Zincir kopuktur bahisler düşüktür KE zaten olmamıştır

"Polemikler bir bütün olarak bir tür hesaplaşma panoraması çiziyor, dolaysız siyasetten çok düşünsel verimlerle hesaplaşma. Düşünsel verimler demek kişiler, düşünürler demek. Koçak’ın önceki verimlerinden de biliyoruz: Ufkunda her zaman bir panorama halinde ve bir idealler bütünü olarak dünya kültürü vardır. Düşünsel hareket noktasında Marksizm, bakış açısında eleştirel kuram."

11 Mart 2021 11:30

Başlıktan devam edebiliriz: Erdoğan Alkan’sız olmaz, Tanpınar’la Benjamin ya da International New York Times okumakla yetinmek de neymiş, vb. vb...

Orhan Koçak’ın salvoları bu minval üzere ivmelenip okur dahil hemen “herkes”i kapsar hale gelince, bu adam kafayı yemiş diye düşünmemek güçleşti. Oysa onu şu toplumda sayıları iki elin parmaklarını geçmeyecek entelektüellerden biri haline getiren zirvelerin sonuncusu henüz yeniydi, Tehlikeli Dönüşler adıyla Mart 2017’de yayımlanmıştı. Polemikler hemen onun ardından başladı. Gün gün okundu, bazıları muhataplarınca aynı mecralarda yanıtlandı ve birkaç kitap edebilecek başka bazı yazıları dergilerde kalmaya devam ederken bu fasıl yazıları Polemikler adıyla 2019 Nisanı’nda kitaplaştı.

İlk anda bu son adımın bir tür karşı ağırlık oluşturmaya, salvolara salvo eklemeye yönelik olduğunu düşünecek gibiydim ki, kitabın bam telini fark ettim: Polemiklerin en tuzlu biberlisi, yani 9 Ağustos 2018 tarihli “Karşılaştırmalı edebiyat burda niye olmuyo?” başlıklı ünlü yazı,[1] yoktu, kitaba alınmamıştı. Demek ki bu kitaplaştırma yeni bir salvodan çok, bir tür geri alma niyetini taşıyordu. Belli ki Koçak polemiği kendi yazı birikiminde yeni bir kanala dönüştürmek istiyor, ancak andığım yazının olumsuzluklarını taşımak istemiyordu.

Ben yine de aklımdan geçenleri yazmak gereğini duyuyorum birkaç nedenle. Birincisi, yazı her ne kadar kitaba alınmadıysa da, internette yayımlandığı yerden kaldırılmış değil. İkincisi, geri alma işlemi yeni olmayıp, kitapta da yer alan ve özellikle yanıta yanıt niteliğinde olan başka yazılarla birlikte başlamışsa da, Koçak bir yanıyla fazlasıyla cazip olan üslubunda gitgide daha çok kendini gösteren üsttenciliği fark etmiş gibi görünmüyor, dolayısıyla olumsuzluklar bu yönüyle kitapta da sürüp gidiyor. Üçüncüsü, o yazının büsbütün iptali, karşılaştırmalı edebiyat konusundaki bazı çok değerli bölümlerinden yoksun bırakılmamız anlamına gelecek.

Yazıdaki olumsuzluklar Devrim Dirlikyapan’ın da işaret ettiği[2] yanlış anlamalarla başlıyor. İlk yanlış anlama ilk cümleyle birlikte karşımıza çıkıyor. Polemikçimizin Füsun Akatlı’ya karşılaştırmalı edebiyat karşıtlığını yakıştırabilmek için gösterdiği –bir eşzamanlılık dışındaki– tek gerekçe, kaynağın yaklaşık yılını (“90’lı yılların başlarıydı”) verip tam künyesini vermeksizin “mealen” aktardığı şu fikir oluyor: “Benim için her yapıt, her şiir, her öykü tektir, biriciktir. Kendinden ibarettir, sadece kendi yapıp yapamadıklarıyla ölçülür”. Koçak bu “meal”in hemen çağrıştırdığı “metin odaklı eleştiri, yeni eleştiri, Rus biçimciliği, metinlerarasılık” gibi kavramları anmaya bile gerek duymaksızın, kavramı, olabilecek (aslında bence olmayacak) en dar, hatta gündelik dile yaraşır bir tanımla yorumlamayı ve bu yorum temelinde bir KE karşıtlığı iddiasında bulunmayı seçiyor. Bakışınız metin odaklıysa ya KE karşıtısınız ya da KE’nin silip süpürücü öneminden haberiniz yok!

Benzer bir “dar anlama” kazası, Akatlı’dan hemen sonra çattığı “Şiiri Şiirle Ölçmek” başlığının yorumunda meydana geliyor. Koçak’ın oracıkta “şiirin hep şiirden fazla, şiirden artık bir şey olmaya doğru hırslandığı” biçiminde (italikler Koçak’ın) Edip Cansever ve Turgut Uyar’a yakıştırarak ifade ettiği kasıt da tıpkı Akatlı kazasındaki gibi, ‘son çözümlemede esas olan metnin kendisidir’ diye anlatılabilecek fikir oluyor. Dönüp dolaşırsınız, ama kürkçü dükkânı metindir. Metin dışı mezuralarla dolaşan bunca eğilim –bazen kaçınılmaz olarak– varken bu fikrin hatırlatılmasını yekten KE karşıtlığına bağlamak için Koçak’ın gösterdiğinden daha fazla gerekçeye ihtiyaç var.

