Ebru Erbaş Aysel Bora'yı uğurlarken son sözü Bora'nın yayın dünyasından sevenlerine bırakıyor: Ayça Sezen, Korkut Erdur, Maya Arıkanlı Özdemir, Melike Karaosmanoğlu, Mert Tanaydın, Saadet Özen, Sosi Dolanoğlu, Tomris Alpay, Yiğit Bener.
15 Şubat 2022 15:12
En verimli çevirmenlerimizden Aysel Bora 7 Şubat’ta aramızdan ayrıldı. Institut Français’nin 9 Eylül 2021’de gerçekleşen Türkiye Çeviri Ödülü töreninde meğer son kez birlikteymişiz. Onun kariyerinin bütünü için Onur Ödülü ile taltif edildiği yerde, örnek gösterilen bir üstatla birlikte ödüllendirildiğim için çok daha kıvançlıydım. O vesileyle soranlar oldu, kaç kitap çevirdiğinin hesabını tutmamıştı. Worldcat 132 başlık açıyor, internet kitapçılarında halen 91 eseri satışta görünüyor. Bu büyüklükte bir külliyatla hemen her edebiyat okurunun kitaplığına girdiğini, ürettiği metinlerin hepimizin hayatına bir yerlerden dokunduğunu tahmin edebiliriz. Ve çeviriyle, ağır söz işçiliğiyle geçmiş bir ömür demektir bu; tam da bu mesleğe yakışır bir tevazuyla, kendini hiç öne çıkarmadan, dervişçe üretmiş de üretmiş demektir. İyi çeviri kendini belli etmeyendir derler zira, eğer metin size çeviri olduğunu hissettiriyorsa kötü çeviridir, o yüzden dedim; tevazunun, bu imaj çağında kendini görünmez kılmanın mesleğidir.
O gün Fransız Kültür Merkezinin bahçesinde basına öğle yemeği verilmişti, sonrasında 17.30'da Fransız Sarayı’ndaki törene kadar birkaç saat boşluk vardı. Aysel hanım o gün bile kütüphaneye geçip çalışmıştı, "burada şu kaynak var, elimdeki çeviri için lazımdı," diye. Bizlerse hayret ve hayranlıkla, yeri dolmayacak bir kuşağın temsilcisi, diye fısıldaşmıştık. Editörler örnek gösterirdi onu bize, çünkü dediklerine göre belki asıl rekoru, hiçbir işini bir gün bile geciktirmemiş olmasıydı ki çoğu çevirmen gibi bana da sorsanız, herhalde çeviri her seferinde “yine geciktim” adrenalini olmadan bitecek iş değildir. Aysel Bora hem bu yönüyle hem de özenli, uyumlu çalışmasıyla editörlerin sevgilisiydi. Çevirinin kara kutusu editörlerdir nitekim, çevirmenden gelen dosyayla okura ulaşan metin arasındaki farkı, bu işin gizli kahramanlarının kimler olduğunu editörler bilir.
7 Temmuz 1943’te İstanbul’da doğan Aysel Bora’nın istisnai bir yönü de frankofon liselerde yetişmemiş olmasıydı. 2018'de NDS Edebiyat Ödülü törenindeki konuşmasında buna değinmiş:
"Ben Dame de Sion (NDS) mezunu değilim ki bu içimde azıcık bir ukde olarak kalmıştır. Babamın askerlik mesleği dolayısıyla okul yıllarım İngilizcenin henüz sızamadığı küçük Anadolu kasabalarında geçti. Yani Fransızcayı Anadolu’daki devlet okullarında öğrendim. Şansıma Fransızcaya olan ilgilerini ve tutkularını bana aşılayan harika öğretmenlerim oldu. Bu nedenle ikinci kez kazandığım bu prestijli ödülü, izninizle taşradaki okul yıllarımın bütün Fransızca öğretmenlerine adamak istiyorum."[1]
Aysel Bora 2018 NDS ödül töreninde koruşurken.
Taşra yıllarından sonra lise diplomasını Üsküdar Kız Lisesi’nden alan Bora’nın yabancı dilde bu yetkinliğe erişmesi, Cumhuriyet’in eğitim politikaları kadar kendi özel yeteneğinin de sonucu olmalı. Lisedeyken katıldığı Fransızca kompozisyon yarışmasında tüm frankofon liseleri geride bırakarak birinciliği alması da bunun kanıtlı. Nitekim o da bu ilgisi ve yeteneği doğrultusunda eğitimini İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi bölümünde sürdürür.
