Vitrindekiler – 27

K24'te haftanın vitrini: Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazı yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar...

12 Temmuz 2022 21:25

Mehmet Sakınç, Orhan Küçüker
Çekiç, Mercek ve Yelkovankuşları
Türkiye’nin Doğa Bilimleri Tarihinden İnsanlar, Mekânlar ve Anılar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
2022
464 s.

Çekiç, Mercek ve Yelkovankuşları'nda Sabuncuoğlu Şerefeddin’in meşhur tiryakından Darüşşifaların botanikçileri Saydalân ve Aşşâblar’a, Arslanhaneler’den Bursa korvetinin mühendisi Faik Bey’in pantanal kedisine, Çırağan Sarayı’nın Londra’da unutulan limonluğundan bankacı Pierre-JulienRene du Parquet’nin Eyüp’te Mısır akbabası avına, Mehmet Tahir Münif Paşa’nın doldurulmuş ayısından Namık Kemal’in baykuşlarına, Hamamizade İhsan Bey’in Hamsinamesi ’nden Sait Faik Abasıyanık’ın dülgerbalığına, Karl Eduard Hammerschmidt’in trilobitlerinden Walther Penck ve Hamit Nafiz Pamir’in Darülfünûn’da ilk jeoloji ve paleontoloji derslerine, Reichstag yangınından 1933 Üniversite Reformu’na, Süleymaniye Biyoloji ve Yüksek Ziraat enstitülerinden Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’ne Türkiye’de botanik, zooloji, jeoloji ve paleontolojinin tarihsel gelişimi, insanlar, mekânlar ve anılar penceresinden anlatılıyor.

Kitaptaki Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi bilim insanlarının ortak noktasının “sistematik yaratıcı düşünme” olduğu görülüyor. Öğreticiler olarak adlandırılabilecek bu insanlar, doğada meydana gelen olayları merak etme ve sorgulama niteliklerini taşıyor. Öğreticiler –muallim, müderris, öğretmen ve üniversite öğretim elemanı– için “doğru bilgi” ön plandadır ve doğa bilimleri eğitimi ve öğretiminde “yenilenme ve yaratıcılık” temel hedefleri arasındadır. Başta Kıta Avrupası olmak üzere dünya üzerindeki doğa tarihi müzeleri ile hayvanat ve botanik bahçelerindeki izlenimlerini, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi okuryazar kitlesi ve öğrencilerine seyahat notlarıyla aktaran elçi, aydın, yazar ve gazeteciler de unutulmuyor. Jeoloji ve paleontolojinin Çekiç’i, botanik ve zoolojinin Mercek ’i, doğa bilimcilerin Yelkovankuşları ile tarihte bir bilimsel yolculuk… (arka kapaktan)

Maurice Maeterlinck
Gündelik Hayatın Trajedisi
çev. Yunus Çetin
Dergâh Yayınları
Haziran 2022
92 s.

"Hükümlerini kavrayamadığımız büyük bir yargıcın indireceği elin altında, hiçbir şey söylemeksizin yaşar ruhumuz. Fakat vereceği hesabın mahiyeti nedir? Bunu belirleyecek ahlak yasasını nerede aramalı? Düşüncelerimizin çok ötesindeki diyarlarda hüküm süren gizemli bir ahlak var mıdır? En saklı arzularımız, gözle göremediğimiz merkezi bir yıldızın güçsüz gezegenleri midir? Varlığımızın merkezinde şeffaf bir ağaç mı vardır, bütün eylem ve erdemlerimiz o ağacın kısa ömürlü çiçekleri ve yaprakları mıdır? Aslında ruhumuzun hangi kötülüğü işleyebileceğinden haberdar olmadığımız gibi, daha yüksek bir zihnin veya başka bir ruhun huzurunda ne sebeple yüzümüzün kızaracağını da bilmeyiz; gelgelelim hangimiz saf sayar kendini, hangimiz o gelecek yargıçtan korkmaz? Başka ruhlardan korkmayan bir ruh gösterebilir misiniz?"

Alexandre Lacroix
Hiçbir Şeye İnanmadan Nasıl Yaşanır
çev. Hazal Çelik
Say Yayınları
2022
104 s.

