Ağacın mekânı, mekânın ağacı

Dilek ağaçları, ev ağaçları, ulu ağaçlar ya da bunların sembolik anlamları kentsel planlama ve tasarım araçlarıyla değil, yaşanarak üretilebilir

Herkesin aklının ya da kalbinin bir köşesinde kalmış bir söyleyeceği vardır ağaçlara dair: çocukken gölgesinde oynanan ağaç, annenin diktiği ceviz ağacı, “ocaklara dikilen incir ağaçları”, eskiden dutluk ya da zeytinlik olan yerler ya da kimi çınaraltı meydanlarında yüzyıllardır olup bitenler... Tarih boyunca kolektif hafıza ve derin psikoloji anlamında çok güçlü bir varlık olan ağaçların bugün yaşadığımız mekânlardaki etkisini araştırma dürtüsü de benzer bir kişisel deneyimden doğdu. Yazları gölgesine sığındığımız dut ağacının dingin dallarının bir evin cephesini nasıl yeniden tanımladığını ve dümdüz akıp giden bir kaldırımda nasıl da küçücük bir duraksama mekânı, kendi hâlinde bir liman yarattığını hatırladım ve kentsel tasarımcı gözüyle ağaçların kentlerde anlamlı mekânlar yaratma gücünü araştırırken karmaşık ama zengin bir dünyayla karşılaştım. Öncelikle tarihsel olarak, insanlar ve ağaçlar arasındaki bağa dair günümüze ulaşan izler Sümerlere (M.Ö. 4000) kadar uzanıyor. Bu derin tarihin sebebi ağaçların insanlara barınak, korunma, yiyecek sağlaması, mevsimlere göre değişen renklerinin büyüsü, göğe yükselmelerindeki ağırbaşlılık, yani insanda bin yıllar boyunca uyandırdıkları hayranlık ve minnettarlık hissi olabilir mi?  “Hayat/dünya ağacı”, “ölüm ağacı” gibi semboller tüm coğrafyalarda farklı din ve dillerde de olsa benzer efsaneler, görsel imgeler ve içeriklerle yer alıyor: Buda, meditasyon yaparken bodhi ağacı altında aydınlanır, Uygurların yaratılış destanına göre Böğü-Han bir kayın ağacından doğar, Kuzey yarımkürede 21 Aralık kış dönümleri en uzun gecede gün ışığının karanlığını yenmesini ve karanlıkta dahi hayatın devam etmesini kutlamak için etrafı her dem yeşil olan çam ağaçları süsler...

İnsanlar ve ağaçlar arasındaki fiziksel benzerliklerden (ayakta durma, kök-ayak, gövde, dal-kol vb.) etkilenen Kızılderililer ağaçlar için “bizim ayakta duran kardeşlerimiz[1] der. Aslında bireysel benzerliğin ötesinde, ağaç ve insan toplulukları arasındaki sosyolojik ortak yönler de oldukça ilgi çekicidir. Örneğin, Ağaçların Gizli Yaşamı: Ne Hissederler, Nasıl İletişim Kurarlar (2016) adlı kitapta bazı canlı topluluklarının ideal yönleri olarak kabul edilen paylaşma, birlikte hareket etme gibi etkinliklerin ağaçlar tarafından da gerçekleştirildiği tartışılıyor. Ağaçlar, yaydıkları kokular, kökleri aracılığıyla ürettikleri insan kulağının duyamayacağı düzeyde sesler ve düşük nabızlı elektrik sinyalleri gibi yöntemlerle birbirleriyle iletişim kuruyor ve topluluklarını koruyorlarmış. Ağaçların ve insanların ortaklıklarını destekleyen bu güncel bilimsel gelişmeler bir yandan da Nâzım Hikmet’in “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine” dizelerini hatırlatmıyor mu? Ayrıca şairin dostluk içinde yaşamayı bilen tek başına, güçlü ve hür bir birey olmaya verdiği önemi Herman Hesse’nin 1920 tarihli Wandering; Notes and Sketches (geçen yıl Türkçede Ağaçlar adıyla yayımlanan) kitabının içindeki ilham verici yazılardan bir kısmında tekrar buluyoruz:

Ormanlar ve korularda halklar halinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış büyük insanlar gibi, Beethoven ve Nietzsche gibidirler. Tepelerinde uğuldar dünya, kökleri sonsuzluğa uzanır ama sonsuzlukta kaybolup gitmez, var güçleriyle tek bir şey için onlara özgü büyüyüp serpilmek, varlıklarını ortaya koymak için çabalarlar.

