ve ‘Avrupa’ya git. Sanat eğitimi al’ dedi. Nast bu muazzam parayı ve yurtdışına gitmeyi reddetti.”

Israrlı yayınlar sonucunda Tweed tutuklandı. 1875 yılında 60 bin dolar rüşvet vererek bulunduğu hapishaneden kaçtı. Ama karikatürün laneti kendisini kovalıyordu.

“Önce Küba’ya oradan da İspanya’ya geçti. Ancak Nast’ın karikatürleri orada da yakasını bırakmadı. İspanya’da, Nast’ın karikatürlerinden kendisini tanıyan birinin ihbarıyla yakalandı ve ABD’ye gönderildi.”

Karikatürün bu gücünü Cemal Tunçdemir, “Bir zamanlar New York’u yöneten politik mafyayı bir karikatürist nasıl bitirdi” isimli yazısında detaylıca anlatıyor. Okumanızı tavsiye ederim.

Karikatür politik duruşun temsili oldu, tarafı da (istisnalar dışında) hep ezilenin, dışarıda bırakılanın, hakkı yenenin yanıydı. Bu yüzden muktedirler ve yandaşları hariç herkes tarafından iltifatla karşılandı. Çizgiyle ifade bu coğrafyada uzun süre dar bir alanda, minyatürle sınırlı kalmasına rağmen karikatür ve onunla icra edilen mizah hızla benimsendi. Basılı neşriyatlar yayınlaşmaya başlayınca Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en hareketli yayın alanlarından biri oldu mizah dergileri. Önceleri yazı ağırlıklıyken zamanla, çizerlerin artmasıyla birlikte dergiler karikatür ağırlıklı olmaya doğru evrildi ve bu alanın şahikası Gırgır Dergisi oldu. Hem yeni bir yayın formatı, hem de popüler alanda oluşturulan ilk alternatif medya yapısını gösterdiği için o dönemin ilklerini barındırıyordu. Zaman içinde kapak, iki ve üçüncü sayfalarını ayırdığı politik karikatürlerle güçlü bir muhalefet yayınına dönüşmüştü.

Ayrıca karikatürün ilgi alanına gündelik hayatı soktu. Trafik, iş, geçimsizlik, öğrencilik hali, ilişkiler, aşk acısı, televizyon dizileri vb... Yine o ana kadar çoğunlukla hareketsiz duran karikatür figürleri dergiyle birlikte hareketlenmeye başlamıştı. Elleri ayakları oynuyordu, koşuyor, düşüyor, takla atıyorlardı. Ve tabii ki konuşma balonlarına yansıyan günlük dil, okurun karikatürü daha da benimsemesine yol açtı.

Gırgır Dergisi ve onun efsanevi yönetmeni Oğuz Aral (kendi çizgileriyle).

Oğuz Aral retrospektif sergisinin küratörlüğünü yaparken, taradığım yüzlerce doküman arasında aziz dostum Seyit Ali’nin getirdiği makaralı bir ses bantı da vardı. Bunu dijital formata çevirttik ve dinledik. Kayıtta Oğuz Aral’ın, Almanya Kassel’de düzenlenen “Gırgır ve Türk Mizahı” sergisi kapsamında yapılan konferanstaki konuşması vardı, şunları söylüyordu:

 “Gırgır bugün zaman zaman yarım milyona yaklaşan bir tirajıyla değişik bir özellik göstermiştir. Bu özelliklerden birincisi, Gırgır’da benden başka profesyonel çizer yok. Hepsi gırgır okurları içinden 5-6 senede yetişmiştir. Bugüne kadar da 20 bin kişi Gırgır’a karikatür göndermiştir, yani şu anda Gırgır’ın Anadolu’da hiç görmediğim köylerinde, yüzünü tanımadığım 20 bin tane karikatüristi var. Ve yaptırdığımız araştırmada bir dergiyi 9 kişinin okuduğunu tespit ettik. Yani 3-3,5 milyon kadar da karikatür izleyicisi var.”

Bu cümleler memlekette karikatürün ne kadar cazip bir konumda olduğunu gösteriyordu. Hem yayın çok okunuyor hem de karikatürist olmak isteyen, bunun için kalemi eline alan ve dergiye gönderen 20 bin kişi var: Nereden bakılırsa bakılsın büyük bir güç.

Derginin bu yapısı kendinden sonra gelen (buradaki sonlanma tarihi olarak 1990’ı, derginin Ertuğrul Akbay’a olaylı bir şekilde satılması ve Oğuz Aral’ın Avni’yi çıkarma yılını alıyorum) birçok derginin değiştirilmesine gerek duyulmayan şablonu oldu. Çünkü okur tarafından onaylanmış ve onay da satış trajına yansımıştı.

