Zamanın Kelimeleri: Yeni Türkiye'nin zihniyet haritası, suyundaki zehir

Tanıl Bora'nın kaleme aldığı Zamanın Kelimeleri, Yeni Türkiye'nin dilinin politik ufkumuzu ve genelde dünyayı idrak etme biçimimizi daraltarak dönüştürdüğü hususunda okurunu dikkatli olmaya davet ediyor

21 Haziran 2018 14:05

Kelimeler zamanın işaretlerini taşır, akışına tanıklık ederler. Kişisel hayatımızdan biliriz bunu evvela. Çocukluğun kendine mahsus bir kelime hazinesi vardır mesela; giderek kullanımdan düşen, ama büyüklerce bir vakanüvis hassasiyeti içinde anlam kaymaları ve gülümseten telaffuz hatalarıyla beraber kayıt altına alınan, geçmiş zamanları hatırla(t)mak üzere tekrar edilen. Hayatımız boyunca pek çok kelimemizin, değişen imla ve tonlamalarıyla beraber yeni anlamlar yüklendiğine tanıklık ederiz; bazılarınınsa bir zamana, olaya, duyguya sabitlendiğine, her tekrarında hafızamızda onları uyandırdığına… Pek tabii kullandığımız sözcükler sadece bize ait değildir. Toplumsal ve tarihsel birikimi dinamik bir biçimde değişerek aktarırlar. Sürekliliği, dip akıntıları taşıyanlar olduğu gibi, her kuşağın kendine has ya da en azından yeni anlamlar yüklenerek öne çıkan kelimeleri, söyleyişleri vardır. Bu aşikâr özelliklerinden ötürü dil ve kavramlar üzerine düşünmek toplumsal ve tarihsel analizin aslî faaliyetlerinden biridir.

Dilin bir tarihi olduğu, zamana ve toplumsal gruplara göre değişen anlamlar taşıdığı, iktidarı tahkim etme aracı olarak işlevleri gibi hususlar modern sosyal bilimlerin icadından önce fark edilmiştir pek tabii. 1950’lerden beri ise dilin toplumsal ve tarihsel anlamlarını kavramaya yönelik sistematik bir akademik dikkatin varlığını, evvela dilbilim, giderek sosyoloji ve toplumsal tarih alanındaki çalışmalarda görebilmek mümkündür.[1] Dilin olağanüstü kapsamlı etki sahasına yönelik yaygın akademik ilginin ve müstakil metodolojilerin gelişiminin tarihi için, 1950’lerin sonlarında Batı Almanya’da kavram tarihçiliği (Begriffsgeschichte) okulunun ortaya çıkışı kritik bir merhaledir. Sözcüklerin, münhasıran siyasî kavramların (ve temsil ettikleri değerler dünyasının) tarihsel semantiği üzerinden toplumsal tarihi ve zihniyet dönüşümünü anlamaya hasredilmiş olan bu yaklaşımla yazılmış, Türkçe tercümeleri mevcut iki klasik eseri not edebiliriz: Reinhart Koselleck’in Kavramlar Tarihi: Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar’ı[2] ve Anglosakson dünyada Begriffgeschichte’nin muadili olarak işaret edilebilecek başlıca eser olan Raymond Williams’ın Anahtar Sözcükler’i.

Tanıl Bora’nın Zamanın Kelimeleri kitabı, Begriffsgeschichte’nin ana gövdesini oluşturduğu soyağacına yerleştirilebilir. Pek tabii, bu bağlantıyı kurarken, Tanıl Bora’nın kitabında “kavramlar tarihi” yapmak iddiasında olmadığını açıkça belirttiğini, akademik bir üsluba, sistematik bir metodolojiye sadık kalmak vaadinde bulunmadığını hatırda tutmak gerek. Zaten, Türkiye’nin yakın dönem siyasî terminolojisinin tarihsel semantiği üzerine düşündüğü aşikâr olmakla beraber, Zamanın Kelimeleri’ndeki denemelerin form itibariyle bu geleneğin “tipik” birer örneği olduğunu iddia etmek niyetinde değilim.[3] Öte yandan, Zamanın Kelimeleri’nin önsözünde kitabın iki ilham kaynağından biri olarak işaret edilen ve Türkçeye Tanıl Bora tarafından tercüme edilmiş olan Victor Klemperer’in kitabının da (LTI: Nasyonal Sosyalizmin Dili) akademik yazınla son derece gevşek bir bağı olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. V. Klemperer’in ilk defa 1947’de yayımlanan ve Üçüncü Reich’ın dilini tespit ve deşifre eden denemelerinden oluşan bu kitabı, Begriffsgeschichte’nin öncü işaretlerindendir.

