Yarın, Nasıl Bir Gün Olacaksın?

Erdal Öz'ün 1956-1998 yılları arasında tuttuğu günlükler Yarın, Nasıl Bir Gün Olacaksın? adıyla yayımlandı. Ayşe Sarısayın'ın önsözüyle kitaptan tadımlık bölümleri yayınlıyoruz...

26 Mart 2016 02:00

ÖNSÖZ

Değerli dostum yazar, yayıncı Erdal Öz’ün ölümünden sonra onun Unutulmaz Bir Atlı/Erdal Öz adlı biyografisi üzerinde çalışırken, temel başvuru kaynaklarımdan biri günlükleri olmuştu. 13 Eylül 1956 tarihinde başlayan günlükler araya kesintiler girerek 30 Kasım 1998’e dek devam ediyor, kitap sevdalısı henüz yirmilerinde bir gencin altmışlı yaşlarına kadar odağında hep edebiyat ve özgür düşünce olan yaşamına dair önemli ipuçları veriyordu.

Şimdi, yazıldığı şekliyle yayına hazırlanan günlükler, Erdal Öz’ün yaşamındaki başlıca evrelere de ışık tutuyor.

İlki İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuduğu yıllar, a dergisi  çevresinde kurulan dostluklar, ardından Ankara Hukuk Fakültesi ve ani bir kararla üniversiteyi bırakıp askere gidişi, Erzurum Dumlu ve Ardahan’daki askerlik günleri. 1956-1959 yıllarını kapsayan bu evrede edebiyata gönül veren bir gencin okuma notları eşliğinde kendini ve hayatı anlama, anlamlandırma arayışları, bu arayışları yansıttığı ilk yazı denemeleri görülüyor.

Askerlik sonrası Ankara’ya yerleşip Sergi Kitabevi’ni açmasını izleyen 1971-1973 yılları, Türkiye’nin değişen siyasi ortamında görüşlerinin ve hayata bakışının netleşerek öykülerine, romanlarına yansıdığı dönem.

1994-1998 yıllarında tuttuğu günlükler ise artık her alanda yönünü ve yolunu belirlemiş yazar ve yayıncı Erdal Öz’ün yaşamından, edebiyata ilişkin değerlendirmelerinden kesitler içermekte.

Günlükler yayına hazırlanırken, farklı biçimlerde yazdığı tarih, gün ve saat bilgileri aynı standarda getirildi; belli bir yazım şekli uygulanmamış olan alıntılar, tırnak içinde, italik olarak verildi; bulunabilen soyadları, isimlerin yanına köşeli parantez içinde eklendi ve eser alıntılarının dışında, günümüz imlası esas alındı.

12 Mart Muhtırası’nın ardından 1971 ve 1972 yıllarında iki kez tutuklanan Erdal Öz’ün, tek başına kaldığı hücrede vakit geçirmek amacıyla yaptığı resimler, aradan otuz yıl geçtikten sonra cezaevi günlüklerinden hareketle yazdığı Defterimde Kuş Sesleri adlı anı kitabında yayınladığı için, bu çalışma kapsamına alınmadı.

Kesintili olarak yaklaşık kırk yılı kapsayan bu günlüklerde, yolu yayıncılığa evrilen bir yazarın yaşamının yanı sıra, Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanılanlardan da izler bulacağınızı umuyorum.

 

 

AYŞE SARISAYIN
28 Ocak 2016

 

***

 

Yarın, Nasıl Bir Gün Olacaksın? Günlükler 1956-1998, Erdal Öz, Can Yayınları

13 Eylül 1956

Bu deftere –her gün değil ama– elim değdikçe duygularımı, düşüncelerimi yazmaya çalışacağım. Duygular, düşünceler uçup gidiyor. Oysa ben, bu ayrıntılarla –küçük de, basit de olsalar– bu duygularla, bu düşüncelerle ben’im. Bu deftere kendim için yazacağım. Kendimi belirlemek için. Yoksa başkalarına örnek gösterilecek bir erdemin öznesi olmak için değil. Ne var ki bu deftere bütün özdenliğimi, içtenliğimi, bütün eğrilerimi, doğrularımı koyabilecek miyim? Bilmiyorum.

16 Eylül 1956

Bugün Hilmi Yavuz’la Baylan’a gittik. Ben girmek istemedim, o istedi. Girdik. Sonra masamıza Demir Özlü, Ferit Edgü, Fikret Hakan (Bumin Gaffar), Demirtaş Ceyhun, Oğuz Halûk, Orhan Duru, Asaf Çiyiltepe geldiler. Sezer (Tansuğ) adlı biri daha vardı. Sanat tarihi asistanıymış. Bir o ağırbaşlıydı. Ötekilerin o davranışlarını unutamayacağım. Bütün işleri birbirlerini işletmekti. En küçük sözü bile kaçırmıyorlardı, hemen işletmeye, alaya başlıyorlardı. Çok çirkin buldum bu davranışlarını, ürperdim, sustum. Sonra Hilmi, Demir, ben çıktık. Demir, aslında onların iyi çocuklar olduğunu söyledi. İki kişi olunca çok iyiymişler, inanamadım. Kişinin dışa vurduğu içtenliği nasılsa içindeki de öyledir, ya da öyle olmalıdır, diye düşünüyorum. Hepsi de kendini çok çok zeki sanan garip kişilerdi. Oysa Hilmi Yavuz, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Konur Ertop, onlar gibi değiller. Benim dostlarım bunlar. Onlarla mutluyum.

Ataç, ‘halbuki’ yerine ‘oysaki’ kullanıyor. Sevmiyorum ‘oysaki’yi. Sanki Japonca bir sözcük. Ben ‘oysa’ kullanıyorum.


18 Eylül 1956

Karanlık yazdığımı söylüyorlar. Ah, bunu hiç istemedim; karanlık yazmaya hiç özenmedim. Ben hep aydınlık olmaya çalıştım. Ama karanlık yazdığımı söylüyorlar.

Bugün Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, ben, Baylan’a gittik. Cemal Süreya ile buluşacaktık. Edip Cansever de oradaydı. Çok olgun, oturmuş bir kişi Cemal Süreya. Pazar Postası’nda çıkan yazıma hiç tepki göstermedi. Asaf Çiyiltepe ile Demirtaş Ceyhuno yazımdan dolayı bana kamış atmak istediler. Amaçları belli ki sadece kamış atmaktı. Sonra Asaf, “Sürreel bir sanatçının ekonomik tutumu olabilir mi?” diye bir soru attı ortaya. Sonra biz üç kişi çıkıp Çiçek Pasajı’na gittik. Pasajdan çıkınca Cemal Süreya ile Orhan Duru karşımıza çıktılar. Yürüyerek Galata Köprüsü’ne indik. Köprünün altında, denize karşı, kırmızı çaylar içtik.

Cemal ile Edip geçinemiyorlar. Bunu Cemal’in yüzüne söyledim.

“Bizi şiir hırslarımız bir araya getiriyor,” dedi, ki doğru.