Samimiyetle itiraf etmeliyiz ki Dünya üzerindeki varoluş nedenimizi bilmiyoruz. Evrenin ve yaşamın bilmecesinin çözümü insan bilmecesinin çözümünden daha gizemli. Peki bu, umutsuzluğa düşmek için bir sebep mi? Aksine, bu belirsizliğe güvenebiliriz. “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir,” diyen Sokrates, “Ne biliyorum?” diye soran Montaigne bize yol gösterici oldular. Ben de antikçağ şüphecilerinin, haksızlık yapılarak değeri bilinmeyen bu filozofların öğretilerini takip ederek zamanımıza uyarlanmış bir ahlak felsefesi geliştirmeye çalıştım. Eserin tamamında eksiksiz şekilde açıklanan bu felsefenin dört kuralı var: Hayali bir hedef peşinde koşarak hayatını boşa harcama; asla seçim yapma; her zaman en büyük arzuna itaat et; bu dünyanın görünüşlerine elinden geldiğince hayran ol.

Türkan Elçi
Mavi Karga
Doğan Kitap
Temmuz 2022
168 s.

“Balinanın karnında sürüp giden günlerde kimisi pembeye, kimisi yeşile, kimisi sarıya, kimisi de mora, turuncuya dönüşmeye başlayan rengârenk bir kuş ordusuyduk artık. Rüzgârın ardından sökün eden yağmurun yıkadığı tüylerimizden akan renkli sular, göğün boşluğundan yerin yüzüne sağanak halinde iniyordu. Işık huzmeleri, göğü ve yeri birbirine bağlayan bir sütuna dönüşmüştü. Acı çığlıklarla sallanan gök bir daha yere düşmeyecekti. Ve dünya artık siyah beyaz değildi.”

 

César Aira
Müzikli Beyin
çev. Saliha Nilüfer
Kolektif Kitap
Haziran 2022
280 s.

"Tanrı’nın doğum gününü kutlayan maymunlar, varoluşunu sorgulayan çömleçikuşu, Mona Lisa’nın dünyaya yayılıp kendilerine yeni hayatlar kuran boya partikülleri, yolunu kaybetmiş çizgi roman serserileri, gezici sirklerin doğaüstü yaratıkları… Aira’nın hikâyelerinde tüm bu tuhaf karakterler, gündelik hayatın sıradanlığı içinde ete kemiğe bürünüyor."

 
çev. Murat Çınar Büyükakça
Kırmızı Kedi Yayınevi
Haziran 2022
200 s.
 
“Canlılığını günümüze dek korumuş ve zamanla adını İngiliz kraliçelerinden Fransız polis memurlarına, felsefe taşından Philadelphia’da on beş yaşındaki katillerden oluşan bir çeteye kadar farklı şeylere vermiş mitolojik bir kişilikle ilgili garip bir merak söz konusudur” diyor Dora ve Erwin Panofsky ve bu tükenmeyen merakın kaynağındaki kişiliğin hikâyesini sanat tarihindeki temsillerinin izlerinden giderek analiz ediyorlar.

Pandora’nın gerçekten bir kutusu var mıydı? Kapağın açılması iyiliklerin mi yoksa kötülüklerin mi dışarı çıkmasına sebep oldu? Havva ile Pandora arasındaki bağlantı neydi? Rotterdamlı Erasmus’un bütün bu hikâyedeki yanlış anlaşılmaya nasıl bir katkısı oldu? Zaman içinde Pandora’nın algılanışı ve anlatıları nasıl değişti? Goethe eserlerinde Pandora’yı nasıl ele aldı? Dora ve Erwin Panofsky, bu kitapta, Rönesans sanatçılarının gravürlerinden Paul Klee’nin resimlerine çok sayıda tasviri geniş bir çerçevede değerlendirerek ilginç sonuçlara ulaşıyorlar.
“Hiçbir mit Pandora mitinden daha tanıdık ve muhtemelen o denli tamamıyla yanlış anlaşılmış değildir. Pandora ilk kadın ve güzel yaramazdır; yasaklı bir kutuyu açar ve insan teninin varisi olduğu ne kadar kötülük varsa işte o kutudan çıkar; yalnızca umut kalır.

Pandora’nın kutusu herkesçe bilinir ve bu durum, Pandora’nın aslında bir kutusunun olmadığı düşünüldüğünde daha da dikkate değer bir hal alır.” (J. E. Harrison)
 
 
Derleyenler: İlker Aytürk, Berk Esen
Katkılar: Sencer Ayata, Tanıl Bora, Zana Çitak, Ersin Kalaycıoğlu, Berrin Koyuncu-Lorasdağı, Yüksel Taşkın, İlhan Uzgel, Şebnem Yardımcı Geyikçi 
İletişim Yayınları
Temmuz 2022
486 s.
 