Mezuniyetten sonra ilk olarak Denizcilik Bankası’nda girdiği memuriyet, yine çeviri işidir. Ben de yıllarca bir holdingin yazı işlerini yürüttüğümden ticari, hukuki, teknik yazışmalarda edindiği bu deneyimin ona edebiyat çevirisinde de fark yaratacak bir donanım ve beceri kazandırdığını tahmin edebiliyorum. Edebiyat tarihinin garip bir cilvesi olarak genç mühendis Oğuz Atay’ın da ilk işine Denizcilik Bankası’nda girdiğini geçerken not ediyorum.
Birkaç yıl sonra Meydan Larousse’u hazırlayan çevirmen kadrosunda görürüz Aysel Bora’yı ve çevirmenlik formasyonunun sağlam temellerinden birinin de burada atıldığını söyleyebiliriz. Ana gövdesi 1969-1973 arasında 12 cilt halinde yayımlanan, tam adıyla Meydan Larousse: Büyük Lugat ve Ansiklopedi, Fransızca çeviri alanında bir kuşağın en yetkin kalemlerini yetiştiren, nitelikli çevirinin çıtasını yükselten bir ekol olarak ayrı bir yazıyı hak ediyor. Hakkı Devrim’in yayın yönetmenliğinde, tercüme servisinin başında Adnan Benk’in, telif servisinin başında Nezihe Araz, lugât servisinin başında Berke Vardar’ın bulunduğu, yıldızlar geçidi yayın ve danışma kurullarının yanı sıra düzeltileri bile Hulki Aktunç’un yaptığı ekipte, sonraki yıllarda çoğunun adını en iyi çevirilerde göreceğimiz 200’e yakın madde yazarı ve mütercim görev alır. Anılardan öğrendiğimize göre gerçekten bir okuldur burası; Laleli’deki Fransız Filolojisi'nden çıkan gençler soluğu Cağaloğlu Sultanmektebi sokağındaki Meydan Larousse bürosunda almakta, Araz ya da Benk ile yaptıkları ön görüşmeden sonra okul arkadaşlarıyla birlikte bir salonda bekletilirlerken fakülte hocaları aranıp referans alınmakta, bu aşamaları geçenler işe başlatılıp dönemin en iyi yazarları ve çevirmenleriyle usta- çırak eğitimine adım atmaktadır.
Başka ansiklopedik yayınlara da katkıda bulunan Bora, ilerleyen dönemde esas işi ve geçim kaynağı olarak kitap çevirisine yoğunlaşır – ben de bu “esas iş” konusunda biraz durmak isterim: Kendisine dair nadir kayıtlardan biri olan, Kitap-lık dergisinin Kasım 2007 sayısında yayımlanan soruşturmaya verdiği yanıtta aslında ilk cümlesiyle ülkemizde edebi çevirmenliği esas iş olarak yapmanın handikapını işaret eder[2]:
“Karşıma her zaman gönlüme göre metinler çıkmıyorsa da galiba dille boğuşmayı seviyorum.”
Zira sadece kendi seçtiği, beğendiği kitapları çevirmek, çevirmenlik mesleğinin emek/ gelir oranı en düşük branşı olan edebi çeviriyi ancak ana geçim kaynağının yanında ek bir iş ya da hobi olarak yapabilenlerin lüksüdür. Eğer bu işten ekmeğinizin peşindeyseniz başta kendinizi kanıtlayana dek zaten pek iş seçme şansınız olmayacak, her çevirmende heves uyandıracak işler ustalara giderken sizin öncelikli hedefiniz, bir şekilde iyi editörlerden, iyi yayıncılardan bir iş kapmak olacaktır. Kendinizi kanıtlayıp iş seçebilecek seviyeye geldiğinizde ise sizin çok sevdiğiniz kitapların çok satmadığı gerçeğiyle yüzleşeceksiniz ve çarkı döndürebilmek, seve seve yüksek edebiyat çevirebilmek için arada daha çok satacak “alçak işlerle” değirmene su taşımanız gerekecek.
