Yad’ın bakışı sarsan etkisi

"Yad’daki şiirler bunca yıla yayıldığı için midir bilinmez ama kısık ateşte pişmiş, demini almış gibi görünüyor. Şiirler bakışımızı sarsıyor, kalbimizi yokluyor, nefesimizi sıkıştırıyor, tazeliyor, düşüncemizi harekete geçiriyor, bizi birçok dünyayla göze göze getiriyor."

18 Şubat 2021 17:10

Meltem Ahıska’nın Yad adlı yeni şiir kitabı Metis Yayınları’ndan çıktı. En son 2002 yılında aynı yayınevinde yayınlanan Havalandırma isimli ilk şiir kitabının üzerinden uzun yıllar geçmiş. Yad’daki şiirler bunca yıla yayıldığı için midir bilinmez ama kısık ateşte pişmiş, demini almış gibi görünüyor. Şiirler bakışımızı sarsıyor, kalbimizi yokluyor, nefesimizi sıkıştırıyor, tazeliyor, düşüncemizi harekete geçiriyor, bizi birçok dünyayla göze göze getiriyor. Şiddet dolu bir dünyada olduğumuz gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiyoruz. Onun için şiirlerinde, “Tanıdık şiddet”leri yadırgamaya yönelik bir tavır sergilediği ileri sürülebilir Ahıska’nın.

Kitaba isim olan sözcüğün “yabancı”, “başkası”, “hatır” ve “anma” gibi sözlük anlamlarını kitapta çağrıştırdığını ilk elden söyleyebiliriz. Emine Bora imzalı kapak fotoğrafı kitapta nelerle karşılaşacağımızın ipuçlarını veriyor. Fotoğrafta bir ağacın dallarının neredeyse her yanı sarması var. Arada kalan boşluklardan içeri sızmak ve süzülmek çok zor gibi duruyor. Ama dalların kırılganlığı ve bunun yarattığı boşluk sızmayı göze almamızda bize yardımcı olabilir. Kendine kıvrılan, yoklayan ve yaşama açılmaya çalışan bir ben’in karşılaştıkları da diyebiliriz.

Kovalanan anıların iğnesinden fışkıran zehir,
geceleri ağırlaştıran endişe, hareket edememe
olduğun yere mıhlanıp kalma, bütün bunlarla
tarandı saçlarım.

Ahıska başka yaşamları da şiirine taşıyor. Tam da kıvrılıp, katlanıp açılacakken kötülüğe maruz kalmış hayatlardan bahsediyorum. Kadınlara hayat hakkının tanınmadığı, çocukların öldüğü, “ağaçların” ve “hayvanların” kesildiği bir yer burası. O halde ben’in başkasıyla, hayvan, zaman ve dille olan ilişkileri de söz konusudur burada olan.

Önüm ölüm, arkam kıyım
süslenir çıkarım
enayi dalgalara bakmak için.

Kadınlara hayat var mı, ey dalga?

Zerrecikli pis bir sırıtış.
Yazıklar olsun!

 

Duvar olsaydım
kırılırdın, dağılırdın
parça parça, kumlu.

Duvar olsaydım
otlara ikram ederdim önce
dayanıklı umudumu.

Şiirler kendi yoğunluğunu, hacmini, derinliğini ve meselelerini farka ve farklılığa olan vurguyla pekiştiriyor. Bir direnç gösteriyor. Her direnç gösterilen yerde öfkenin, itirazın ve hatta isyanın sesini yükseltmesi kaçınılmazdır. Yavaş yavaş, usul usul imge ve çağrışımlarla örülen şiirler bir yerde kopuyor. Kopmanın gerçeklik duygusunun kavranmasında yarattığı olanakları bir düşünelim. Ama şiir açısından bu durum şiiri bir dizeye dayandırmak değil. Anlamı o dizeye yüklemek hiç değil. Şiirlerin kendi dokusu, ritmi ve akışı oraya doğru yöneldiğinden bir doğallık mevcut denebilir. Bu dize sayesinde olaylara, olgulara ve durumlara yerleşmiş bakış bir anda başka bir yöne çevriliyor. Bir huzursuzluk yaratıyor. Yazının ilerleyen kısımlarında bununla ilgili bir şiirden bahsedeceğim.

Ahıska şiirinin temel sorunsallarından birini hayvanların oluşturduğu söylenebilir. Özellikle kedi ve köpekler. Her ne kadar evcilleştirsek de, bu gibi hayvanlar ve yaban hayvanları kendine özgü bir dünyaları olduğunu sürekli açığa vururlar. İçimizdeki susturulmuş hayvan kendi olamayacak kadar korkmuş, sinmiş durumda. Hayvanlar bu susturulmuşluğu tetikleyebilir mi? Olabilir fakat geri dönüş artık mümkün değil. Tarihin değirmeninden çok sular aktı. Aramızdaki mesafe bu kadar açılmışken tekrar kapanması olabilecek bir ihtimal gibi de durmuyor: Doğayla, dünyayla ve hayvanla olan mesafenin dehşet verici olduğunu vurgulayabilir sanat. Bizi bu mesafe ile baş başa bırakabilir. Bu da ne kadar gerilim yüklü olur! Hayvan yaşamının sessizliğini ve açıklığını önemli bir gerçeklik diye sunar. Bu gerçeklik karşısında daha da sessizleşebilelim diye. Yeni bir bakış edinmede hayvanların dünyası bize kimi olanaklar sunabilir. Zira verili olanın dışına çıkmak ya da yapılandırılmış bir özne konumunu aşmak için başka oluş’ların dünyası bu konuda bir rol oynayabilir. Ahıska da hayvan hayatının yarattığı farkın insan yaşamında nasıl bir rol oynayabileceği üzerine yoğunlaşıyor. Ya da onların yaşamının insan hayatında bir değişim yaratamadığının altını çiziyor. Bunun nedeni de kendimizce daha büyük çıkarlara olan isteğimizin ağır basmasındandır.

