"Yeni bir hikâye arayan dünya ekonomisi içinde Rifkin’in öncüsü olduğu yol, en azından şimdilik diğer alternatiflerine kıyasla ayakları yere daha sağlam basan bir çizgi oluşturdu. Bu, temiz enerjiye dayalı yeni bir sanayi dönüşümü hayaliydi."
08 Aralık 2022 22:00
Son günlerde Türkiye’de çoğu insanın yeni tanıştığı, hızla tartışmaların odağına oturan bir isim Jeremy Rifkin. Medya sayesinde artık Rifkin’in bundan önce Almanya’da çok etkili bir konumda görev yaptığını ve Türkiye ekonomisine dair önerilerini daha sık duyacağımızı biliyoruz. Bununla birlikte Rifkin’in ekonomist ve yazar yönüyle görüşleri, bu görüşlerin Almanya ve Avrupa Birliği (AB) politikalarını nasıl etkilediği görece daha az konuşuluyor. Oysa (denir ya) yeni bir hikâye arayan dünya ekonomisi içinde Rifkin’in öncüsü olduğu yol, en azından şimdilik diğer alternatiflerine kıyasla ayakları yere daha sağlam basan bir çizgi oluşturdu. Bu, temiz enerjiye dayalı yeni bir sanayi dönüşümü hayaliydi. Rifkin’in Üçüncü Sanayi Devrimi kitabında savunduğu yaklaşımın, Almanya’nın ve dolayısıyla Avrupa Birliği’nin son dönem sanayi ve ekonomi politikalarında belirgin bir iz bıraktığını söyleyebiliriz.
İletişim ve yeşil enerji çağı
Rifkin kitabına karbona dayalı sanayi yapısının bütün dünyada ömrünü tüketmekte olduğu saptamasıyla başlıyor. Yazara göre çoktan köhnemiş sanayi tesisleri bir yandan çevre felaketine, bir yandan işsizliğe yol açıyor ve zaten tükenmekte olan kaynaklara bel bağlıyor. Bu saptama, Rifkin’i karbon-sonrası devre dair yeni bir paradigma aramaya yöneltmiş. Bundan otuz yıl önce başlayan bu arayışı, tarihteki büyük ekonomik devrimlerin iletişim ile yeni enerji sistemlerinin kesiştiği dönemlerde gerçekleştiğini fark etmesiyle yeni bir boyut kazanmış. Böylece Rifkin’in tezinin iki asal bileşeni ortaya çıkmış:
“1990’ların ortalarında yeni bir iletişim ve enerji birleşmesinin yaklaştığını ufukta göründüğünü fark ettim. İnternet teknolojisi ve yenilenebilir enerjiler, dünyayı değiştirecek bir Üçüncü Sanayi Devrimi’ne (ÜSD) güçlü ve yeni bir altyapı yaratmak üzere birleşmenin eşiğindeydi.” (s. 12)
ÜSD’nin bu iki unsurunun birbirine nasıl bağlandığı konusunda Rifkin ilginç bir benzetme yapıyor; birini sinir sistemine, diğerini dolaşım sistemine benzetiyor:
“İletişim teknolojisi ekonomik organizmayı denetleyen, koordine eden ve yöneten sinir sistemidir ve enerji de ekonominin canlı kalıp büyümesi için doğanın bahşettiklerini dönüştürerek besin sağlayan, örgütlü toplum içinde dolaşan kan gibidir.” (s. 56)
Rifkin’in başlangıç noktası iletişim ve enerji alanında olsa da ÜSD tasarımı bununla kalmıyor. Enerjinin demokratikleştiği, bunun ekonomik ve siyasi ilişkilerin hiyerarşik yapısını sarstığı yeni bir karbon-sonrası toplum hayal ediyor, hem de pek yakında:
“Önümüzdeki yüzyılın ilk yarısında, Birinci ve İkinci Sanayi Devrimleri’nin geleneksel ve merkezî ticari faaliyetlerinin yerini giderek Üçüncü Sanayi Devrimi’nin dağıtılmış ticari uygulamaları alacak.” (s. 16)
