“Aziz dostlar, birbirinizden uzaklaşmayın, birbirinize hep yakın durun”

Burak Boysan, K24 için babası Aydın Boysan'ı yazdı: Babamın az bilinen yönlerinden söz edelim, kolaycılıktan kaçmasından, teslim olmamasından mesela...

16 Ocak 2018 14:00

Aydın Boysan deyince herkesin aklına hoş sohbet, neşe, keyif geliyor. Gülümseyerek hatırlanıyor.

Babamın biraz daha az bilinen yönlerinden de söz edelim, kolaycılıktan kaçmasından, teslim olmamasından mesela. “Biz sürekli olarak her konuyu yeniden, hep yeniden düşünmeye alıştık. Paketlenmiş düşünceleri beynimizde istif etmeye alışmadan. Her konuyu her zaman, daha ortaya çıktığı anda zihin terazimize koyarak başkalarının düşüncelerini tartmadan kabul edip, beyin depomuza doldurma miskinliğine yatmadan” demişti.

Her konuyu yeniden düşünmek demişken, gene daha az bilinen mimarlığından da söz edelim: Yaptığı projelerin toplam alanı yaklaşık 1.500.000 m², yani 200 futbol sahasından daha fazla. 17 Ağustos depreminden sonra da İzmit, Gölcük, Karamürsel ve çevresinde yaptığı projelere gitmiştik. Hepsi hepsi bir iki cam kırılmış, bir mutfakta iki üç tavan kaplaması düşmüştü, başkaca da herhangi bir hasar yoktu.

2016’da kaybettiğimiz annem Suzan Boysan’la da 67 sene evli kaldılar.

Bugüne kadar 43 kitap yazdı.

Tekrarlarsak; 97 yaşındaydı, 67 sene süren bir evliliği oldu, Mimarlık Fakültesinden 73 sene önce mezun oldu, 43 kitabı var.

Tamam, neşeli bir insandı, fakat yukarıdaki sayılardan anlaşılabileceği gibi çok da disiplinliydi. Hayatının temel ilkelerinden biri şu: “Yaşayışın her ânı ciddi mi olmalı? Elbet öyle... Yaşayışı görev kabul edince bunun ciddi olmayan bölümü olabilir mi?”

Şimdi dönelim neşeye. Herkesin onun yaşama sevincini öne çıkarması isabet aslında. O da “Göçen dostları her şeyden önce neşeleriyle anmalı! Onların başka dünyadaki ömrünü uzatmanın yolu bu” diyordu zaten.

Daha az bilinen bir özelliği de hiç şikâyet etmemesi, sızlanmayı bilmemesi. Son zamanlarda sağlık problemleri artmıştı, belli ki ciddi ağrıları vardı, inliyordu. Fakat “nasılsın” diye sorunca tek söylediği “Şükür! Şükür” oldu. “Belli ki bir derdin var, neren ağrıyor? Neyin var” sorularına hiç cevap alamadık. Annemin ölümünden sonra da öyleydi. Ofluyordu, pufluyordu, sıkıntıdan patlıyordu, “neyin var” sorusuna cevabı gene “Şükür! Şükür!”

Şikâyet etmeyi bilmemesi “sözünü etmezsek mesele ortadan kalkar” diye düşündüğü için değil, çocukluk, gençlik yıllarıyla ilgili muhtemelen. Babam öğretmen Nevreste Hanım ve muhasebeci Esat Bey’in iki oğlundan biri. Kardeşi Doğan Boysan 1924’te doğmuş, 1947’de veremden ölmüş. Veremden ölmek çok uzak bir geçmiş, 19. yüzyıl hikâyesi gibi tınlıyor, fakat yaşadıkları şartların zorluğunu da gösteriyor. Babamın “I. Dünya Savaşı sonrası işgal İstanbul’unun süpürge tohumu ekmeğiyle, II. Dünya Savaşı’nın kumlu ekmeğiyle tahıl kavruğu kaldık” diye anlattığı şartların. Diğer dertlerini burada uzun uzadıya anlatmamın hiç sırası değil. Fakat bu şartlarda büyüyen Aydın Boysan’ın sızlanmayı bilmemesi, devamlı “Şükür! Şükür” demesi o yıllarda yaşadığı zorluklar yüzünden olmalı. Yanlış anlama olmasın, en özlediği, anlatmaktan hiç bıkmadığı yıllar Cumhuriyet’in mahrumiyetle geçen ilk yıllarıydı. O yıllarda yaşadıkları Davutpaşa, Narlıkapı’dan söz etmeye doyamaması o yüzden.

Anlatacak çok şey var, fakat tadında bırakalım, 17 Haziran 2017’de babamın 96. doğum gününde yaptığı konuşmada söyledikleriyle bitirelim: “Aziz dostlar, birbirinizden uzaklaşmayın, birbirinize hep yakın durun.” Yaptığı son konuşmada söylediği son sözler.

 

 

 

Fotoğraf: Ocak, 2016