Post-Kemalizm kavramı, modern Türkiye analizinde tek parti dönemini ülkenin bütün temel problemlerinin “anası” olarak gören eleştirel yaklaşımı özetliyor. “Kemalizm”le tanımlanan bu deneyimi sorgulayarak aşmayı, demokratikleşmenin anahtarı olarak gören yönelimleri tanımlıyor.

Post-post-Kemalist paradigma ise, “tek parti döneminin büyüsünün bozulmasını” sağlayan bu eleştirel birikimin, 2000’lerin seyri içinde “bir ortodoksinin yerine başka bir ortodoksiyi koyma” eğilimini doğurduğu tespitinden yola çıkıyor. Bu nedenle, eleştirinin eleştirisini yaparak bir adım daha atmayı öneriyor. 1908-1945 arası dönemine sıkışmadan, sonraki dönemlerin alt üst edici siyasal ve toplumsal gelişmelerinin hakkını veren; demokratikleşmenin ve otoriterliğin salt Kemalizm’e indirgenen sorunlarının başka kaynaklarına da mercek tutan bir analizin yolunu açmaya çalışıyor.

Post-Post-Kemalizm, konuyu hem siyaset bilimi, kadın çalışmaları, dış politika ve tek parti dönemi çalışmaları bağlamında sosyal bilim disiplinleri açısından; hem liberal söylem, kültür politikası, laiklik, vesayet eleştirisi, İslâm ve siyasal partiler bağlamında tematik olarak ele alan makalelerden oluşuyor.
 
 
E. Attila Aytekin
Üretim Düzenleme İsyan

"Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi boyunca egemen iktisadi faaliyeti olan tarım Birinci Dünya Savaşı’nın takiben yıkılmasına kadar ekonominin en önemli sektörü, devletin ana vergi kaynağı ve tebaanın çoğunluğunun geçiminin temeli olmayı sürdürmüştür. İmparatorlukta yaşayanların büyük çoğunluğunun kırsal doğrudan üreticiler olmasına rağmen, bu alana ilişkin çalışmalar uzun bir süre Osmanlı tarihçiliğinde hak ettikleri yeri elde edememiştir.

E. Attila Aytekin bu kitapta Osmanlı tarımı, tarımsal ilişkilerin ve mülkiyet haklarının Osmanlı devletince düzenlenmesi ve köylülük üzerine Marksist perspektiften çözümlemeler getiriyor. Kautsky ve Lenin gibi klasik ve daha sonraki çağcıl Marksistlerin katkılarını eleştirel bir süzgeçten geçirerek çıkardığı sonuçları son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda çiftlik olgusunu anlamak için işletiyor. Geleneksel tarihçiliğin üzerini örttüğü Osmanlı köylü isyanlarını ve halk direnişlerini köylülerin tavırları ve köylülerin çatışma süreci boyunca ortaya koydukları protesto yöntemleri açısından odağına alan yazar inkâr edilegelen köylü failliğinin siyasal ve toplumsal etkilerini gözler önüne seriyor. Köylü ayaklanmalarına zemin hazırlayan Tanzimat reformlarını, Arazi Kanunnamesi’ni, Kırsal borçluluğu ve Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmlarını ufuk açıcı bir irdelemeyle gündeme getiriyor."

 
Cogito: Yoksulluk
Yaz 2022
YKY
Sayı: 105-106
 

Daimi tırmanışıyla Türkiye’nin son dönemdeki gündeminden hiç düşmeyen “hayat pahalılığı”, çoğunluğun yaşamını geçim mücadelesine indirgeyen, düşüncesini, ilişkilenmelerini, zihinsel faaliyetlerini ise felç edici bir gelecek kaygısına kıstıran bir sıcak tema olarak yoksulluğu dayatıyor. Açlık sınırında sağkalım mücadelesi verenlerin, hızla yoksullaşan çalışanların, güvencesizlerin varlığı, toplumun büyük bölümünün “hayat pahalılığından” mustarip olması, hayatı hakkıyla sürdürecek gücünün olmaması, toplumun ve insanlığın geleceğini de gasp eden bir hak ihlali ve adalet meselesi. Yaşamın hoyratlığı üzerindeki peçenin aralandığı, buna karşılık denetim mekanizmalarının, eşitsizliğin devamını sağlamak üzere sürekli yeniden yapılandırıldığı bu krizler çağında, yoksulluğu, eşitsizliğin tarihin bu ânına özgü tezahürlerinin nedenleri, sonuçları, temsilleri ve çözümlerine odaklanarak soruşturan yazı ve söyleşilerden oluşan bir dosya hazırladık.