Zamanla bu panayır havasındaki yayın mecrasını oluşturan dergiler ve doğal olarak da çizerler (ve olmak isteyenler) azaldı. Şu anda yayınlanan iki tane haftalık mizah dergisi var ve tirajları ise çizerleri neredeyse telifsiz çizmeye zorlayacak kadar az. (Bazı internet uygulamalarında, iletişim paketini satın alan müşteriye kampanya dahilinde sunulan derginin okunma sayısı belirsiz olduğu için burada bayii satışını referans aldım) Bunun birçok sebebi var ve bu başka bir yazının konusu.

Bu arada karikatür yarışmaları çoğaldı. Birçok okulun, belediyenin, kurumun veya vakfın yarışmaları oluyor. Bir kısmı etkinlik kapsamında olurken bir kısmı da geleneksel olarak yapılıyor. Bu yarışmalar arasında; sürekliliği, yurtiçi ve yurtdışından gördüğü ilgi, verdiği ödülün değeri ve sunduğu prestij açısından “Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması” açık ara öne çıkıyor.

2013 yılında bu geleneksel yarışmanın otuzuncu yılı vesilesiyle hazırlanan albüm-kitap için yarışmanın jüri üyelerinden Tan Oral, Piyale Madra, Ercan Akyol ve Latif Demirci ile söyleşiler yapmıştım. Hepsi birbirinden kıymetli olan bu çizerlerle yarışmanın yapısı, jürünin çalışma sistemini, değerlendirme kriterlerini ve dünyadaki karikatürünün ahvalini uzun uzun konuşmuştuk. Üç oturum halinde yaptığım bu söyleşilerde Tan Oral’la 1983-93 dönemini, Piyale Madra ve Ercan Akyol’la 1993-2003 aralığını, Latif Demirci ile de 2003-2013 yıllarını değerlendirmiştik. (Kitabı kaybettiğim için aşağıda kullandığım alıntıları arşivimden aldım)

Yarışma, Türkiye’den ve dünyadan gelen o seneki karikatürleri görmenin yanı sıra, aradan geçen 37 yılda karikatürün nereden nereye, (biçim, konu, renk vb.) hangi coğrafyada, nasıl evrildiğini izlemek için de önemli bir külliyat sunuyor. Ve bu durum konunun ilgilenenleri açısından iyi bir veri kaynağı niteliğinde.

Ercan Akyol, Latif Demirci, Piyale Madra, Tan Oral

Örneğin 1983-93 döneminde ödül alanların çoğunluğu Doğu bloğu ülkelerinden çıkmıştı ve Tan Oral şöyle izah ediyordu bu durumu:

“Doğu bloku ülkeleri ve İran’ın 80-90 döneminde ödül alan diğer karikatürlere göre sayıca üstün olması karikatürün var olma sebebiyle ilgilidir. Karikatürün var olma sebebi de, çizilme sebebi de hem sorunların üstesinden gelme isteğinden hem de, aynı anda da üstesinden gelinemiyor olmaktan kaynaklanır. Bu iki halin bir arada bulunmasından karikatür çıkar.

Doğu bloku ülkeleri ve İran da, 80-90 yılları arasında, demokratikleşme konusunda çok ciddi ihtiyaçlar vardı ve tabii ki ihtiyaçlar hemen gerçekleşmiyordu. İşte bu iki halin sürtüşmesi durumunda karikatüristler ve mizahçılar ciddi bir şekilde görev üstleniyorlar ve bol bol bu tarzda üretimde bulunuyorlardı.

...Bu döneme baktığımız zaman; Sovyetlerin dağılması, İran’da Humeyni devrimi, Leh Walesa’nın Polonya’da demokratikleşme adına ortaya çıkması, Çavuşesku’nun Romanya’da alaşağı edilmesini görüyoruz. Türkiye’de keza Özal’ın ortaya çıkması ve liberalleşme çabaları var. Genel olarak bu on senenin içinde dünyada genel bir liberalleşmeye gidilmesi söz konusuydu. Yani çok ilginç bir dönem 80-90 yılları arası.”