Bununla birlikte Aysel Bora gibi “dille boğuşmayı seven” bir çevirmenin elinden çıkmış her metin okura bir şekilde ustalıktan süzülen lezzeti tattıracaktır. Kanımca onun çevirilerinde bu ustalığın en büyük yansıması, yukarıda değindiğim gibi kendini silikleştirmeyi başarmasıdır ki bu teknik becerinin yanı sıra biraz da kişilik meselesidir. Yani süse püse kaçmadan, gösteriş hevesine kapılmadan ve tırmalamadan, takılmadan akıtır metni. Öyle ki basit görünür, “ne var bunda,” dersiniz; işte ustalık, “bunu ben de yazarım,” dedirtecek kadar basit görünen cümleyi kurmak ama bunu yaparken her metnin kendine has üslubunu yansıtabilmek, duru olacağım derken kurumamaktır. Aynı soruşturmada dediği gibi:
“Dilin olanaklarını zorlamak hoşuma gidiyor. Bu, her zaman soyut anlam ve bilmece misali göndermelerle dolu, menderesler çize çize uzayıp giden, başı sonu belli olmayan cümleler demek değil. Bazen kısacık, yalın cümleler de insanı uğraştırır, o duruluğa belli bir yoğunluğu sığdırmak çaba ister.”
Sevgili Aysel Bora’yı yine kendi satırlarıyla son yolculuğuna uğurluyor, sözü yayın dünyasından sevenlerine bırakıyorum:
“Bazı kitaplarım sanki hiç yazılıp çevrilmemişler gibi sessizlikte kaldı. Bazılarıysa okurdan yana şanslı çıktı. Elbette okurun metni basmakalıp yaklaşımlarla okumamasını, farklı pencerelerden, farklı bir dünyaya girdiğini hissetmesini isterim. Ben her çevirinin zaman ve mekânda bir yolculuk olduğunu düşünürüm, bu yüzden de olduğu yerde çakılmayıp yolculuk etmeyi seven okurlar isterim.”
Ebru Erbaş
Aysel Hanım’la çevirmen-editör diyaloğuyla başlayıp yıllar içinde dostluğa dönüşen ilişkimiz, son iki yıldır pandemi yüzünden uzun telefon sohbetleriyle kısıtlı kalmıştı. Hayattan, edebiyattan, çeviriden konuştuğumuz bu sohbetlerden biri sırasında öğrendim kusursuz Fransızcasını babasının görevi sebebiyle gezdiği Anadolu kentlerindeki devlet okullarında öğrendiğini. Bunu, hem o dönemin taşrada da etkisini gösteren güçlü eğitim politikasına duyduğu saygıyı hem de öğretmenlerine duyduğu minneti belirterek sık sık vurgulardı.
Çeviri yapmaya Denizcilik Bankası’nın tercüme biriminde başlamış, memuriyet ruhuna dar gelince Hakkı Devrim’in yayın yönetmeliğini yaptığı Meydan Larousse ansiklopedisinin çevirmen kadrosunda yer almıştı. Karşısına her zaman gönlüne göre metinler çıkmasa da tam bir çeviri emekçisi olarak yıllar içinde çağdaş, klasik ayırt etmeden, az satar çok satar demeden, kolay ya da zor demeden, yazar seçmeden, sadece metinle ilişki kurmaya yoğunlaşarak onlarca kitap çevirdi. Her metne heyecanla yaklaşırdı, sözlük karıştırmaktan kaçınmaz, dilin olanaklarını zorlar, kendi deyimiyle “sözcük avına” çıkardı. Çevirmen-editör işbirliğimiz sırasında metinde yapılması gereken değişiklikleri çokça konuşurduk, yanlışı olduğundan değil, en uygun ifadeyi bulmak için ama hiç didişmedik, hiç kırmadık birbirimizi. “Contresens”a hiç düşmedi, tertemiz çeviriler yaptı hep, hem de genelin aksine hiç geciktirmedi işini.
Vefatından önceki son günlerinde de ilerlediğini itinayla sakladığı hastalığına karşın yine çeviri yapıyordu Aysel Hanım, benim için çevirdiği bir kitabın son on sayfasını yetiştirmek için uğraşıyordu, iyi olduğu konusunda öyle güzel kandırdı ki beni, hatırını sormak için aradığımda karşıma çıkan sesin onunkisi olmadığını bir süre anlayamadım.