Zamanın Kelimeleri, Tanıl Bora, Birikim KitaplarıBegriffsgeschichte’nin Batı Almanya’da 1950’lerde ortaya çıkmasını mümkün kılan en temel etkenlerden biri, Nasyonal Sosyalizmin nasıl kuvvet bulduğunu, siyasî çerçevenin ve toplumsal hayatın Nazi döneminde geçirdiği dönüşümü anlama ihtiyacıdır. Kavramların tarihsel seyrini takip etmeye yönelik çalışmalar toplumsal zihniyetin ve değerlerin yol haritalarının ortaya konulmasını amaçlar. Hem yakın (Nasyonal Sosyalist dönemi) hem de daha geniş bir geçmişi (topyekûn modernitenin geçmişini) ele alan bu diyakronik haritalar II. Dünya Savaşı sonrasında yükselen “Biz buraya nereden geldik” sorgulamalarının parçasıdır.[4] Savaştan iki yıl sonra yayımlanan LTI, kavramlar ve gündelik dil üzerinden böylesi bir muhasebeye (bu muhasebenin özellikle yakın tarih cüzüne) girişen ilk kitaptır. V. Klemperer’in denemelerine esas teşkil eden notları ve günlükleri ise daha da öncesine, 1933-1945 yıllarına aittir. Bir anlamda nasyonal sosyalizmin şimdiki zamanına dair kayıtlardır.

Dilbilimci V. Klemperer en temelde kişisel gözlemlerinden, notlarından, anılarından hareketle yazdığı denemelerine açık bir politik misyon atfeder. Kitap, Nasyonal sosyalizmin gündelik dile ve dil dolayımıyla toplumsal zihniyete nasıl yerleştiğini, bu durumun politik hâkimiyetini nasıl kuvvetlendirdiğini, sürekli kıldığını göstermeyi amaçlamaktadır. 1945 sonrasındaki Nazizmden arınma arayışlarının, sadece Nazilerin, Nazi eylemlerinin ortadan kalkmasıyla başarıya ulaşmasının mümkün olmadığını söyler Klemperer. “Kaybolup gitmesi gereken (…) aynı zamanda Nazi zihniyetidir, düşünme alışkanlıklarıdır ve onun beslendiği zemindir: Nazi dilidir”.[5] O dili konuşanlar (başta muhalifler olmak üzere) hâlâ Nazi zihniyetinin içinde durmaktadırlar. LTI, Nazi dilinden kurtulmak için bir sözlük, bir kılavuz olmak üzere yazılmıştır.

Klemperer Nazi dilinden arınmanın basit bir iş olduğunu düşünmez. Aksine, “[z]ehir her yerde” diye yazar, “LTI’nin içme suyuna katılmış, kimse sakınamaz”…[6] Kitapta zikredilen çoğu kelime, tam da bu iddia nedeniyle olsa gerek, doğrudan siyaset vokabülerine ait değildir. LTI, tüm sıradan görünüşlerine rağmen, Nazi zihniyetinin zehrini taşıyan kelimeleri ve dilsel kullanımları deşifre eder. Mesela tırnak işaretlerinin (“ironik tırnak” der Klemperer) ve kısaltmaların aşırı kullanımında totaliter rejimin teknikleştirme, yeniden adlandırma ve sınıflandırma eğilimlerini tespit eder. Ya da “tarihsel”, “emsalsiz”, “ebedî” gibi zımnî politik niteliği haiz, fakat dikkat çekmeyecek kadar göz önünde olan kelimelerin Naziliğini, işlevlendirildikleri çerçeveden ve pervasız sık kullanımlarından tanır.