Krzysztof Grzondzuiel, Polonya (2013)

Karikatürlerin o dönemki biçimsel halini de tarihsel süreçle birlikte anlatmıştı:

“Biçim olarak o dönemde çizginin öne çıkmasının, karikatürlerde rengin az kullanılması ve çoğunlukla siyah beyaz yapılmasının bazı temel nedenleri vardı. İlki baskı teknikleriyle ilgiliydi… Örneğin Türkiye’ye renkli televizyon bu yıllarda geldi. Dünyada zamanla basım tekniği çok ilerledi. Bir başka nedeni de özellikle Türkiye dışındaki çizerlerin büyük bir çoğunluğunun mutlaka akademik bir eğitimden geçmiş olmasıydı. Grafik eğitimi almışlardı. Dolayısıyla onların bu kıvraklıkları sadece mizah adına bir şey anlatmanın ötesinde çizgisel bir birikimleri olmasından kaynaklanıyordu. Bunun üzerine teknolojideki ilerleme de gelince zaman içinde ister istemez farklı bir anlatım şekli ortaya çıktı. Zira Batı’nın kültüründe strüktürel bir anlayış hâkim. İran ve Türkiye daha lineer, daha çizgiseldir. Renk çok daha sonraları girmiştir.

Bir başka değişimi de söylemek gerekirse; daha önceden çizerler sembolik bir anlatımla dertlerini ortaya koymaya çalışıyorlardı. 80-90 yılları arasında sembolik çizgi çok azaldı. Örneğin 83-89 yılları arasında yarışmaya katılan karikatürler içinde bir iki tane böyle anlatımlı karikatür vardır. Diğerleri daha gerçekçi çizime yönelmişlerdir. Çünkü demokratikleşme sembolik anlatıma duyulan ihtiyacı ortadan kaldırdı. İnsanlar daha rahat konuşur, dertlerini daha gerçekçi daha açık bir halde söyleyebilir hale geldiler. Ama mesela İran’da sembolik anlatım hâlâ devam ediyor, çünkü yeterince rahat değiller.

Bu dönemde yarışmada derece alan komik karikatürler de var. Gerçekçi ve açık anlatım ihtiyacıyla komik anlatımı üretmeye çalışıyor çizerler.  Mizahla komikliği hep ayırırım. İkisi farklı şeylerdir. Biri humor, diğeri komikliktir. Komiklik daha çok işlerin yolunda gittiği dönemlerde çizerlerin saptığı bir alandır. Her şey yolundaysa vakit geçirmek, eğlendirmek üzerine olan çizgiler ağır basıyor.”

Piyale Madra ve Ercan Akyol da 1990-2000 ve sonrasında ele alınan konulardaki değişimi aktarmışlardı:

“Ercan Akyol: 1990-2000 arası doğanın direnmesi çizilirken, 2000’den sonra da doğanın tamamen bittiği ve artık geri dönüşü olmadığına dair karamsar bir bakış açısı yer alıyor. Bunu yine globalizmin hâkimiyetine bağlamak lazım. Tükenen dünya çiziliyor, doğal kaynakların bitmesi gibi… Önceden şehirleşme çizilirdi, binaların mezar taşları gibi olduğu vurgulanırdı. Ama şimdi doğanın tükenişi var, kaynakların yok olması, yine doğal kaynaklar yüzünden savaşların çıkması görülmeye başlandı. Sömürü görülmeye başlandı. Ortadoğu’da bu net görüldü.

Piyale Madra: 11 Eylül oldu... Terör ve canlı bombalar yaşanmaya başlandı. 90’larda militarizm genel olarak ele alınırken 2000’lerde alt kollara ayrıldı; canlı bombaların, paramiliter güçlerin ortaya çıkması görüldü. Bush’un Irak ve Afganistan’a müdahalesi canlı bomba tanımını yerleştirdi. Burada HSBC ve Sinagog olaylarında bu yaşandı. Bu yaşananlar karikatüre tamamen yansıyor.

Ercan Akyol: Yine globalizm merkezli bakarsak, dünyada terör hareketleri 2001’de tehdit olarak tanımlanmaya başlandı. Daha sonra intihar bombacısıyla ilgili bir karikatür yarışmada ödül aldı ve takip eden yıllarda da bu karikatürlerin varyasyonları çizilmeye başlandı. Basında, editöryal karikatürlerde de bu konu işlenmeye başladı.

Piyale Madra: Önceki zamanlarda karikatür konuları arasında girmeyen ‘toplumsal direniş’ de çizilmeye başlandı bu dönemde. Önceden barış güvercini çok çizilirdi. Zamanla onun binbir çeşit versiyonu yapıldı, içi boşaldı ve bıkkınlık verici hale geldi. Geçen sene Tan’la (Oral) jüride eşleşmiştik. Önümüze çok ince ince çizilmiş bir karikatür geldi ve önce “bu ne yahu” diye önce baktık. Sonra politikacılara twitter kuşu atıldığını gördük. Biz o karikatürü çok beğenmiştik. Bir sene sonra gezi olaylarında o karikatür gerçek oldu.  Kullanılan sembollerin zaman içinde değiştiğini görüyoruz bu örnekte olduğu gibi… İran’da kadınlar bu konuyla ilgili çok güzel şeyler çiziyorlar.