Hafifti Aysel Hanım zira kibrin ağırlığını taşımazdı, sabırla dinler, ahenkli, yumuşacık sesiyle tatlı tatlı anlatırdı, tıpkı çevirileri gibi hiç yormazdı insanı. Aydınlık zihni, açık görüşlülüğü, muzipliği ve zarafetiyle mesleğimin bana kazandırdığı en kıymetli dostlardan biri oldu Aysel Hanım. Türkiye’nin de değerli aydınlarından biriydi.
Yazarlara soluk veren incelikli sesin kitaplarda yaşayacak.
Hoşça kal arkadaşım.
2021 IF çeviri ödülleri töreninde Aysel Bora ile Ebru Erbaş.
Aysel Hanım’la ilk kez 2005 yılında, henüz YKY’de nispeten genç ve toy bir editörken, Julia Kristeva’nın –sanırım Türkçe’de çıkacak ilk romanıydı– Bizans’ta Cinayet kitabının çevirmeni olarak tanışmıştım. Kendisi, yayımlanmadan önce çevirinin son halini görmek için yayınevine gelmişti. Nezaketi ve zarafeti en az dilinin yetkinliği kadar etkileyiciydi. Sohbet sırasında, çeviri yaparken bazen uygun sözcüğü ya da ifadeyi bulamadığı zaman otobüste –ya da başka yerlerde– insanların gündelik doğal konuşmalarına kulak misafiri olduğunu ve karşılaştığı zorluğa her zaman yaratıcı bir çözüm bulduğu o sihirli ânı anlattığını tebessümle hatırlıyorum şimdi.
Çevirmenlik eğitimi söz konusu olduğunda okullardan, kuramlardan ziyade insan daha fazla önem taşıyor. Ruhu şad olsun. Dilin öte yakasında, sevdiği yazarlarla birliktedir umarım.
Bizim evde Aysel Ablanın hep bambaşka bir yeri vardı. Sadece anneciğimin Üsküdar Kız Lisesi’nden pek sevdiği can arkadaşı değildi. Güzel şeyleri, iyi yapılan işleri pek seven, kolay kolay beğenmeyen babam için de Aysel Bora özel bir isimdi. Evin en önemli danışma makamı olan Meydan Larousse’un çevirmenlerindendi. O Meydan Larousse ki babamla çekiştiğimiz, zorlandığımız her konuda bize parmak ile işaret edilen siyah cildiyle evin efendisi gibiydi. Zamanla biz de o siyah kaplı makamı babamın iddialarını çürütmek amacıyla kullanır olduk. Baki Kurtuluş’un ansiklopedilerini referans gösterme şansımız ise hiç olmadı. 70’lerde çocuk olanlara buradan bir selam edelim bu vesileyle. Ama benim Aysel Bora ile hikâyem Karaköy yıllarıma dayanır. Çok sonra öğrendiğim bir ebeveyn kumpasıyla Saint Benoit’ya başladığım yıllara… Bu çok merdivenli, avlulu okula başladığım ilk günlerde başlamıştı Fransızca dilbilgisi ile amansız mücadelem. Yanlış olmasın, Bordas dediğimiz bir kitaplar dizisi vardı. Hâlâ bakmaya korkarım. Aylık karneler alırdık. Dilbilgisinde (grammaire) sınırda idim. Yazımı (dictée) ise hiç sormayın. Büyük tehdit altındaydım artık. Hem de daha ilk ayın sonunda. Okuldan alma sözleri havalarda uçuşuyordu. İmdadıma papatya yüzlü Aysel ablam yetişti. Her Cuma okuldan çıkar çıkmaz Salıpazarı’ndaki, bir zamanların Denizcilik Bankası’nın ofisi olan binalara gidiyordum. Hani şimdilerde Galataport olarak bilinen mekâna. Mesai saatleriydi. O işine devam ederdi. Ben ise yan masasına otururdum. Çok mühim bir derdim vardı. Onu çözersem Fransızca benden korkacaktı. “Il y a” ile başladı benimle ilk mücadelesi. O “y” neydi öyle? Tek harfli bir zamir, sıfat, bağlaç nasıl olabilirdi? İlk sorum buydu. Yeryüzünde bir dolu dil olduğunu ve dil öğrenirken o dili suçlayarak başlamanın bizi bir yere götürmeyeceğini söyledi önce. Ama o tek başına duran “y” konusunda ikna olmuyordum bir türlü. İkinci mücadelesi “Qu’est-ce que c’est?” idi. Çizgi niye var? Üstten ayraç niye var? Yılmadı hiç. İkinci ara karnede notlarım benim için büyük, ailem için küçük bir sıçrayışla evimize kısmi bir huzur getirdi. O yıllarda annem de Karaköy’de, Necatibey Caddesi’nde çalışıyordu. Karnemdeki düzelme ile birlikte biz üç kız o yılların Liman Lokantası’nda öğle yemeği yemeye de başladık (Aysel Abla, annem ve ben). On iki yaşımda onlarla öğle yemeği yemenin bende yarattığı güzelliği varın siz hesap edin. Gözümü alamadığım iki güzel kadın ve ergen bendeniz. Diyeceğim o ki, o günlerden sonra Fransızca ile ilk hesaplaşmam Aysel Bora ile oldu. İyi ki de oldu.