Ve “olmuyo?” yazısının bu ilk paragrafının son cümlesi: “Ah bu çocuklar, ah bu yayın sektörü!” Koçak’ın küçültmeci söylemini oluşturan en tipik örneklerden biri karşımızda. Arkadaşlarınıza “çocuklar” diye seslenirsiniz, ama bu o değil. Gençlere çocuk muamelesi yapmak, yapanın kendisini üstte bir yere konumlandırdığını gösterir. Yaşa sığınmak, yaş ayrımcılığı, üsttencilik… Koçak bu işi okura hitaben “siz bile tahmin edebilirsiniz” demeye kadar vardırıyor, ‘ideal okur’u konusunda soru işaretleri yaratarak.

Söylem meselesine uğramışken devam edeyim: Koçak’ın eleştirileri çoğu durumda kendisini yok sayıyor. Bunu böylece ifade ederek değil elbette; gerçekte kendisini de içeren bir topluluğa eleştiri yöneltirken yok sayıyor kendisini, hesaba katmıyor. Tipik bir örnek için, Polemikler kitabındaki ilk yazıya bakılabilir. Orada söz konusu olan, 1917’nin (Sovyet Devrimi) yüzüncü yılına göndermeyle “Yüzyıla Doğru” üst başlığını taşıyan beş yazıdan ilkidir ve Akif Kurtuluş’un, biz eskilerin Politika ve Sanat adıyla bildiğimiz kitabından söz etmektedir, kitabın yaklaşık yirmi yıl sonra gelen yeni baskısı dolayısıyla. İçeriğe girmeyeceğim, konumuz üsttenci söylem. Koçak kitabın tartışılmamış olmasının nedenleri babında “o eski kayıtsızlık, o ezeli zihinsel durgunluk”tan girip “sol kültürün zihinsel engeli”nden çıkarken, “sol”a kendisini de dahil saydığına işaret eden herhangi bir gösterge eklemiyor yazıya. “Gerek mi var?” denebilir; Koçak’ın “sol kültür”e dahil olduğu biliniyor. Gelgelelim metin öyle söylemiyor; ne bileyim, “biz” filan demiyor, mutlaklaşmış bir mesafeden ilerliyor. Buradaki mesele yalnızca ağyarını sorumlu saymaktan ibaret değil, bir de o ağyarın az önce alıntıladığım sıfatlarla anılması var.

Kendisini hesap dışı bırakıp “ben” dediği yerde ise bu kez aşırı derecede küçültmek yoluyla yükseltir Koçak (neydi, bu taktiğin bir adı vardı). Kendisinin tüm metinleriyle Türkçenin en yüksek düzeylerinde seyrettiğini bilmeyen yokken, Tanıl Bora için, “Türkçenin benim düzeyime inmesinin [sorumlusu]” demesi gibi. (s. 34)

Polemikler bir bütün olarak bir tür hesaplaşma panoraması çiziyor, dolaysız siyasetten çok düşünsel verimlerle hesaplaşma. Düşünsel verimler demek kişiler, düşünürler demek. Koçak’ın önceki verimlerinden de biliyoruz: Ufkunda her zaman bir panorama halinde ve bir idealler bütünü olarak dünya kültürü vardır. Düşünsel hareket noktasında Marksizm, bakış açısında eleştirel kuram. Okuduğum ilk Koçak yazısı olan “Beckett Geçiyor”[3] ve Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce’nin 3. cildindeki “Nurullah Ataç ve Etkilenme Endişesi” başlıklı yazısı portreye yaklaşan örneklerdendir. Düşüncesinin alanı böylesine geniş ve uğrakları kıvırcık salata yaprağının uzak kıvrımları olduğu ölçüde biz okurların ondan öğrenme oranımız ve aldığımız haz miktarı artıyor, ama aynı süreçte onun başkalarında, yani diğer yazar, düşünür ve kültür çevrelerinde kusur bulma olasılığı da yükseliyor. Mükemmeliyetçiliğin getirdiği huzursuzluk var belki; belki de aynı zamanda üstte olma hazzı, arzusu ya da ihtiyacı. Zaman ilerleyip yazdıkları arttıkça, üslubunda bir yandan kraliyet ailesinin üsttenci kipleri, diğer yandan hatırı sayılır bir yaratıcılığın içerikten güç alan biçim oyunları –ekleme, çıkarma, bükme– sökün ediyor. Anlam belirsizlikleri, eksiltili arabaşlıklar ve tam dozunda spekülasyonlarla söylem, kurmacanın sınırlarında ustalıkla oynuyor.

Ataç insanların “... başkalarına aldırmamaktan, bütün kötülüklerin anası olan bu huydan” vazgeçememelerinden yakınırken, portresinde bunu alıntılayan Koçak[4] belki de aynı yakınmada kendi ilgilerinin (ve giderek polemiklerinin) esasını bulmuştu: Ataç ‘başkalarına aldırmak ya da aldırmamak’ diyor, Koçak’ın bütün yapıtının temelinde de, katmerlenmiş bir biçimde bu ilgi, yani başkalarına aldırmak yatıyor; hırçınlaşarak, laf atarak, kavramlar yaratarak aldırmak. İyi geçinme duygusunu sevmiyor. Ama hakkaniyet düzeyini atladığı ölçüde de geçimsizlikte kararsız.


[1] Orhan Koçak, “Karşılaştırmalı edebiyat burda niye olmuyo?”, K24 (Tırnaklar özgün yazıya ait.) [erişim tarihi 23.2.2021]

[2] Devrim Dirlikyapan, “’Şiiri Şiirle Ölçmek’ ne demek?”, K24

[3] Defter, no. 2, Aralık 1987. Bu arada, Beckett’i anlatırken biraz kendini de anlattığıdır. Aslında Beckett’e çevirmeni olduğu Adorno yoluyla ulaşmıştır Koçak. Zincirleme odaklanmalar.

[4] Orhan Koçak, “Nurullah Ataç ve Etkilenme Endişesi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık, C.3, 4. baskı, 2007, s. 483.