"50 yıldır tekrara düşmeden, sıkmadan, samimiyetle çizilmiş, zalim olmayan insanlığa dair hikâyeler... Tam da bu samimiyet ve kimseye mesafe koymayan iyi niyetli kavrayış Peanuts’ı, Charles M. Schulz’u zamansız ve ebedi kılıyor. Bütün dünyanın tam da ihtiyacı olan şey bu değil mi?"
27 Ocak 2022 16:23
Ellimi devirmişken Peanuts sayesinde bir ilki gerçekleştirmem gerektiğini anladım. Kışı çok seven biri olarak geç kalmış bir ilk belki yaşamımda, ama çok büyük bir özrüm… yok, cesaretsizliğim… yok yok, kendime güvensizliğim var da ondan. Ayaklarımın altında benden bağımsız hareket eden bir şeyler olması bende müthiş bir endişeye, paniğe yol açıyor! Ama… Good ol’ Charlie Brown! Senin hatırına… hep başarısız, başarısız, başarısız olsan da hiç vazgeçmediğin için yapacağım; evet, buzda kayacağım. Yılın ilk karı gibisi yok! Ve bu kış siz bu satırları okurken, kim bilir, ben buz pistinde düşüp kalkıyor olacağım. Sonra eve gelip o güzel kitaplardan birinden rastgele bir sayfa açıp –muhtemelen Hayat Dediğin Nedir, Charlie Brown?’dan –karşıma çıkan ilk bandı okuyarak içimi ısıtacağım…
13 Şubat 2000 Pazar sabahı, gazete okurları, elli yıl boyunca Charlie Brown, Snoopy ve Peanuts’ın geri kalan kahramanlarının son maceralarını okumak için gazetelerinin sayfalarını açtılar. Çünkü hayatını bir zamanlar ‘reddedilenlerden biri’ olarak tanımlayan Peanuts’ın yaratıcısı Charles Monroe Schulz, önceki gece uykusunda kolon kanserinden kaynaklanan komplikasyonlara yenik düşerek huzur içinde ölmüştü.
26 Kasım 1922, Minneapolis doğumlu Charles M. Schulz’un babası Alman, annesi Norveç kökenli. Sessiz, içe dönük, çelimsiz bir çocuk ve zamanının çoğunu gazetelerdeki Mickey Mouse, Temel Reis, Skippygibi çizgi bantları okuyarak geçiriyor, bir çizer olmanın hayalini kuruyor. Bunu bilen amcası ona bir çizgi banttaki karakterden yola çıkarak Sparky (ışıltılı, parlayan) diye sesleniyor ve Charles M. Schulz bu ismi bütün yaşamı boyunca sahipleniyor, hakkıyla taşıyor.
1937 yılında, küçük yerel bir gazetede evcil köpek Spike karakteri yayınlandığında 15 yaşında bir genç. Lise yılları elinden hiç düşürmediği defteriyle tarzını geliştirmeye çalışarak geçiyor. 1943-45 arası orduda geçiyor, bu süreçte annesini kaybediyor, bu onu çok etkiliyor ve avuntuyu yine çizerek buluyor. Zamanla kuru, entelektüel ve kendini gizleyen mizahı, 20. yüzyılın ortalarında çizgi romanların gelişen kültürel standartlarına uyum sağlıyor. İlk düzenli çizgi bandı Li’l Folks bu zamanlara denk geliyor. Üç yıl boyunca haftalık olarak yayınlanan bantla, ileride tüm dünyanın tanıyacağı, yaşlarının çok ötesinde bir bilgelikle diyalog ve eylem halinde olan koca kafalı çocuklar yaşamlarımıza sızmaya başlıyor.
Li’l Folks, Peanuts’a dönüşüyor ve ilk Peanuts bandı 2 Ekim 1950’de, Amerika’da yedi gazetede yayınlanıyor. Ne o zamanlar 27 yaşında olan Schulz ne de yayıncılar basit görünen dört panelli bandın uzun ömürlülüğünü ve küresel etkisini öngörebiliyor. Ancak Peanuts’ın cazibesi hızla yayılıyor…
Charlie Brown’ın kim olduğuna dair hiçbir fikri yok. Kim olduğunun önemi de yok, özel biri değil sonuçta. Günü atlatmaya çalışan biri sadece. Gerçek bir arkadaş, kibar, yardımsever, sabırlı. Öte yandan Charlie Brown’ın etrafında gelişen olayları her gün okuyan milyonlarca okur onda kendinden bir şeyler buluyor: “En az benim kadar sıradan, en az benim kadar sıkıcı, … benim kadar kabullenilmemiş, … benim kadar başarısız, … benim kadar utangaç, …” Haliyle herkes favori karakteri olsa da olmasa da ona âşık. Ancak Charlie Brown’ın en tipik özelliği, elbette ne kadar başarısız olursa olsun asla vazgeçmemesi! Ne kadar kötü bir atıcı olursa olsun beysboldan vazgeçmemesi, her seferinde ipini bir yerlere dolandırmayı becerse de uçurtma uçurtmaktan vazgeçmemesi, küçük kırmızı saçlı kızı sevmekten vazgeçmemesi…
Hepimizin içinde bir Charlie Brown var ve olunabilecek her şeyde başarısız olan ama denemekten hiç vazgeçmeyen Charlie Brown büyük ölçüde benim diyor Sparky. Evet, Charlie Brown onun ‘acınası’ çocukluk anılarının canlanmasından başka bir durum değil. Diğer karakterler, bantta gelişen çoğu olay da bütün içtenliğiyle kendi süzgecinden geçirdiği yaşamından izler taşıyor.