İçme suyundaki zehir: Sıradan kelimeler

Tıpkı LTI gibi, Zamanın Kelimeleri de siyasî lügatte kuvvetli yan anlamlar kazanmış, gündelik dilde dolaşımı artmış söyleyişleri, kelime ve kavramları zihniyet dünyamızı yeniden şekillendiren esaslı unsurlar olarak görüyor. Bu çerçevede, Yeni Türkiye’nin dilinin politik ufkumuzu ve genelde dünyayı idrak etme biçimimizi daraltarak dönüştürdüğü hususunda okurunu dikkatli olmaya davet ediyor. Sıkıntı yok gibi beş farklı anlamı tekelinde toplayarak Türkçeyi Newspeak usulünde kısırlaştıran; bizim kültürümüzde yok nev’inden partikülarist düşünceyi kışkırtan; hiç farkı yoktur türü, indirgemeci kolaycılığıyla kavrayışımızı özcü kalıplara sıkıştıran sıradan kelimelere, söyleyişlere dikkat çekiyor. Sen kimsin, kimse kusura bakmasın, kurunun yanında yaş, herkesi kucaklamak, sadakat, manidar, güruh, samimiyet, en doğal hakkım, iltisak gibi pek çok sözcük ve tabirde “içme suyuna katılmış zehir” nitelikleri teşhis ediyor. Bu listedeki son üç örneği (“zamanımızın” üç farklı nitelikteki sıradan kelimesini) kitaptaki analizlerin kapsamını göstermek için aşağıda detaylandırmaya çalışacağım.

“Samimiyet” seçtiğim üç kelime içerisinde gayri-siyasî niteliği en çok öne çıkanı. Öte yandan bu kelimeyi başlıkta okur okumaz, Yeni Türkiye’nin siyasî dilindeki müstakil yerini hatırlıyoruz. Göz önünde durdukları için nazarımızdan kaçanları, “gayet tabii” addederek hesaba katmadıklarımızı görünür kılmak, onların üzerine düşünmek bu kitaptaki denemelerin en kıymetli hasletlerinden biri kanımca. Yeni Türkiye’de kulaklara yerleşmiş telaffuzuyla “samiğmiyet”in iktidarın diline ne derece yapışmış bulunduğunu evvela örnekleriyle gösteriyor Tanıl Bora.[7] Örnekler –özellikle R. Tayyip Erdoğan’ın hasımlarına karşı sıklıkla müracaat ettiği “samimi değiller” vurgulu çıkışları– kelimenin Yeni Türkiye lisanındaki politik işlevini de açığa çıkarıyor. İktidarın ahlakçı otoriteryanizmini tahkim etmeye, doğallaştırmaya yarayan samiğmiyetin, yüksek dozda narsisizmle de yüklü olduğunu açığa çıkarıyor. Bu yükün, en bariz biçimde iktidardakiler kendi samimiyetlerini tartışmasız bir olgu ve kendilerini herkesin samimiyetini tescil mercii olarak dayattıklarında zuhur ettiğini görüyoruz. Tanıl Bora kelimenin anlamındaki bir diğer sapmanın da kafasına eseni söylemek/yapmak yönünde olduğuna işaret ediyor. Sonuç olarak, diğerini dinleyecek açıklıktan, müzakere fikrinden ve şeffaflıktan arındırılmış olan bu samiğmiyetin “gayri samimi” olduğunu teşhis ediyor. Hem siyasî hem gündelik dilde, kelimenin mevcut hâliyle barış içinde yaşama imkânlarımızı daraltan bir nitelik kazandığını gösteriyor.