Bu kısa tarihî ve edebî yaklaşımları aklımızda tutarak ağaçların şehircilikteki yerine gelelim. Ağaçlar ve yapılı çevre arasındaki ilişki fiziksel-görsel faydalar, psikolojik etkiler ve spritüel anlamlarla açıklanabilir. Bu sıralama, en kolay görebileceğimiz ve ölçebileceğimiz iklimsel, ekolojik faydadan, en ölçülemeyen, soyut ve derin faydaya doğrudur. Kentsel tasarım çalışmalarında, ağaç varlığının mekâna insan ölçeği eklemesi ve iklimsel rahatlık getirmesi gibi estetik ve ekolojik katkıları ile özetlenebilir. Ülkemizde yerleşimlerin oluşumu ve şehirciliğin gelişimi yapılı çevrenin doğal çevreyle uyumuna ve koparılamaz ilişkisine saygıyla başlamış denebilir. Örneğin, Isparta’nın Yalvaç ilçesinde bulunan çınarın tarihi bir Selçuklu emirinin yerleşimi 12’nci yüzyılda ziyaretine dayanıyor. Yüzyıllardır aynı yerinde tüm çevresindeki kentsel gelişimi etkilemiş ulu bir çınar, bugün ise yerleşimin en önemli açık kamusal alanı. Biliyorum ki bugün ülkemizde benzer geçmişe sahip olan sayısız çınaraltı meydanı ve ağaç mekânı var. Bu sebeple şu soru aklıma geliyor: Anadolu’da şehirlerin düzeni belki de Anadolu Selçuklular’ın fethettiği yerlere nişane gibi çınar ağacı dikmesiyle kurulmaya başlamış olamaz mı? Roma kentinin merkezi olarak kabul edilen “Umbilicus urbis Romae” gibi çınar ağaçları da Anadolu yerleşimlerinin doğum ya da düğüm noktası olabilir mi?

Dik açılı geometrik düzenin hâkim olduğu bir kent planını savunan Le Corbusier Şehircilik adlı kitapta İstanbul’a 20’nci yüzyılın ortalarında yaptığı gezilerden ilhamla “Türk özdeyişi: bina yapılan yere ağaç dikilir. Bizde ise kaldırılır. İstanbul bir meyve bahçesi, bizim şehirler taş yığınları” [2] yazar. Le Corbusier bizim “ev ağaçlarını” ya da çınaraltı meydanlarını görüp etkilenmiş olmalı. Hanelere bolluk, bereket ve ömür olsun, doğanla birlikte doğsun ya da gidenle birlikte rahatça gökyüzüne erişsin diye Anadolu’da ev alınca, bir bebek doğunca ya da biri ölünce bahçelere çam, servi, çınar ve niceleri dikilir(miş).

Çınaraltı meydanları ise bu tür bir ilişkinin kamusal mekânı üreten bir örneğidir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey’in rüyasında dalları üç kıtayı saran bir çınar ağacı gördüğü efsanesinden de hareketle, birçok yerleşimde bir çeşme ya da kahvehanenin eşlik ettiği ulu çınar ağaçları bir kentsel odak noktası yaratır. Yüzyıllar boyunca ve aile ölçeğinde tekrar eden bu birbirinden bağımsız hareketler zaman içinde kolektif kentsel doku üretiminin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiş görünüyor. Bir uzmanın öğrenilmiş tasarım fikri olmadan, yaşanarak ya da bir inanca dayanarak mekâna yapılan bu müdahaleyi sessiz ve kendiliğinden ancak çok etkili bir tasarım süreci olarak algılıyorum. Nitekim kalabalık şehirlerde yapılı çevre ve ağaçların oluşturduğu ortak biçim dili sokak ölçeğinde anlaşılırken,  ağaçların varlığı daha küçük yerleşimlerde, mekânın üst formunun biçimlenişine dahi etki edebilir. Örneğin Bursa’da bulunan İnkaya Çınarı’nın çevresindeki kentsel dokunun en önemli özelliği, en büyük sokağın ağaca yönelmesi ve yerleşimin omurgasını oluşturmasıdır. İzmir’de bulunan Kaynaklar çınarı ise yerleşimin tam merkezinde bulunur ve sokaklar, Kaynaklar çınarını merkez alarak ışınsal uzanır. Bu örneklerdeki gibi tek bir ağacın varlığının mekânın fiziksel gelişimine katkısı kafa kurcalayıcıdır.