Rifkin’in bu ümitli yaklaşımı öncelikle Batı ekonomilerinin köklü bir dönüşümünü öngörüyor; neyse ki sözünü ettiği, sürdürülebilir kaynaklardan elde edilen temiz ve yeşil enerji çağına geçişin başlamış olduğunu örneklerle saptıyor. 1970’lerde kişisel bilgisayarların ortaya çıkışından 2010’da iki milyardan fazla insanın internet kullanıcısı olmasına doğru geçişin güneş ve rüzgâr enerjisine geçişe örnek teşkil ettiğini söylüyor:
“Şimdi güneş ve rüzgâr tesisleri her iki yılda bir sayılarını ikiye katlıyor ve önümüzdeki 20 yılda kişisel bilgisayarlar ve internetle aynı yolu takip edecek gibi görünüyorlar.” (s. 61)
Dikey hiyerarşilerin yerini yatay (yazar “yanal” diyor) ilişkilerin aldığı, sürdürülebilir bir dünyaya geçiş başlamış olsa da, dönüşümün vakit alacağını da not ediyor. Buna göre Birinci Sanayi Devrimi’nde kömüre dayalı buhar enerjisine geçiş nasıl yaklaşık 50 yıl aldıysa, benzer şekilde buhar ve demiryolundan petrol, elektrik ve karayoluna geçişin yaşandığı İkinci Sanayi Devrimi de benzer bir sürede olmuştur. “Bu tarihsel eğilimler bize de yenilenebilir bir enerji çağına geçişin benzer bir zaman diliminde mümkün olacağına ilişkin güven vermektedir.” (s. 59)
Üçüncü Sanayi Devrimi’nin beş ayağı
Jeremy Rifkin, Sanayi Devrimi’nin birbiriyle ilişkili beş ayağı olacağını ileri sürüyor. Bunları şöyle sayıyor:
“(1) Yenilenebilir enerjiye geçilmesi, (2) Her kıtadaki bina stoklarının kendi bulundukları yerlerde yenilenebilir enerji toplayabilecek mikro-enerji santrallerine dönüştürülmesi, (3) Kesintili enerjileri depolamak için her binada ve altyapı genelinde hidrojen ve diğer depolama teknolojilerinin tatbik edilmesi, (4) Her kıtadaki enerji şebekesini tıpkı internet gibi işleyerek enerji paylaşan bir şebeke ağına dönüştürmek için internet teknolojisinin kullanılması (milyonlarca bina küçük miktarlarda enerjiyi kendi bulundukları yerde üretirken, fazlasını şebekeye satabilir ve aynı kıtadaki komşularıyla elektriği paylaşabilirler) ve (5) Ulaşım araçlarının, akıllı, kıtasal, etkileşimli bir enerji şebekesi üzerinden elektrik alıp satabilen, elektrikli ve yakıt hücreli araçlarla değiştirilmesi.” (s. 58)
Bütün bunlar başta biraz ütopik gelebilir. Ancak AB’nin internet benzeri enerji paylaşımı platformu projesi SHAR-Q ya da Hollandalı bina enerjisi paylaşımı platformu Powepeers ya da Alman elektrikli araç enerji paylaşımı şirketi TAU özelinde bu teknolojilerin halihazırda kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Bu yeni işbirliği ve paylaşım ortamı, sanayi için olduğu kadar siyaset ve toplum için de çok farklı toplumcu perspektifler getirebilir. Örneğin “ÜSD Çağında Mülkiyeti Tekrar Düşünmek” başlığı altında şunları söylüyor Rifkin:
“Mülke dair fikirlerimiz, geleneksel sahiplik ve başkasını mahrum bırakma kavramlarına öyle karışmış ki, insanların yüzyıllar boyu faydalandığı daha eski bir mülk hakkı daha olduğunu hatırlayamıyoruz – bu, ortak görülen mülke erişim hakkıdır. (...)