“En doğal hakkım” ile samimiyet arasında politik işlevleri bakımından bir akrabalıktan bahsedilebilir. Her iki sözcük de keyfi davranabilmenin iktidarın dilinde (ve oradan yayılarak gündelik kullanımda) bir marifet ve hak olarak gerekçelendirilmesine, mubah kılınmasına yarıyor. Öte yandan, “samimiyet”e kıyasla kuvvetli bir hukukî/politik tınısı mevcut tabii bu ifadenin. Tanıl Bora “en doğal hakkım”ın izini sürerken, Yeni Türkiye dilinde hak nosyonunun siyasetteki ve piyasadaki kullanımlarından örnekler veriyor. Reklamcıların giderek daha sık müracaat ettiği, tüketiciyi pohpohlamaya, şımartmaya yönelik “benim en doğal hakkım” sloganlı kampanyaları hatırlatıyor; iktidarın dilinde bu söyleyişin nasıl “yapabiliyorsam hakkımdır” zorbalığının şımarıkça bir ifadesi olduğunu gösteriyor. Ardından düşmanlaştırılan hakların takibine girişerek narsistik “en doğal hakkım” iddialarının yükselişi ile insan hakları duyarlılığının zayıflaması (“kahrolsun insan hakları”) arasındaki korelasyonu açığa çıkarıyor. Muktedirin güce dayanan otoriter söz ve uygulamaları “hak” olarak çerçevelenip meşrulaştırılırken, “hak” nosyonu deforme oluyor. Bu da nihai olarak devletin keyfi uygulamaları karşısında sığınılacak mevziileri (“hakiki” haklarımızı) tahrip ediyor.

Üçüncü ve son örneğimiz “iltisak” ise daha az sıradan bir kelime. Büsbütün Yeni Türkiye devrinde icat edilmiş değil, ama yakın zamanda siyasî-hukukî dile transfer olmuşlardan. Sözlüklerdeki anlamlarının ve önceki devirlerdeki kullanımlarının dinî ve tıbbî alanlarla kısıtlı olduğu not edilmiş kitapta. Bu kökenler bile başlı başına değişen siyasî dilin formasyonuna dair ipucu niteliğinde aslında... Tanıl Bora kısa denemesinde kelimenin örgüte üye olmadan bağlı olmak, örgütle yakın ilişkisi olmak gibi anlamlarla, Yeni Türkiye’nin “terör” davalarında kapsamın geniş tutulması amacına hizmet ettiğini ve giderek yaygınlaştığını teşhis ediyor. Siyasî dilde yeni kelimelerin icadına, dilin başka alanlarından transfere duyulan ihtiyaç, kurulu çerçevenin değişmekte olduğunun en temel alametlerinden biri olsa gerek. İltisak gibi bazı kelimelerin “ezelden beri hepimizin malûmuymuşçasına” siyasî dile yerleşiverdiğinin, onun da ötesinde fazladan kudretli sözcüklere dönüştüğünün farkına varmak ise, iktidarın yeni otoriter pratiklerinin zihinlerimizde nasıl bir hızla tabiileşmekte olduğunu görebilmemiz açısından esaslı bir önemini haiz. Bu bağlamda, sadece yukarıdaki üç örnek kelimeye odaklanan yazıların değil, kitaptaki tüm denemelerin en temel entelektüel ve siyasi katkısının “biz buraya nereden geldik” sorgulamalarımızı derinleştirecek nitelikleri olduğunu söyleyebilirim.

Zamansal ve coğrafî çerçeve:
Yeni Türkiye’nin dili ne kadar yeni, ne kadar yerli?