Linus’ın bir felsefesi, daima soracak büyük soruları, söyleyecek büyük sözleri var. Battaniyesi olmadan kendini çıplak, çaresiz hisseden, halen parmağını emen bu küçük adam, battaniyesi yanındaysa yumuşak kalpli, büyük bir filozofa dönüşüyor. Charlie Brown’ın en yakın arkadaşı, Lucy’nin küçük erkek kardeşi, Sally’nin tatlı babboo’su…
Charlie Brown ve Linus, Sparky’nin kişiliğinin en tatlı yanlarının göstergesi, ya Lucy? Acımasız, ürkütücü, her şeyi en iyi bilen, kaba, hatta zorba. İyi kalpli Linus’ın cadı ablası Lucy, tüm bu özellikleriyle serinin en komik karakterlerinden biri aynı zamanda. Mahallede açtığı seyyar psikolojik danışma masasının en büyük müşterisi Charlie Brown. Yine bu seanslardan birinde, Lucy uzman kişi olarak Charlie Brown’ın derinlerine indiğinde onu bir başarısızlık döngüsü olarak tanımlıyor. Charlie Brown yıkılıyor, Lucy doğru olduğuna inandığı tespitiyle böbürleniyor. Tipik Charlie Brown, tipik Lucy! “Sarkastik yanım Lucy, utangaç yanım Charlie Brown, hayalperest yanım Snoopy. Hepsinde benden bir parça var” diyor Sparky.
Gelelim hayalperest Snoopy’ye… Sadık, eğlenceli, yaratıcı, iyi huylu ve gerçekten mutlu beagle’a. Onun döne döne yaptığı mutluluk dansı kimsenin bu kadar mutlu olamayacağına inanan Lucy’yi deli ediyor. Snoopy ise onun kendisini kıskandığını düşünüyor ve neredeyse Lucy’nin sinir olmasından da mutlu oluyor. Snoopy’yi üzebilen tek şey yemeğinin olmaması. Kök birası ve pizza favorisi; ve neyse ki Charlie Brown sevgili köpeğini hiç ihmal etmiyor.
Snoopy’nin kendi dünyası var. Her ne olmak, ne yapmak istiyorsa onu yapıyor. Tam bir hayalperest! Bu yönüyle herkesin olmak istediği kişiyi temsil ediyor bir anlamda. Onu bazen kulübesinin çatısında, daktilosunun başında yazarken, bazen bir savaş uçağı yerine geçmiş kulübesinde Kızıl Baron’la savaşırken, bazen siyah gözlüklerini takıp Joe Cool karakterine bürünmüşken görüyoruz. En iyi arkadaşı, küçük, sarı kuş Woodstuck da çoğu zaman bu maceralarında onun yanında.
Eh, buraya kadar bilmediğimiz bir şey yok. Sanırım bundan sonrasında da yok, eğer benim gibi iflah olmaz bir Peanuts tutkunuysanız. İşte tam da bu yüzden yazıyorum ve muhtemelen siz de okuyorsunuz. 1950’den bugüne tazeliğini koruyan ve büyük olasılık korumaya da devam edecek bu sıcacık ve koskocaman dünyanın yaratıcısı hakkında ne yazılsa az, ne okunsa az, ne izlense az diye düşünüyorum. Ama yok, izlenme kısmı biraz sıkıntılı bana göre. 2021 yapımı Michael Bonfiglio’nun yönettiği ve Marcella Steingart ile birlikte yazdığı Who are You Charlie Brown? adlı belgesel filmi izlemenizi öneririm. Öte yandan geçtiğimiz Christmas için yapılan Snoopy Presents: For Auld Lang Syne adlı kısa animasyonun Charles M. Schulz’un bakış açısını yansıtmadığını, hatta epey zorladığını düşünüyorum. Lucy sevimli değil, olmak zorunda da değil. Hayatta böyle insanlar var ve onları da sevenler var haliyle, bunu olduğu gibi kabul etmek gerek. Bu efsane illa ki yeni üretimler de katılarak devam edecekse, 2015 yapımı The Peanuts Movie gibi olabilir ya da geçen yıl başlayan TV serisi The Snoopy Show gibi; ki her ikisinin de yapımcısı Charles M. Schulz’un oğlu Craig Schulz. Haliyle yeni animasyon teknikleriyle yapılmış, müzikleriyle, kurgusuyla daha dinamik işler olsa da, içeriğe, ruha sadık kalınmış. Sonuçta, bu kadar dünyaya mal olmuş, sevilmiş bazı şeyler de olduğu gibi kalmalı, her şeyin dönüşmesi gerekmiyor diye düşünüyor ve devam ediyorum…
İlk Peanuts animasyonu 9 Aralık 1965’te, CBS’te gösteriliyor; A Charlie Brown Christmas. Yapımcı Lee Mendelson, animatör/yönetmen Bill Melendez, müzik Vince Guaraldi. Bill Melendez filmde Snoopy’nin çıkardığı sevimli, şapşal sesleri de seslendirmiş ve son yapılan filmlerde de hâlâ bu arşiv sesleri kullanılıyor. Vince Guaraldi’nin Christmas Time is Here, Linus and Lucy gibi besteleri de artık birer klasik. Konuya dönersek, bu ilk TV filmi çok tutunca onu It’s the Great Pumpkin, Charlie Brown (1966) izliyor ve ardından özel günlerde özel yapımlar devam ediyor. 1969’da ise ilk uzun metraj animasyon izleyiciyle buluşuyor; A Boy Named Charlie Brown. Yine aynı yapım-yönetim ekibiyle yol alınıyor filmde. Animasyonlar ile Peanuts’ın popülerliğinin sınırları genişliyor, yavaş yavaş dünya da bu küçük insanları yaşamlarına katıyor.