Ama dağıtılmış ve işbirliğine dayalı bir ekonomide, küresel sosyal ağlara erişim hakkı, ulusal pazarlarda özel mülke tutunma hakkı kadar önemli hale gelmiştir.” (s. 278)
Benzer şekilde ÜSD çağında küresel siyasetin de öncekinden farklı olacağını düşünüyor Rifkin:
“Elit fosil yakıtlarından, dağıtılmış yenilenebilir enerjilere bu geçiş, uluslararası ilişkilerin bizzat temelini, çevre zihniyete göre yeniden şekillendirecek. Üçüncü Sanayi Devrimi’nin yenilenebilir enerjileri bolca olduğu, her yerde bulunabildiği ve kolayca paylaşıldığı ama yeryüzünün ekosistemlerinin birlikte korunup gözetilmesini gerektirdiği için erişim yüzünden düşmanlık ve savaş çıkma ihtimali az, küresel işbirliği ihtimali ise çoktur. Yeni çağda hayatta kalma, rekabetten çok işbirliğine yatkındır ve bağımsızlık arayışıyla ilgili değil, bütünün bir parçası olmakla ilgilidir.” (s. 248)
Üç yetmez, dört olsun
Rifkin’in Üçüncü Sanayi Devrimi iddiasını bir adım ileri taşımaya yönelik gibi görünen bir hamle, Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu ve başkanı Klaus Schwab’tan geldi. 2016’da, geleneksel olarak Davos’ta yapılan toplantının başlığını “Dördüncü Sanayi Devrimi” olarak belirledi ve aynı başlıkta bir kitap yazdı. Schwab kitabına “insanlığın dönüşümünü de içeren yeni teknolojik devrim”den bahsederek başlıyor ve şöyle söylüyor:
“Benim Dördüncü Sanayi Devrimi olarak gördüğüm şey, ölçeği, kapsamı ve karmaşıklığı bakımından insanlığın daha önce yaşadıklarının hiçbirine benzemiyor.” (s. 9)
Rifkin gibi Schwab da daha önceki sanayi devrimlerinin bir bilançosunu yaparak işe başlıyor. Şu farkla ki, Schwab’ın tasvir ettiği sanayi devrimlerinde enerji bir rol oynamıyor; bütün dönüşüm teknolojiye bağlı gerçekleşiyor. Buna göre Birinci Sanayi Devrimi demiryolları ve buhar makinesiyle, ikincisi elektrik kullanımı ve montaj hattıyla, üçüncüsü de bilgisayarlar ve internetle tanımlanıyor. Dördüncüsü de diğerleri gibi sadece teknolojik:
“(...) ben bugün dördüncü bir sanayi devriminin başlangıcında bulunduğumuzu düşünüyorum. Bu devrim bu yüzyılla birlikte başladı ve dijital devrim üzerinde yükseliyor. Onu çok daha yaygın ve mobil bir internet, ucuzlayan daha küçük ama daha güçlü sensörler ve yapay zekâ ile makine öğrenmesi karakterize ediyor.” (s. 16)
Schwab kitabında sözünü ettiği yeni teknolojileri ve bunların getireceği ekonomik, toplumsal ve siyasal değişimleri ayrıntılı bir şekilde ve verilere dayanarak anlatıyor.
Gelgelelim Rifkin ile Schwab’ın yaklaşımları arasındaki temel fark, Rifkin’in asıl vurgusu enerji üzerineyken Schwab’ın (teknolojinin insanlığın dönüşümünü içerdiğini söyleyecek kadar) tekno-determinist bir açıdan yaklaşması. İki yazarın farklılaştığı bir nokta da son yılların teknolojik gelişmelerinin ayrı bir devrim sayılacak kadar bilgisayar ve internet çağından ayrılıp ayrılmadığı konusu. Rifkin için Schwab’ın bahsettiği “benzersiz” değişim zaten son 40 yıldır devam eden dönüşümlere dayanıyor.