Tuncay Birkan’ın 1928-1979 arasında anaakım dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılardan oluşturduğu kolaj, 20. yüzyılın bu döneminde Türkiye’de yaşanan yoksulluğun konturlarını, ona çeşitli mesafe, söylem ve açılardan ışık tutarak çiziyor. L. Wacquant, kolluk kuvvetleri şiddetinin yeni bir meşruiyet kazandığı, teröre karşı savaşın ilan edildiği 2001 yılında yazdığı “Yoksulluğun Cezalandırılışı”nda, koruyucu ve kollayıcı refah devletinden neoliberalizmin beraberinde getirdiği güvencesizliğin ve geleceksizliğin yol açacağı itirazları önlemeye odaklı ceza devletine geçiş sürecinin vahametini keskin bir bakışla teşhis ediyor. Aradan geçen 20 yılda görülmemiş bir hızla köklü değişikliklere yol açarak küreselleşen kapitalizmin, koronavirüs pandemisinde topladığı muazzam güçle hız verdiği dijitalleşme odaklı yeni yapılanma sürecinin ileriki aşamalarında, emek rejiminin ve güvencesizliğin ne istikamette değişeceğini kestirmek güç değil. W. I. Robinson “Pandemi Sonrası Küresel Kapitalizm” başlıklı yazısında, dijital uygulamaların güçlendirdiği iktidar gruplarının aşağıdan gelen kitlesel baskıyla rota değişikliğine zorlanmadıkları sürece, toplumsal ayaklanmaları baskılamak için küresel polis devletini şiddetlendirmeye başvuracağını öngörüyor.

Politik ve ekonomik şiddetin zoru altında ezilenlerin ıstırabını gidermede refah devleti ve sosyal yardım uygulamaları ne ölçüde işe yarar? Erdem Yörük’ün popülist refah devleti rejimi kavramsallaştırması, ucuz emek rejimlerinin baskın olduğu ülkelerde sosyal yardımların ve refah uygulamalarının rıza üretimi ve alt sınıflardan gelen tehditleri bertaraf etme işlevini öne çıkarıyor. Volkan Yılmaz da küresel kapitalizmde emek rejiminde yaşanan değişimlerin yol açtığı adaletsizliklerin toplumsallık üzerindeki yıpratıcı etkilerine karşı nihai bir çözüm teşkil etmeseler de, sosyal adaletin kurumsallaşmasına yönelik kayda değer adımlar olarak evrensel temel gelir ve evrensel temel hizmetler uygulamalarının önemine vurgu yapıyor. Guy Standing’in prekaryayı günümüzün tehlikeli ve dönüştürücü sınıfı olarak nitelediği yazısı ve yazarın proletaryadan prekaryaya sınıf değişimi, yabancılaşma ve evrensel temel ödenek argümanlarının tartışıldığı “Prekaryayı Tartışmak” başlıklı bölüm de, güvencesizlik ortamında evrensel temel gelir uygulamaları yaklaşımlarına önemli ve eleştirel bir katkı.

Evrensel eşitsizliği giderme amaçlı kapsayıcı çözümlerin geliştirilmesi eşitsizliği gerçeklikte yaşandığı çokboyutlu haliyle tespit eden çalışmalara muhtaç. Bu dosyanın kadın ve çocuk yoksulluğuna dair yazıları, yoksulluğun en şiddetli haline maruz kalan ezilen grupları baz alan, gelir ve tüketim aksını kırıp yoksulluk hallerindeki nüansları vurgulamaya odaklanan araştırmaların ve çözüm önerilerinin önemini gösteriyor.