Öte yandan Peanuts çetesi Amerika’da tam anlamıyla bir fenomen oluyor; Time ve Life onları kapak yapıyor, ilk TV filmi Emmy Ödülü kazanıyor, NASA astronotları Apollo 10 komut modülüne Charlie Brown ve ay modülüne Snoopy adını veriyor.
Sparky’nin başarısızlıkla uzaktan yakından ilgisi olmadığı açık artık. Başarısının ardında tıpkı Charlie Brown gibi asla vazgeçmemesi yatıyor her şeyden önce, ama tabii salt bu değil. Ne yapmak istediğini bilen, sıkı gözlemci, kararlı ve duyarlı biri Sparky. Dolayısıyla yeni karakterleri rahatlıkla ve cesaretle katıyor Peanut’ların arasına. 22 Ağustos 1966’da Peppermint Patty katılıyor. Babasıyla yaşayan, özgür ruhlu, kuralları pek takmayan, sandaletleri, şortu ve biraz maskülen tavrıyla yepyeni bir ruh Peppermint Patty. Dersleri berbat, ancak çok iyi bir sporcu. Özgüvenli, güçlü, lider karakterli. Peanuts’ın tüm kızları gibi.
Çok geçmeden, 31 Temmuz 1968’de Franklin Armstrong da katılıyor aralarına. Bandın ilk –ve tek–siyahi karakteri. Amerika’da siyahların eşitlik için mücadelesinin yükseldiği, öte yandan hâlâ aşağılandıkları, yok sayıldıkları dönem. Martin Luther King’in öldürüldüğü yıl ve Sparky bandında bir siyahı normal bir şeymiş gibi beyazlarla yan yana, aynı şeyleri yaparken gösteriyor! İşin aslı, eşitlik hareketini destekleyenler Charles M. Schulz’dan istiyorlar bunu. O da bir yaz günü Franklin’i kumsalda Charlie Brown’la kumdan kale yaparken çiziyor. Çünkü kendisi de herkesin eşit olduğu bir dünyaya inanıyor ve böyle bir dünyada siyahla beyazın yan yana durması gerekiyor zaten. Gazete yayınlamak istemiyor, o da yayınlamayın o halde diyor, ama yayınlıyorlar. O zaman diğerleriyle okulda gösterme diyorlar, ama Sparky, Franklin’i okulda da çiziyor, yine yayınlıyorlar. Böylece Franklin günün koşullarına hiç uymayan bir doğallıkla beyazların arasında yerini alıyor. Pigpen’i garip bulanlar artık bir hippi ve bir siyahı da kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Üzerinden yıllar geçtikçe, Sparky yaşlandıkça, karakterleri çocuk görünümünde olsa da diyalogları olgunlaşıyor. Komik olmasına hâlâ komikler ama meseleleri derinlikli. İyisi kötüsü, acısı tatlısı, mutluluğu depresyonu, komedisi dramasıyla hemhal olmuş bir insanlık hali sergiledikleri. 50 yıldır tekrara düşmeden, sıkmadan, samimiyetle çizilmiş, zalim olmayan insanlığa dair hikâyeler. Tam da bu samimiyet ve kimseye mesafe koymayan iyi niyetli kavrayış Peanuts’ı, Charles M. Schulz’u zamansız ve ebedi kılıyor. Bütün dünyanın tam da ihtiyacı olan şey bu değil mi?
O halde ben yine kitaplara döneyim; hayat dediğin bitmez, dönüp dönüp bakmak gerek. Arkadaşlık hiç bitmez. Aşk? Aşk Dediğin Nedir, Charlie Brown? Ah, bu da Charlie Brown’a sorulacak soru mu şimdi! Ama hakkını yemeyelim, Charlie Brown için umut varsa –ki var– hepimiz için vardır, öyle değil mi?
•