Peki, “burası” neresi? Kitabın zamansal ve coğrafî odağında AKP iktidarında Türkiye var. Kitabın odağının bir siyasî iktidar dönemi sınırlarıyla şekillendirilmesinde, bu dönemin gündelik-siyasî dilini kayıt altına alma çabasında, tespit ve analiz usulünde, malûmumuz olan LTI ilhamını açıkça görmek mümkün. Öte yandan, Zamanın Kelimeleri’nin yoğunlaştığı dönemin dilini daima geniş bir zamansal ve coğrafî çerçeve içinde ele aldığını da not etmek gerekiyor. Kitabın alt-başlığına bakılarak buradaki denemelerin düşünce evreninin tarihsel olarak AKP dönemi, coğrafî olarak Türkiye ile sınırlı olduğu düşünülmesin. Daha ilk yazı bizatihi “Yeni Türkiye” lâkabının yeni olmadığı gibi, “yerli ve millî” bile sayılamayacağını gösteriyor. Takip eden denemeler de Yeni Türkiye’nin lügatçesini zaman zaman erken cumhuriyete, Osmanlı dönemine uzanan bir tarihsel arka plan içinde ve sıklıkla (başta İngilizce, Almanca, Fransızca olmak üzere) başka dillerdeki benzer kelime ve söyleyişleri gözeterek; yer yer kelimelerin/kavramların etimolojik kökenleri, geçmiş ve güncel anlam kaymalarını hesaba katarak değerlendiriyor. Bunu yaparken, Yeni Türkiye’nin politik dilinin sunduğu tarihsellik illüzyonlarını (iltisak örneğindeki gibi) itinayla ayıklıyor, belirli bir anlama doğru çekilen (samimiyet’teki gibi), hapsedilmeye çalışılan (alternatif bir toplumsallık fikrini taşıyan paralel gibi) kelimelerin sahip oldukları geniş ufukları da hatırlatıyorlar.

Kitaptaki denemelerin diyakronik yaklaşımları uzun dönemli tarihsel sosyolojik sorgulamaların kapısını da aralıyor. 1990’larda dile yerleşmiş olan, hâlen oldukça yaygın bir biçimde kullanılan “ölü ele geçirme”nin “meyyiten derdest” kılığında erken cumhuriyet döneminde, hatta 18'inci yüzyıldan itibaren Osmanlı bürokrasisinde kullanımda olduğunu tespit eden kısa deneme mesela; Osmanlı-Türkiye aksında modern devletin inşa sürecini, devlet aklının gelişimini takip etmek için ideal bir kavram tarihçiliği patikasına işaret ediyor. “Olağanüstü hâl”in “örfi idare” kılığındaki geçmişini hatırlatan deneme de yine aynı şekilde… Bu anlamda Zamanın Kelimeleri’nin, tıpkı Befgriffsgescichte gibi, “buraya nerden geldik” sorgulamasına modernitenin geniş geçmiş zamanını kapsayacak bir şekilde giriştiği söylenebilir.

Zamanın Kelimeleri bir etimoloji sözlüğü, siyaset terimlerinin tarihsel sosyolojisine dair şümullü bir ansiklopedi olmak iddiasında değil. Dolayısıyla yukarıda betimlemeye çalıştığım geniş sahayı, deneme ferahlığı, hızı ve usulüne uygun sıçramalarla tarıyor ve pek çok boşluk bırakıyor. Fakat bunlar kitabın eksikleri değil. Aksine, Tanıl Bora burada deneme usulünü bereketli bir biçimde kullanarak, tespitlerini, iddialarını ve varsayımlarını daha detaylı ve kapsamlı çalışmalara ilham verecek, yeni soruları kışkırtacak şekilde ortaya koyuyor. Türkiye’nin yakın ve uzun tarihinde peyzajı tahkim eden düşünce kalıplarının ve dip akıntılarının refakatçisi olan kelimeleri zihin açıcı analiz araçları, patikalar olarak işaret ediyor.

Denemelerin siyasî derdi-işlevi

Kitaptaki denemelerin çoğu ilk kez Birikim’in internet sayfasında yayınlanmış, izini sürdükleri kelimelerle hem “sıcak” gündeme müdâhil olan, hem de daha geniş zamanlı bir biçimde alternatif siyaset üretmenin imkânları üzerine öneriler getiren yazılar. Bu anlamda siyasî derdini, gayretini gizlemeyen, angaje denemelerden oluşan bu kitabın, politik hedef ve işlevlerini de ayrıca değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Öncelikle, kitap bizi içinde dolaştırdığı analiz sahasının senkronik ve diyakronik genişliği sayesinde, genelde Türkiye’yi ve özelde AKP dönemini partikülarist bir biçimde tarife meyleden, böylece onun biricikliğini söylemsel bir hakikat hâline getiren yaygın düşünme biçimi karşısında başlı başına bir panzehir niteliği taşıyor. Zamanın Kelimeleri’nin Yeni Türkiye’nin siyasî dilini içinde bulunduğu dünya ve üzerine inşa edildiği tarihsel arka planla beraber ele alan denemeleri, okuru hem AKP’nin “kendini miladîleştiren söylemine” hem de muhalif cenahta rağbet bulan, “neredeyse kapitalizmin bütün musibetini AKP’yle mukayyet sayan” yaklaşımlara karşı uyanık tutuyor.