Ercan Akyol: Bu dönemde din ve savaş arasındaki ilişki de sorgulanmaya başlanıyor. Daha doğrusu din sorgulanmaya başlandı. Din, İsa gibi kavramlar önceden çizilirdi ama sosyolojik olarak, dinin kullanılarak kitleleri yönlendirmesi gibi şeyler bu dönemde çizilmeye başlandı. Eskisi gibi satıhta, dalga geçmek gibi değil de daha içsel bir şekilde işleniyor şimdi. Açlık sorunu da önce çıkan konulardan... Açlık dünyada hep vardı fakat bu dönemde obezite de girdi. İki uçlu bir konu oldu. Sonra eğitim de çizilmeye başlandı, özellikle baskıcı ve şekillendirici tarafıyla.”

Latif Demirci de 2000’den sonra çizilen konuları şöyle açıklamıştı:

“Son yıllarda cep telefonu, internet üzerine espriler çoğaldı. Cep telefonu 90’larda olmasına rağmen o dönemde bununla ilgili karikatür yoktu. İnternet yaygınlaşınca da “download” karikatürleri çok gelmeye başladı. Twitter, facebook karikatürleri çıktı. Örneğin militarizm yarışmaların en temel konularından biridir.”

Ayrıca genel olarak yarışmada kullanılan popüler görsel şablonları sayıp, ara ara ortaya çıkan intihal konusunu da çok güzel izah etmişti:

“Yarışma karikatürü çizildiği zaman bir takım şablon konular, formlar vardır. Demiryolu, istasyon, boğa güreşçisi, sınıf, asker, general, satranç tahtası, vezir, şah gibi… Buralardan başlanıldığı zaman aynı şey düşünülebilir hale geliyor. Bu durumda da bir karikatürün intihal olup olmadığı şöyle belli oluyor: Birden fazla karikatürle katılıyor yarışmacılar. Bir tanesi altı karikatür göndermiş. Gönderdiklerinin ilkine bakıyorsun çok güzel geliyor; esprisi iyi, çizgisi iyi. Ama diğer gönderdiği de çocuk gibi çizilmiş… Aynı adamın bu kadar iki aşırı uça savrulması imkânsız. İlk bakılanı çizdiyse, öyle bir kompozisyon kurup, öyle bir yerleştirme yaptıysa, ikinci karikatürde çok amatörce yapılan hataların nereden kaynaklandığı sorusu kafalarda doğuyor. Buradan da ilk gönderdiği karikatürün intihal olduğu ortaya çıkıyor. O yüzden benzer işler gönderen insanların diğer karikatürlerine de bakmak lazım.

Bunun dışında konu ve anlatım çakışması olması normaldir. Bu, karikatürcünün sahip olduğu düşünme tarzıyla, düşünce denklemiyle ilgili olağan bir durumdur.”

Piyale Madra da konu ve anlam çakışması konusuna değinmişti:

“Örneğin Cumhuriyet’te çizerken Tan (Oral) gazeteye gidiyordu, ben gitmiyordum, kuryeyle gönderiyordum. Birbirimizden habersiz aynı gün aynı şeyi çizdiğimiz oldu. Farklı tarzda ama aynı içerikte… Kafalar aynı şekilde çalıştığı için aynı şeylerin çıkması normaldir.”

Latif Demirci, 2000’den sonra karikatürlerde görüntünün nasıl değiştiğini de açıklamıştı:

“Çizgi tekniği olarak da 2000’lerden sonra Photoshop’un da devreye girmesiyle farklı bir dönem başladı. Bilgisayar renklendirilmesi arttığı için artık neredeyse orijinal çizim gelmemeye başladı. Bilgisayar çıktısı geliyor. Ben pek hoşlanmıyorum bu durumdan. Bu durum günlük, örneğin gazeteye yetiştirilen bir şey olmadığı için orijinal göndermek bence daha doğru. 90’dan sonra illüstratif çizgiler armaya başladı. Buna bağlı olarak renkler, kütleler arttı.”

Necdet Yılmaz, Türkiye (2003)

Ve konuşmada herkesin buluştuğu bir ortak nokta vardı. O da profesyonelleşmiş yarışma karikatüristleri...

