Anılardan ütopyaya bisiklet

"Marc Augé bisikleti geçmişle gelecek arasında bir köprü olarak değerlendiriyor. Bisikletin geçmişteki altın çağına bakıp gelecek tahayyülündeki yerini anlamaya çalışıyor. Bisiklete bir nostalji objesi olarak bakmak yerine onun kent ütopyasındaki yerine odaklanıyor..."

 

“İnsan kendinden bahsetmeden bisikleti övemez. Bisiklet her birimizin hikâyesinin bir parçasıdır. Bisiklete binmeyi öğrenmemizin hatırası, çocukluğun ve yeniyetmeliğin özel anlarına götürür bizi. Bisiklet yoluyla herkes biraz da bedenini, fiziksel kapasitesini keşfetmiş ve bisikletten ayrılmaz olan özgürlüğü deneyimlemiştir. (s. 7)

Fransız antropolog ve etnolog Marc Augé Bisiklet Mucizesi kitabını bu cümlelerle açıyor. Kitapta kişisel tarihinde bisikletin öneminden kentlerin krizine, bisikletin sağladığı özgürlükten ütopik dünyada bisikletin yerine kadar birçok farklı kulvarda pedallıyor. Kitabın Payot Yayınevi’nden 2008’de basılan Fransızca orijinali Eloge de la Bicyclette adını taşıyor . “Bisiklete Övgü”, “Bisiklete Methiye” diye de çevrilebilir ki, iki başlık da yakışırmış.

Kitabın çıkış noktası Paris’te bisiklet paylaşım sistemi Vélib'in 2007’de devreye girmesi. Vélib “bisiklet” anlamına gelen (vélo) ve “özgürlük” anlamına gelen (liberté) kelimelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturuluyor. 2020 itibariyle Vélib' Métropole sistemi dahilinde, % 40’ı elektrikli olmak üzere 20,000 bisiklet ve 1.400 civarında istasyon bulunuyor.

Kitabın ilk bölümünde Augé kişisel, sportif ve siyasal tarihi bisiklet etrafında harmanlamış: 1935 doğumlu Augé’nin bisikletle ilk anıları Bretonya bölgesinde 1940’ların sonlarına rastlıyor. İkinci Dünya Savaşı bitiminde en gösterişsizlerin vazgeçilmez aracı olarak nitelendirdiği bisiklet hem dönemin zorluklarını hem de gelecekteki umudu temsil ediyor. O yılların gençleri için ise bisiklet özgür olmanın bir aracı. Bisiklete binenler bedenlerini keşfeder, sınırlarını zorlar. Genç kendini tanır ve bisikletle yaşananlar bir şekilde belleklerine kazınır. Ayrıca coğrafyanın sınırları da zorlanır. Bisiklet ayrıca diğerlerini tanımayı da sağlar. Tek başına sürülebileceği gibi, sosyal etkileşim için de önemlidir. Bisiklet tanışmanın ve dayanışmanın vesilesi olur. Farklı cinsiyetleri, farklı yaş gruplarını veya iki teker konusunda tecrübeli ve tecrübesizi bir araya getirme kapasitesini taşır.

Fransa Bisiklet Turu

Fransız bir antropoloğun bisiklet üzerine kitap yazıp Fransa Bisiklet Turu’na değinmemesi çok garip olurdu. 1903 yılında başlayan Fransa Bisiklet Turu, günümüzde yıllık spor organizasyonları arasında en fazla izlenen küresel etkinliklerden biri. ‘50’li yıllarda takip etmeye başladığı bu spor ve eğlence karışımı yarışmanın Fransa için, gençler için, bisikletçiler için nasıl bir mit haline geldiğini irdeliyor. Mitin zayıflamasında yaşanan yerlerle işyerlerinin birbirinden uzaklaşmasının (ki o dönemde bisiklet işçi sınıfının en önemli ulaşım aracı) ve sistemli araba kullanımının bisikleti spor ve hobi alanına itmesinin rolü olduğunu savunuyor. Augé, televizyonun henüz yaygınlaşmadığı dönemlerde günlük gazetelerden ve spor dergilerinden (But et Club, Le Miroir des Sports, Miroir Sprint gibi) efsane yarışçıları izlediğini anımsıyor. Bisikleti de başrol oyuncularından biri sayabileceğimiz, Vittorio de Sica’nın 1948 tarihli Bisiklet Hırsızları, Jacques Tati’nin 1949 tarihli Bayram Günü filmleri de yazarın belleğinde iz bırakmış.