Kentsel Mekanda Ağaçlar ve Tasarım
Kaynak: Cihanger, D. (2015) ‘Şehir Belki De Bir Ağaçtır’: Fiziksel Dokunun Belirleyicisi Olarak Kentsel Ağaçlar, Türkiye Kentsel Morfoloji Araştırma Ağı Türkiye Kentsel Morfoloji Sempozyumu, 22-23 Ekim 2015

Tabii ki dilek ağaçları, ev ağaçları, ulu ağaçlar ya da bunların sembolik anlamları kentsel planlama ve tasarım araçlarıyla değil, yaşanarak üretilebilir. Kentsel tasarım ve şehircilik uygulamalarının yapabileceği ise kamusal alanlarda ağaç kullanımını fiziksel çevrenin form üretimi ile birlikte düşünmektir. Sanırım bu düşünce yapısı içinse öncelikle ağacın mekân için ne anlama geldiğini biraz daha kentsel tasarım ilke ve amaçlarıyla göstermek gerekiyor. Bir tasarım çalışması süresince yapılı çevrenin bir parçası olarak kullanılan ağaçlar kentsel mekânları yeniden tanımlayabilir, bölebilir, insan ölçeği ekleyebilir, kapalılık sağlayabilir, iklimsel rahatlık getirebilir veya mekâna yeni bir ritim ekleyebilir. Bu ağaç mekânları basitçe tekil ağaçlar (nirengi ağaçlar, küçük ağaç-mekanları, çınaraltı meydanları), çizgisel ağaçlar (sokak ağaçları, kent girişleri, nehir yatağı ağaçları) ve grup ağaçlar (küçük gruplar, kentsel park ve meydanlar, ağlar) olarak sıralanabilir. Tekil ağaçlar mekânda görünürlük, hatırlanabilirlik gibi özellikleriyle hem nirengi hem de toplanma alanı görevi görür, çizgisel ağaçlar ise yapılı çevre ile ilişkili (yakınlık-uzaklık, çevreleme, işaret etme, yönelme) sıralandığında Ankara’da Cinnah Caddesi, Kumrular Sokak, İstanbul’da Dolmabahçe ve Çırağan Caddesi gibi yapılı çevreyle birlikte tanımladığı kolonlu ya da kemerli yolları oluşturur. Grup ağaçlar ise kent parklarından, sokak köşelerine kadar birçok mekânı tanımlarken Paris ve Washington gibi şehirlerin ışınsal sokakları boyunca devam ederek tüm kenti saran yeşil bir ağ oluşturur.

Ağaçların insan yaşamına eşlik eden gizemli yolculuğu mekânsal tasarımda anlam, biçim ve işlevi bir araya getirebilecek ağaç mekanlarını tanımak ya da üretmek yerine çoğu mimarlık ve kentsel tasarım çizimlerinde ağaçlar salt bir “süs” ya da “boşluk” “hata” kapama ögesi olarak kullanılmaya devam ediyor. Böylece, mimarî, kentsel planlama ve tasarım çizimlerinde sadece bu tür işlevsel faydalar gözetildiğinde devasa boşluklara saçılmış, ölçek ya da mekân üretme kaygısı olmayan cılız ağaç toplulukları görüyoruz. Büyük olasılık da mevzu bahis alan gerçekten inşa edildiğinde o ağaçların hiçbirini bulamayacağımız anlamsız bir sürecin içine giriyoruz. Örneğin İstanbul'da inşaatı devam eden onlarca çok katlı binalardan oluşan sitelerin çevresine çekilen güvenlik duvarlarının üzerlerindeki proje çizimlerine bir bakın. Bir keresinde Tarlabaşı yakınında gördüğüm bir proje inşaatının "görkemli" üç boyutlu çiziminin etrafı gittikçe silikleştirilmiş ve sonrasında tüm alan ölçeksiz bir çam ormanıyla çevrilmişti. Gerçekte ise o ağaçların yerinde olan kentsel dönüşüm sırası bekleyen Tarlabaşı'nın tarihi konut dokusuydu... Ağaçlar, yapılı çevrenin üretiminde tabii ki de bir ferahlama, bir süs ögesi olarak görülebilir. Ancak sadece "yeşillik" olarak ortaya, kenara, köşeye, boş kalmış alanlara saçılması, tasarım yapılmayan ya da düşünülmek istenmeyen bölgelere "yamanması" ya da dere yatakları, kent parkları, ormanlar ve sınırları gibi mevcut doğal alanların tasarım ve planlama süreçlerine genellikle dahil edilmemesi şehirciliğimizi doğal, sosyal ve kültürel sürekliliklerinden gitgide ayrıştırıyor.

İnkaya Köyü Uydu Görüntüsü (Kaynak: Google Earth, Ekim-2012) ile İnkaya Köyü – Şekil & Zemin Haritası (Kaynak: Cihanger , 2012)

 

Ana görsel: Ankara-Eskişehir Yolu (Cihanger, 2014)

Bu yazı Duygu Cihanger’in “Trees in the Urban Context: A Study on the Relationship Between Meaning and Design”  (2013) adlı ODTÜ Kentsel Tasarım Programı Yüksek Lisans Programı Tezine dayanmaktadır.


[1] Hageneder, F., 2005,g The Meanings of Trees: Botany, History, Healing, Lore, Chronicle Books, New York.

[2] Le Corbusier (2014), Şehircilik, Diamon Yayınları,  Sayfa 71. Ergun, P. (2002) Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları. Arnold, H. F. (1980) Trees in Urban Design, Wiley.