Şemsa Özar, Y. Kutlu ve G. Mülayim’in, 1970’lerden itibaren kadın yoksulluğu araştırmalarının etraflı bir tablosunu sunarak sosyal politikaların oluşturulmasında rol oynaması gereken çalışma alanlarını vurguladıkları “Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Bağlamında Kadın Yoksulluğu”; Zelal Yalçın, Ş. Z. Keleş ve E. Aksakal’ın Türkiye’de kadın yoksulluğuyla emek ve bakım rejimleri ilişkisinden yola çıkarak, sosyal bakım evrenindeki eksik ve boşluklara işaret ettiği ve yerel yönetimlerin uygulayabileceği bir bakım partnerliği modeli önerdiği “Kadın Yoksulluğuna Karşı Yerelde Bakım Partnerliği” yazısı, Başak Akkan’ın yoksulluktan en ağır şekilde etkilenen çocuklar ve onlara bakanların kırılganlığını çocuğun “iyi olma hali” ekosistemi üzerinden ele aldığı “Çocuk Yoksulluğu” yazısı ve Feyza Akınerdem ve Nükhet Sirman’ın “Kadına Yönelik Şiddet: Kadınlar, Kurumlar, Mecralar” başlıklı saha araştırmasından elde ettikleri bilgiler ışığında kadın yoksulluğu ve ekonomik şiddet, ev içi ve ev dışı emek ve aile politikalarının kadın emeğine etkileri üzerine söyleşilerinden oluşuyor bu bölüm.

Kadın yoksulluğundan başlayarak her tür yoksulluğu, kavramı nesnesine olabildiğince yakınlaştırarak, onunla birlikte dönüştürerek işe koşma yaklaşımıyla düşünme, yazma ve sorgulama çabasının, yoksulluğu resmi söylemlerin, verilerin ve istatistiklerin sirayet edemediği haliyle, radikal başkalığıyla temsil eden Latife Tekin edebiyatındaki kurucu işlevi, Fatih Altuğ’un “Latife Tekin ve Yoksulluğun Bilgisi” başlıklı incelemesinin esas izleği.

Yerleşik yaşama geçişle birlikte başgösteren eşitsizlik ve yoksulluk bugün insan haysiyetine yaraşır bir yaşam sürdürmek için gerekli temel gereksinimlerden mahrumiyet hali olarak tanımlanıyor. Bu maddi mahrumiyet, yaşamın her alanını, insan varoluşunun bütününü dalga dalga kaplayan bir mahrumiyet bir yandan da. Kişinin maddi, fiili kısıtlarıyla, düşünen, eyleyen bir birey, bir fail olarak potansiyelleri arasındaki yarılmanın kapanmasına geçit vermeyecek kadar katı, adeta bir yazgı gibi nesiller boyu aktarılacak kadar kalımlı. Maddi koşullarla özgürlük içinde insanca yaşama imkânı arasındaki belirleyici ilişki, yoksulluğu özgürlük ve ahlak, politik ve ekonomik şiddet, kritik ve kriz, mekânın kuruluşu ve toplumsal bölünme, varsıllık ve yoksulluk, yasa ve iktidar ilişkileri ve gerilimleri üzerinden düşünmeyi zorunlu kılıyor. “Kriz ve Yoksulluk” temalı sempozyumda sunulan ve aynı adlı bölümde yayımladığımız tebliğler, yaşamı kaplayan yoksulluk ve yoksunluk ağında felsefi sorgulamayla bir gedik açma, geleceği tekrar yaşam ufkuna yerleştirme uğraşının yoksulluk felsefesi açısından merkezi önemini öne çıkarıyor. Tuğrul Özkaracalar “İnsan Hakları Bağlamında Yoksulluk” başlıklı yazısında yoksulluğu “zarar” kavramı üzerinden, bir insan hakları ihlali olarak değerlendirerek yoksulluğun etik boyutunu irdeliyor. Bernardo Ferro “Hegel’in Hukuk Felsefesinde Yoksulluk ve Tanınma” başlıklı yazısında, yoksulluğu toplumsal yabancılaşmanın bir biçimi olarak ele alan Hegel’in sivil toplum ve siyasal devlet nitelendirmelerini Hegelci bir eleştiriye tabi tutarak, güncel piyasa sisteminde radikal bir dönüşümün ipuçlarını filozofun korporasyonlar sistemi önerisinde arıyor. Dosyanın siyaset ve yoksulluk ilişkisine dair diğer yazısı “Demokrasi ve Yoksullar”da Andreas Kalyvas otoriter yönetimlerin yükselişe geçtiği siyasal kriz ortamında yoksullar ve demokrasi ilişkisine odaklanarak, az sayıda kişinin çoğunluk üstündeki egemenliğine karşı, yoksulların zenginler üstünde egemenlik kurma mücadelesini tanımlayan radikal bir demokrasinin koşullarını sorguluyor.