Aysel Abla çok güzel resim yapardı. Yıllarca onu Fransızcayı çok iyi bilen bir Akademili olarak bildim. Ama öyle değildi. Ona neden Güzel Sanatlara gitmedin diye soranlara ise hep farklı dilleri bilmeyi, kullanmayı, çevirmenliği daha çok sevdiğini söyledi. Muhtemelen öyleydi. Ta lise öğrencisi iken Alliance Française’in (Fransız Dili ve Frankofon kültürünü dünya çapında tanıtmayı amaçlayan bir organizasyon) düzenlediği bir kompozisyon yarışmasında Fransızca öğrenim gören tüm liselerin öğrencilerinin içinden süzülerek ödül almıştı.
Aysel Bora ve Üsküdar Kız Liseli güzel kadınlar, yıllarca Edebiyat öğretmenleri Sevim Hanım ile bir araya geldiler. Gezdiler, muhabbet ettiler. Ağız dolusu güldüler. Bu da bir iyi ki… Bizi biz yapan hikâyelerde gülümseyişlerimizle yer aldılar. Hepsine çok teşekkür ediyorum.
Yıllar önce Facebook’tan çıktığımda Aysel Abla anneme şunu demiş: Maya’nın paylaşımlarını çok seviyor ve beğeniyordum.
Ablacığım, Facebook’u bir yana bırakalım ama ben seni hep çok sevdim ve beğendim.
Oidipus Yollarda çevirisini okuyalı daha bir hafta bile olmamıştı ki Aysel hanımın vefat haberini aldım. Haliyle sanki geçenlerde konuştuğum birisi vefat etmiş gibi üzüldüm. Aysel hanımla şahsen tanışma fırsatım olmamıştı lakin evimde sayfalarca emeği vardı, kültür ve fikir dünyamda yer eden yazarları benimle o buluşturmuştu.
Çok incelikli bir çevirmendi. En zorlu metinleri itinayla çevirmişti. Dile özen ve lezzet katıyordu. Benim gibi çevirmen takibi yapan okurlar için yeni bir Aysel Bora çevirisi görmek büyük mutluluktu. Düşünsenize bizleri kimler kimlerle bir araya getirdi! Sartre, Simon de Beauvoir, Amin Maalouf, Lafargue, Balzac, André Gide ve daha niceleri. Böylece uzayan bir liste. Yine onun vesilesiyle okuduğum Gaétan Soucy’nin Kibritleri Çok Seven Küçük Kız romanı günlerce aklımdan çıkmamıştı.
İsmi elbette çevirileriyle yaşayacak ve minnetle anacağız onu. Ama gönül ister ki Aysel Bora adı bir sokağa verilsin. Dünyanın edebi ve kültürel birikimini dilimize taşıyan bir kadın çevirmenin adını görmeyen kalmasın, şehrimiz biraz daha güzelleşsin.
Aysel Bora'ya Büyükelçi Hervé Magro tarafından Institut Français Türkiye Çeviri Onur Ödülü takdim edilirken.
Sağda jüri başkanı Timour Mouhidine. 9 Eylül 2021.