Kitapta kaynakları açığa çıkartılan operasyon gibi askerî, iltisak gibi tıp kökenli kelimeler, güncel siyaset lügatinin hem formasyonunu deşifre ediyor, hem de dilin nasıl daha teknik bir hüviyet kazandığına dikkat çekiyor. Askerî ve tıbbî sözlüklere mahsus kelimelerin siyaset sahasında cirit atması yeni değil pek tabii. Türkiye’de en azından sol ve feminist çevrelerde bu kökenleriyle mimli kelimelere, yerleşik analojilere karşı kuvvetli bir eleştirel dikkat de mevcut. Zamanın Kelimeleri siyasete yeni transfer edilen kelimeleri özellikle takip ederek bu bahisteki bilgimizi güncelliyor, dikkatimizi tazeliyor.

Timothy Mitchell, Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi kitabında, Kahire’deki Dâru’l Ulûm hocalarından Hüseyin el-Marsafi’nin modern milliyetçiliğin sekiz anahtar kelimesi (ümmet, vatan, hükümet, adl, zulm, siyaset, hürriyet ve terbiye) üzerine yazdığı 1881 tarihli risalesinden bahseder. El-Marsafi’nin risalesi, bu kelimelerin kudretlerini başka sözcüklerle olan kuvvetli bağlarına, kesintisiz semantik yankılar yaratabilmelerine borçlu olduklarını göstermektedir. Tanıl Bora’nın Yeni Türkiye’nin siyasî dilinde teşhis ettiği pek çok kelime için de bu tespit geçerlidir sanıyorum. Evvela Yeni Türkiye dilindeki kelimeler, terimin dar anlamıyla siyasî alana hapsolmuş değiller. Hem dilin farklı kompartmanlarından devşirdiği kelimelerle, hem de gündelik konuşmada yaygınlaştırdığı yan anlamlarla bu lisan geniş bir araziyle ilişki içinde şekillenegeliyor, ilişkileriyle kuvvet kazanıyor. Şehitlik, fitne gibi el-Marsafi’nin seçkisindekilerle iyice benzer frekansta olanlar kadar, mağduriyet, samimiyet, sadakat, fıtrat, manidar, itibar gibi pek çok kelime gündelik dille siyasî lisan arasında salınırken, siyasetteki narsistik tonları, arogan ve otoriter yan anlamları gündelik hayatımıza taşıyor. Velhasıl, Zamanın Kelimeleri’nin üçüncü kayda değer işlevi de, deneme ferahlığında açtığı kapılarla okurunun bu iki düzey arasındaki geçişliliği dil üzerinden düşünmesine vesile olmasıdır sanıyorum.

Kitaptaki denemelerde siyaset lügatimizde –tabiri caizse Klempererci– bir arınma hedefi açıkça dile getiriliyor. Yeni Türkiye’nin sözcüklerinden sıyrılmayı hem bir gelecek temennisi, hem de güncel bir politik vazife olarak önümüze koyuyor Zamanın Kelimeleri... Bu amaçla iktidarın dilinde rağbet bulan kelimeler/söyleyişler yer yer muhalefetin dilinde de teşhis ve takip ediliyor kitapta. İktidarın “sen kimsin” çıkışlarına, “asıl sen kimsin” ile mukabele etmenin “büyüklenmeyi, hoyratlığı” büyüteceği uyarısı not ediliyor. “Kimse kusura bakmasın”ın muhalefet dilinde de yaygınlaşmasının, “özrün tamamen ihtimal dışı, tasavvur dışı olduğu bir toplumsal ahlakı” hâkim kılmakta olduğu tehlikesi haber veriliyor. Aynı şekilde iktidara cevap verirken “hiç farkı yoktur” dilini benimsemenin (özellikle ulusalcı muhitlerde IŞİD ile AKP’yi eşitlemek üzere kullanımında olduğu gibi) siyasî kavrayışı siyah-beyaz ikiliğine indirgeme eğilimini körüklediğine dikkat çekiliyor. Özetle, Zamanın Kelimeleri Yeni Türkiye’nin siyasî zihniyetinden “farklı” bir muhayyileye sahip olmayı diliyorsak, dilinden de sıyrılmamız gerektiği iddiasını ortaya koyuyor.