Schwab’ın kitabına cevap veren Rifkin bu cevapta bir yandan kendi tezini geliştiriyor, diğer yandan Schwab’ın teknolojinin altında yatan enerji dönüşümünü atlamasını eleştiriyor:
“Son 40 yılın dijital devrimi her yeni ağ bağlantısını sistem-boyu bir görüngüye çeviriyor, bu da çalışma, yaşama ve kendimizi idare etme biçimimizi değiştiriyor. Birinci ve İkinci Sanayi Devrimlerinde olduğu gibi, sistem, üç temel teknoloji (...) ortaya çıkıp birleşince ortaya çıkıyor. Bu teknolojiler ekonomik faaliyetlerimizi nasıl yönettiğimizi, onlara nasıl güç sağladığımızı ve onları nasıl hareket ettirdiğimizi temelden değiştiriyor: Ekonomik faaliyeti daha etkin şekilde yönetmek için yeni iletişim teknolojileri, ekonomik faaliyete daha etkin güç sağlamak için yeni enerji kaynakları ve ekonomik faaliyeti daha etkin şekilde hareket ettirmek için yeni taşıma biçimleri. Bu temel teknolojiler sistemin bir bütün halinde işlemesini sağlayacak şekilde birbiriyle etkileşime girer. Profesör Schwab tarihteki büyük ekonomi paradigması değişikliklerini yaratan teknoloji matriksinin sadece küçük bir kısmına göz atıyor. Örneğin 19. yüzyılda buhar gücüyle çalışan matbaa ve telgraf, kömür bolluğu ve ulusal demiryolu sistemlerindeki lokomotifler Birinci Sanayi Devrimi’ni doğurmuştu. 20. yüzyılda merkezileşmiş elektrik, telefon, radyo ve televizyon, ucuz petrol ve ulusal karayolu ağlarındaki içten yanmalı motorlu araçlar İkinci Sanayi Devrimi için altyapı sağlamıştı.”[1]
Schwab’ın yarattığı teknoloji heyecanı birkaç yıl boyunca Türkiye dahil birçok ülkenin Dördüncü Sanayi Devrimi’ne hazırlık için dönüşüm planları yapmasını sağladı. Ancak dönüşümü enerjiyi de kapsayacak şekilde bütünsel olarak ele alan Rifkin’in yaklaşımı somut politika girişimlerini ve yasal düzenlemeleri daha çok etkilemiş görünüyor. Aralık 2019’da AB’de karbon salımlarını azaltma hedefini somutlaştıran Yeşil Mutabakat’ın kabul edilmesi; Ocak 2023’te Almanya’da şirketlere çevresel sorumluluklar yükleyen yeni Tedarik Zinciri yasasının yürürlüğe girecek olması; Haziran 2022’de Avrupa Parlamentosu’nun 2035’ten itibaren fosil yakıtlı araçların üretilmesini yasaklayan düzenlemeyi onaylaması son derece önemli gelişmeler. Bütün bunlar, son yıllarda Rifkin’in yaklaşımının sadece teknolojik gelişmeye odaklanan yaklaşımın önüne geçtiğini gösteriyor. Onun da arzu ettiği gibi, yeni hikâye, en azından Almanya ve Avrupa’da yeşil enerji üzerinden yazılmaya çalışılıyor.
Jeremy Rifkin’in Türkiye siyasetine ve ekonomisine nasıl bir katkı sağlayacağını zaman gösterecek. En azından yazarın düşünce dünyası ve bunun uygulamadaki yansımaları hakkında bilinenler, Rifkin’den ekolojist toplumcu çizgide öneriler bekleyebileceğimizi gösteriyor.
•
[1] Jeremy Rifkin, “The 2016 World Economic Forum Misfires with its Fourth Industrial Revolution Theme”, industryweek.com.