2022 Fransızca edebiyatı Türkçe okumayı sevenler açısından kötü başladı: İki önemli ve üretken çevirmeni üst üste kaybettik, önce Yaşar Avunç ardından Aysel Bora aramızdan ayrıldı. Her ikisiyle de kısmen çalışma fırsatı bulabildiğim bu iki çevirmenin çalışkanlıkları, üretkenlikleri, dertsizlikleri tahminen kendileriyle çalışan tüm editörlerin, yayıncıların büyük şansıydı. Aysel Bora’yla iki kitapta çalışma fırsatım oldu: 2006’da J.M.G. Le Clézio’nun Ourania: Bir Meksika Ütopyası romanıyla (yazar iki sene sonra, 2008’de Nobel Ödülü’ne layık görülecekti) ve 2020’de (benim için ikinci kez) Paul Lafargue’ın Tembellik Hakkı metni üzerinde. Metinler yayın yönetmeni üzerinden gidip geldiğinden, doğrudan temas kurmadığımız Aysel hanımın nezaketini şahsen yaşayamadığıma üzüldüm kötü haberi alınca. Ama açıkçası daha çok şaşırdım. Doksanlardan beri, yani benim aktif okur ve sonradan yayın emekçisi olduğum dönemde, pek çok kitabın çevirmeni olarak görmeye alışıktım Aysel Bora ismini ve bu bir tür güneşin her gün doğması gibiydi: Kundera’nın, Balzac’ın, Le Clézio’nun, Énard’ın, Echenoz’un, Kristeva’nın, Jacq’ın, Bachau’nun, Maalouf’un, Gide’in yapıtlarında; Metis’in, Doğan Kitap’ın, YKY’nin, Can’ın, Kırmızı Kedi’nin Fransızcadan çevirttiği pek çok kitapta çevirisini yabancılık çekmeden ve garipsemeden okumuştum. Genelde yılda üç dört yeni çeviride imzasıyla karşılaşabildiğimiz Aysel Bora’nın son yıllarda bu çabası Frankofon camia tarafından da fark edildi, iki kez NDS ödülünü ve en son 2021’de Institut Français tarafından verilen çeviri onur ödülünü kazandı. Üstelik Aysel hanım kolej eğitiminden geçmemiş, taşradaki devlet kurumlarında aldığı orta öğretimde Fransızcayla tanışmış, İstanbul Üniversitesi’nde lisans seviyesinde Fransız Dili okuyarak Frankofon olmuştu. Belki de bu nedenle tüm o çalışkanlığına, önemli yapıtları Türkçeye aktarmasına rağmen çok mütevazı ve mahcup sayılabilecek biriydi. Benim sayabildiğim kadarıyla 75’in üzerinde çevirisiyle, Türkçe söylenen Fransızca edebiyata unutulmayacak bir iz bıraktı. Yeni kuşaklarda da çok iyi Fransızca çevirmeni çıksa bile, bu yıl veda ettiğimiz isimlerin dahil olduğu kuşağın mütevazılığı ve üretkenliği sanırım olmayacak artık.
Bilen bilir, redaksiyon –çevirmen üzerine düşeni yapmadıysa ya da ne yapması gerektiğini henüz idrak edemediyse– inanılmaz sıkıcı, zor, bitmek bilmez ve genellikle hakkı verilmeyen bir iş, hem maddi olarak hem itibar bakımından. İyi diye ünlenmiş çevirilerin bir kısmının büyük oranda redaktörlerin ve editörlerin elinden çıktığı bir sır değil. Buna karşılık redaksiyon aynı zamanda çeviriyi, çevirmenliği öğrenmek için müthiş bir araç. Çevirmenlerin aynı kelimelere uygun gördüğü apayrı karşılıklar, cümleleri Türkçe sözdiziminde yeniden inşa edişleri, duyguları aktarma stratejileri hep farklıdır ve bu farklar, çevirinin ne olduğu ya da olmadığı konusunda esaslı bir eğitim sayılır. Redaktörün yaptığı işten böylesi bir birikimle çıkabilmesiyse hem çevirmenin çevirisine göstermiş olduğu özene hem de redaktöre yaklaşımına bağlı.