“Tan Oral: …Hemen hemen her ülkede birçok yeni yarışmalar düzenlendi. Ama bunlar şöyle bir sıkıntıyı da içlerinde taşımaya başladılar. Daha çok yeni kuşaklarda ortaya çıkıyor bu. Bu yarışmaların hemen hemen hepsinde para ödülü var. Sonunda profesyonel yarışma karikatüristi tipi ortaya çıktı. Bunların hiçbir şey umurlarında değil, ne politika, ne insanlık, ne geçmiş, ne tarih, ne sosyal sorunlar… Hatta konuştuğunuz zaman anlıyorsunuz ki farkında da değiller. Bir tek şeyle meşguller, o da önlerine kâğıt koyup onun üzerine bir şey çizmekle meşguller. Ve çizgilerini de belirleyen –işin ucunda para olduğu için– katılacağı yarışmada bir sene önce hangi karikatür büyük ödülü almışsa ona benzeyen bir şeyler yapma kurnazlığı oluyor. Halbuki bu iş yaratıcılıktır. Bir Avrupalı çizer korumalarla dolaşan politikacıyı eleştiren bir şeyler çizdi. Ondan sonra on sene boyunca bütün yarışmalara katılanlar o karikatürün varyasyonlarını çize çize bitiremediler.”

“Piyale Madra: Yarışmalarda sivrilen bir konu üzerine daha sonraki yarışmalarda o konunun versiyonları gelmeye başlıyor. Yarışmalara katılan profesyonel bir grup var. Onlardan fazla hazzettiğimi söyleyemem.”

“Latif Demirci: Her sene mansiyonlarla birlikte seçilen 15 karikatür oluyor ve ertesi yıl onlara benzeyen karikatürler gelmeye başlıyor. ‘Jüri bunları beğeniyor’ gibi bir algı başlıyor. Örneğin muz kabuklu bir karikatür seçilince daha sonra muz kabuğunun kullanıldığı karikatürler kendini gösteriyor.”

Nihai olarak yarışmanın zaman içinde önem kazanmasını birer karikatürist olarak değerlendirmişlerdi:

“Latif Demirci: Yanılmıyorsam dünyada böyle büyük çapta, bu kadar katılımı olan birkaç tane yarışma var zaten. Bir külliyat oluşturması karikatürcüler için de önemli. Çünkü ciddi bir arşiv oluşturdu. Bir de bakıldığı zaman o yıllar içinde neler olduğunu da çizgisel olarak takip edebiliyorsunuz.”

“Tan Oral: Aydın Doğan Karikatür Yarışması, bütün bunları konuşmamıza vesile oluyor. Düşünmeye zorluyor. Yaptığımız işi kritik etmemize yol açıyor. Mizahın, dünyanın nasıl evirildiğine dair kronolojik bir kayıt tutuyor.

“Piyale Madra: 30 yıldan beri süre gelen bir yarışmanın varlığı önemli. Yurtdışındaki birçok çizer bu yarışmayı biliyor ve karikatüre de önemli bir katkısı var. Yeni çizerler yetişiyor, yarışmaya heveslenip gönderiyorlar. Hele bir de ödül alıyorlarsa motivasyonları çok artıyor. Özellikle İran’dan katılan kadın çizerler için bu çok önemli. Örneğin onlar karikatüre devam edeceklerdir.”

“Ercan Akyol: Uluslararası yarışmalar onlar için bir çıkış kapısı. Özellikle baskı altında kalan kişiler için. Balkanlarda bir dönem hissedilen durum şimdi Ortadoğu ülkelerine kaydı ve Çin’e kadar da gidiyor.”

............................

Salgını, ekonomik krizi, iklim krizi, demokrasi krizi, açlığı, susuzluğu, savaşı, sınıf ayrımı, tüketimi, aç gözlülüğü, duvarları giderek artan ve ağırlaşan dünyada mizah ve karikatür bir şeyi değiştirmese bile, en azından bunların müsebbipleriyle makara geçme fırsatı verdiği için ferahlatıcıdır. Çünkü onca çabalarına, rütbelerine, bitmek bilmeyen ünvanlarına rağmen gerçekte anca bir karikatür figürü olabildiklerini gösterir.

“Mizahın hakikati. Durum vahim ama ciddi değil!” 
(Büyük Erdemler Risalesi, s. 287)

• 

 

GİRİŞ RESMİ:

1993'te birincilik ödülü kazanan karikatür. İsmet Voljevica, Hırvatistan. 

 

NOT:
Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’na başvurular 1 Kasım tarihinde son bulup, ödüller bir sonraki senenin Haziran ayında verilir. Bu yıl Covid19 salgını nedeniyle başvurular dijital platformdan yapılıyor. İlgilenenler için:
https://aydindoganvakfi.org.tr/
https://cc.aydindoganvakfi.org.tr/tr/uye-girisi