Augé, yıllar içinde turda bölgesel ve ulusal takımların yerlerini marka takımlara bıraktığını ve turun Avrupalılaşma trenini kaçırdığını öne sürüyor. Bir Avrupa bisiklet takımı oluşturulamadığını ve turun coğrafyanın popüler desteği yerine ticari küreselleşmeye dayandığını belirtiyor.

“Bir Avrupa Bisiklet Turu yapma girişimlerinin başarısızlığa uğradığı doğrudur. Bisiklet sporu, popüler boyutları nedeniyle adeta siyasal güçlüklerin bir ifşacısı olarak kalmıştır. Dolayısıyla bisikletçilik miti iki yandan siyasal boyutundan kopmuş bulunmaktadır: Bisiklet halk tabakalarında artık aynı rolü oynamamakta ve bisiklet sporu, televizyonun sunduğu dikkate değer ve akıllıca hizmetlere rağmen coğrafi, ulusal ve siyasal hayal gücünü gitgide daha az beslemektedir.” (s. 23)

Bisiklet devrimi

Bisikletin gelişiminin coğrafyayı ve yaşamı yeniden şekillendirdiği bir kent hayal ediyor yazar. Kentin her yerinde bisiklet yollarının olduğu, kır meyhanelerinin ve pazar günü akordeoncularının geri geldiği, çocukların okula bisikletle gidip geldiği, trafiğin hafiflediği ve hava kalitesinin arttığı, okullarda bisiklet eğitimi verildiği, amatör bisiklet kulüplerinin çoğaldığı bir kent – ve bu anlayışın giderek megapollerde de yaygınlaşması. Ütopyanın çerçevesini çizerken günümüzde kentin ne anlama geldiğini de sorguluyor Augé. Dünya kentleşiyor, megapoller de artıyor. Ona göre her büyük kent etnik, kültürel, sosyal ve ekonomik çeşitliliğiyle dünyanın bir özetine benzer. Bu kadar planlamaya, tasarlamaya rağmen kent, yaşayanların kontrolünden çıkar. Kente nüfuz etmek zorlaşır. Yaşadığımız yerin bilincine yeniden varabilmek için bisikletten faydalanabiliriz. Yazar artık 1968’de olmadığımızı, günümüzde hayatı değiştirmenin yolunun şehri değiştirmekten geçtiğini söylüyor. Şehri değiştirmenin yolu da bisikletten:

“Bisiklet pratiğinin, hayattaki zevklerin herkesin önceliği haline geleceği ve herkese saygı duyulmasının sağlanacağı ütopik bir dünya hayalini akla yatkın kılması bile tek başına bize umut etmemiz için bir neden verir. Ütopyaya dönüş, gerçeğe dönüş ikisi neredeyse aynıdır. Hayatı değiştirmek için haydi bisikletlerinize! Bisikletçilik bir hümanizmdir.” (s. 80)

Marc Augé, 80 sayfalık bu eserinde bisikleti geçmişle gelecek arasında bir köprü olarak değerlendiriyor. Bisikletin geçmişteki altın çağına bakıp gelecek tahayyülündeki yerini anlamaya çalışıyor. Bisiklete bir nostalji objesi olarak bakmak yerine onun kent ütopyasındaki yerine odaklanıyor ve kentsel hareketliliğe katkısıyla neleri dönüştürebileceğini kestirmeye çalışıyor. 19. yüzyıl Paris’inde vücut bulan flanörlük müessesesinin 21. yüzyıldaki temsilcisi olarak tanımladığı bisikletlilere bir dayanışma selamı yolluyor.