Aysel Hanım’ı yıllar önce Can Yayınları’nda çalışırken tanımıştım. Birkaç çevirisinin redaksiyonunu ben yapmıştım, aralarında Milan Kundera’nın Ölümsüzlük, Roman Sanatı ve Bilmemek kitapları da vardı. İşini son derece ciddiye alırdı, bazı yaratıcı çözümleri gerçekten öğreticiydi de. Öte yandan, aynı elden çıkmış çevirilerin içinde de daha çok özenilmişler, ham kalmışlar, olgunlaşmışlar olabilir; herkes için olduğu gibi Aysel Hanım için de bu söylenebilir, ancak şu kesin: Aysel Hanım henüz yolun başındaki, kolay heyecanlanan redaktörüyle uzun saatler çalışacak, çoğu gayet yerinde olan itirazlarını kibir perdesinden seslendirmeyecek kadar olgun biriydi. O çok iyi bir çevirmendi, bunu hiç düzeltiye ihtiyacı olmadığı anlamında değil, biri için “çok iyi bir insandır” der gibi söylüyorum. Tavırlarından da, birlikte çalışmamızdan da çok şey öğrendim. Ruhu şad olsun.
Sevgili Aysel Bora,
Evime ilk olarak senin çevirilerin girdi. Kitaplar kütüphanemdeki raflarda yerini aldı.
Kısaca önce çevirilerinin duru, akıcı diliyle tanıştım. Bir çevirinin bu kadar rahatlıkla okunabileceğini, yazarın dünyasına girip eserin ruhuna kadar inmemizi sağlayabileceğini gösterdin bize. Her iki dili de bir sihirbaz gibi kullandın.
Fransız-Türk kültürel bağlarının gelişmesinde rol oynayan Notre Dame de Sion Lisesi Edebiyat Ödülü iki yılda bir Fransızca yazılıp Türkçeye çevrilmiş bir esere verilirken çevirinin iki kültür arasında önemli bir köprü olduğunun da altını çizmiştir. Jüri okumaları sırasında senin çevirilerin farklılaşır, senelerce bu alanda verdiğin emekler kendini belli eder, birçok uluslararası yazarın çevirmenler hakkındaki ortak düşüncelerini doğrulardı. “İyi bir çeviri her zaman eseri başka bir dilde tekrar yaratmaktır. Bu nedenle çevirmenlere hayranlık duyuyorum.’’
Notre Dame de Sion çeviri ödülünü 2012 ve 2018 yıllarında iki kez kazandığında seni yakından tanıma fırsatım oldu. Güler yüzün ve alçakgönüllü tavırlarından çok etkilendim. Bıraktığın güzel eserler ve anılar için teşekkürler. Seni Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dizeleriyle uğurluyorum. Işıklar içinde uyu.
KİTAPLAR ARASINDA ÇİÇEKLER
Bıraktın bir hatıralar yığınında beni de yavrum;
Ki sevgim verdi sana bir koku gibi bütün dünyasını.
Ve ben bu sabah vaktinde iyice hissediyorum,
Bir kitap arasına bırakılmış çiçeklerin yasını.
Değerli meslektaşımız Aysel Bora’nın vefatı, edebiyatseverler ve çevirmen camiası için büyük bir kayıp. Çevirdiği yazarların ve eserlerin hem sayısıyla hem niteliğiyle imrenilen gerçek bir çeviri emekçisiydi. Saygı uyandıran bir aydındı. Geçtiğimiz Eylül ayında, Fransız Kültür Merkezinin ona Çeviri Onur Ödülünü takdim ettiği törende ayaküstü sohbet edebilmiştik. Ağırbaşlı olduğu kadar alçakgönüllü ve sevecen duruşuna, özellikle de hayat dolu muzipliğine ayrıca hayran olmuştum. Çok üzgünüm.
•
NOTLAR:
[1] Aysel Bora, NDS Edebiyat Ödüllerinde iki kez çeviri ödülüne layık görüldü: 2012’de Mathias Énard’ın Savaşları Kralları ve Filleri Anlat Onlara romanının çevirisiyle ve 2018’de Jean Paul Didierlaurent’ın 6.27 Treni romanının çevirisiyle.
[2] Bu ve sonraki alıntılar: Ayşe Ece, “Soruşturma, Çeviriyi Yaşayanlar: Çevirmenler ve Editörler”, Kitap-lık, sayı 110, Kasım 2007, s. 67- 75.
Kitap-lık arşivinden yararlanmamı sağlayan editör Murat Yalçın’a teşekkür ederim. (E.E.)