… Fil de ağır, aheste adımlarla yürüyor bildiği ölüm mekânına. Kedi bütün asaletiyle geçiyor ebedi zamandan. Bir tek insan algılamıyor ebediyetle ölümsüzlüğün farkını. Bedeli aptallık. Ölümsüzlük uğruna kendi dahil, herkesi, her şeyi öldürebilir.

Mezbahadan geçerken çengele asılmış bir hayvan değil de ceset görürüz. Kanı neredeyse kurumuş, derisi yüzülmüş ve artık başı olmayan bir hayvan. Doğal olarak artık gözleri ve ifadesi olmayan bir hayvan vardır orada. O çığlığı susturulmuş bir hayvandır. Ama biz bu böyle değilmiş gibi hareket ederiz. Bilincimiz, bakışımız bu gerçeklik karşısında bütün bunlar olmamış gibi davranır. Ahıska buna itiraz ederek o bakışı kurtarmaya çalışıyor. Gerçeklik kendini o kadar açığa vuruyor ki, bunun sonucunda kanımızın çekilmemesi imkânsız gibi. Yukarıda bahsettiğim kopmaya aşağıda yer vereceğim şiirin iyi bir örnek oluşturduğu düşüncesindeyim.

Yıllarımı tartıyorum
Bak bir gün diyorum
polisten kaçmak için
alakasız bir adamın
koluna girmiştim.
Yürümüştük kalabalığın uzağına.
Korku içimi boşaltmıştı.
Kasabın önünde durduk,
uzun uzun etlere baktık.
Onlar et değil kesilmiş hayvan,
Korkularını tanımadın ki sen!
Tırnak aralarında birikir
Atlar üstüne gece yarısı
hayal korkuyu terk edince
vahşi bir hayvan gibi.
Yemek getir bana, karnım aç.

Zaman, felsefenin, edebiyatın, şiirin, sinemanın ve plastik sanatlar gibi birçok disiplinin ele aldığı bir mesele. Her disiplin kendi biçimi ve medyumlarıyla zamanı sorunsallaştırıyor. Zamana hangi açıdan yaklaşıldığı büyük bir önem taşıyor. Örneğin zamanı çizgisel olarak düşünürsek, bir başlangıcın ve bir sonunun olduğunu, ileriye doğru aktığını ifade etmek gerekiyor. O açıdan bir ereğinin olması gerekecektir. Ahıska zamanı ontolojik olarak düşünmeye davet ediyor bizleri. Onu her türlü aşkınsalıktan, mekânsallıktan ve çizgisel zaman anlayışından kurtarma girişiminde olduğu söylenebilir. O halde içkinliği ve ontolojik bir zaman anlayışını benimsediğini ifade edebiliriz. Bir şiirde “Dünyanın rahmi zaman” diyor. O zaman burada bir doğumdan bahsedemeyiz. Bir tamamlanmışlık, bütünlük, bitmişlik, başlangıç ve son da yoktur. Sürekli bir akış hali vardır. Onun dizelerini yardıma çağırarak söylersek, “Yeni oluşlara gebe, hep gebe zaman”. Şiir tam da aşağıdaki dizelerde hem sesini yükseltiyor hem de lezzetini sunuyor. 

Doğurtmayın şimdi zamanı
Zorla, sezaryenle, stratejiyle bir çocuk yıldız yaratmayın
ezeli düşmanımsın ya da sonsuz sevgilimsinler
bitirir umudun bilinmez karşılığını
dünyayı zamansız bir topa çevirir.

En çok da haziranın ıhlamur kokusundaki
muhtemel yaralanır bundan.

Zamanı gelince olamamaktan.

Öte yandan ‘dil’ de insan için önemli. Şeylerin uğuldadığı, fısıldadığı, çınladığı bir yüzeyde dilin önemi yadsınamaz. Ahıska “Dil dünyasız olur mu?” diye soruyor. Dil ve dünya ilişkisinin nasıl birbirine bağlı olduğunu irdeliyor. Dilin olumlu ve olumsuz anlamda insan bedeninde yaratacağı etkiler üzerine şiirini kuruyor.

Meltem Ahıska Yad’da şiirinin imkânlarını ve yörüngesini birçok meseleye yöneltiyor. Yad uzun yıllar bakışımızı sarsmaya devam edecektir.