Son olarak, “şimdiki zaman” dilini kayıt altına alan bu denemelerin vakanüvisçe dikkatinin siyasî işlevine dikkat çekmek isterim. Siyasî deyimlerin ortaya çıkış hikâyelerini, anlamlarını takip eden Popüler Siyasî Deyimler Sözlüğü gibi sistematik bir çalışma değil Zamanın Kelimeleri. Kitabının bu ikinci temel ilham kaynağıyla arasındaki temel farkı hemen girişte belirtiyor zaten Tanıl Bora. Öte yandan, Zamanın Kelimeleri’nin içinde bulunduğu zamanda, hangi olayların, gelişmelerin hangi kavram, deyim ve kelimelerle karşılandığını not eden sözlükçü sistematiğinden yoksun, ancak kronikçi niteliği kuvvetli denemeler olarak başka bir kıymeti haiz. Türkiye’nin siyasî tarihine dair kavrayışımızı derinleştirebilmek için kelimelere, deyimlere dair kayıtlara ihtiyacımız var. Bu kelimeler evvela –tıpkı kişisel hayatımızdaki sözcükler gibi– zamanın röperleri oldukları için kronoloji kurmaya imkân veriyorlar. Asıl önemlisi, kullanımda oldukları zamanlardaki gelişmelerin, olayların betimlenişini, onlara verilen ilk anlamları büyük ölçüde tayin ettikleri için dikkate şayanlar. Zamanın Kelimeleri’nin “şimdi”yi kayıt altına alan vakanüvisçe notları, “biz buraya nereden geldik” sorgulamaları için kıymetli bir hafızayı taşıyor. Bu nedenle (kapağına nazireyle) kitaptaki çakıl taşlarının, nasıl kurtuluruz yollu, daha angaje arayışlar için de mihenk taşları değerinde olduklarına inanıyorum.

 

[1] Klasikleşmiş, kısa bir tarihsel arka plan değerlendirmesi için, bkz. Peter Burke, “Introduction”, P. Burke ve R. Porter (der.), The Social History of Language, Cambridge University Press, 1987, s. 1-20.
[2] Türkçede müstakil bir kitap olarak yayımlanmış olan, R. Koselleck’in İlerleme (çev. M. Özdemir, Dost Yayınları, 2007) başlıklı çalışmasını da buraya ekleyebiliriz.
[3] Kavram tarihçiliği metodolojisini (felsefe geleneği içerisindeki Hegelyen köklerinden itibaren) akademik bir disiplinle takip eden Türkçe bir çalışma için bkz. Doğan Özlem, Kavramlar ve Tarihleri (Notos, 2016). Kitap D. Özlem’in daha evvel yayımlanmış Kavramlar ve Tariheri I [İnkılap Kitabevi, 2003] başlıklı çalışmasının sadece kavram tarihçiliğiyle ilgili bölümlerinden oluşan yeni edisyonudur.
[4] Jan-Werner Müller, “On Conceptual History”, Darrin M. McMahon ve Samuel Moyn (der.), Rethinking Modern European Intellectual History, Oxford University Press, s. 77-78.
[5] V. Klemperer, LTI, İletişim Yayınları, 2013, s. 10.
[6] A.g.e., s. 111
[7] Tanıl Bora’nın kelimelerin telaffuzları ve anlamlarındaki değişim/farklılaşma arasındaki bağa işaret ettiği “başgan”, “oparasyon”, “kayyum” gibi başka örnekler de mevcut kitapta.