Umwelt’ten umgebung’a Siyah Divan

“Siyah Divan, toplu şiirler olarak bünyesindeki beş kitap ve şiirlere verdiği belirli bir şairanelik içeren düzenle, klasik 'Divan' kavramına Turgut Uyar’ınkinden bir nebze daha yakın duruyor. Yapaylık tehlikesine meydan okuyan bir sentetik yanı var bu şiirin.”

22 Aralık 2022 23:30

Toplu şiirlerini yayımlamak her şair için ayrı bir dönüm noktası oluyor. Son çeyrek yüzyılın etkileyici şairlerinden Metin Kaygalak’ın Siyah Divan [1] adıyla yayımlanan toplu şiirleri de yeni değerlendirmeleri hem mümkün, hem gerekli kıldı. Konuşulanlara benim de ekleyeceklerim var.

Kaygalak Türkçe şiirde “Divan” terimini klasik çerçevesinden sıyıran ilk şair değil. Bu yönde başlıca girişimler 1965 tarihli Divançe’siyle Behçet Necatigil’den ve 1970 tarihli Divan’ıyla Turgut Uyar’dan gelmişti.[2] Her iki yapıtta da okunan “şiirin olanaklarını genişletme” çabası kadar, tarihsel “Divan” kavramını sentetizminden sıyırma çabasını da görmemek zordur. Sentez Necatigil’in ve Uyar’ın yapıtlarından büsbütün dışlanmış değilse de, altüst edilmişti. Onlardan önceki geçiş dönemlerinde Nâzım dahil, aruzdan yararlananlar oluyor, ancak tür olarak “Divan”dan ve adından uzak duruluyordu. Belki henüz erkendi açılım için; hem “Divan” deyip hem de devrimsel olamazdınız, bu ölçüde bir soyutlama akla gelecek şey değildi. Necatigil, Uyar ve Kaygalak’ta ise araya yeterince zaman, birikim ve en önemlisi soyutlama bilinci girmiş, şiirinde hem modern olmak hem de “Divan” adını üstlenmek mümkün hale gelmişti, bazı sorgulamalar pahasına ya da sayesinde.

Siyah Divan, toplu şiirler olarak bünyesindeki beş kitap ve şiirlere verdiği belirli bir şairanelik içeren düzenle, klasik “Divan” kavramına Uyar’ınkinden bir nebze daha yakın duruyor. Yapaylık tehlikesine meydan okuyan bir sentetik yanı var bu şiirin. Öyle görünüyor ki, Kaygalak’ın “Siyah” ve “Divan” sözcükleri dahil bu üstlenişlerinde, anadili Kürtçenin İrani dillerden olması da rol oynamıştır. Bunu internette erişilebilen çeşitli konuşmalarında şairin kendisi de dile getiriyor.

Metin Kaygalak’ın şiirleri şimdiye kadar “‘90’lı yıllar şiiri” çerçevesinde ve “Türkçe yazan Kürt şairler” başlığı altında ele alındı. 2004 yılında Yasakmeyve şiir dergisinde “Doğu’dan zuhur eden şairler; Türkçe yazan Kürt şairler” başlıklı bir dosya yayımlanmıştı.[3] Dosyayı hazırlayan Sezai Sarıoğlu, Sunuş yazısında başlık konusuyla ilgili kısa bir tarihçenin ardından Zeynep B. Sayın’a göndermeyle önerdiği “edebiyatta melezlik” gibi bazı kavramları açıyor ve “zuhur edenler” olarak, aralarında Kaygalak’ın da bulunduğu Bejan Matur, Kemal Varol, Selim Temo, Mehmet Butakın, Azad Ziya Eren, Uğur Aktaş ve Seyyidhan Kömürcü’den oluşan bir dizi şairi anıyordu. Yine dosyada yer alan yazısıyla Mahmut Temizyürek, baskılanmış kültür ve anadillerini kastederek “kayıptan doğan” dediği bu yeni poetik çerçevede, Kaygalak dahil, aynı gruptan beş şaire odaklanıyordu.[4] Gerçekten de, neredeyse yüz yıldır zora dayalı asimilasyon politikalarına maruz bırakılan “Kürt şairler” ve daha başka kültürler de tıpkı kadınlar gibi neredeyse bir tür fırlayışla son çeyrek yüzyılın Türkçe şiirinde, öyküsünde, romanında kendi özgün içerik ve biçimleriyle su yüzüne çıktılar. Türkçe şiir ve edebiyat bu sayede tıpkı Kürtçe şiir ve edebiyat gibi sıçramalar kaydetti. Ötegerçekler, Orhan Kahyaoğlu’nun işaret ettiği üzere[5] 1980’lerde Murathan Mungan’la filizlendi ve Kaygalak’ın dahil olduğu kuşağın mensubu olan bir dizi şairin yapıtlarında kendini göstermeye başladı. Sarıoğlu’nun andığım yazısında yer verdiği “melezlik” kavramının yanı sıra, “egemenin diliyle yazmak” ve “minör edebiyat” gibi kavramlar bizim toplumda da devreye girdi, tartışılmaya başlandı. Alegori yine iş başında olsa bile bir bütün olarak örtü, canım ciğerim Yaşar Kemal ya da Cemal Süreya’daki kadar kalın değil artık; daha inceli kalınlı.

Kaygalak’ın ilk kitabı Yüzümdeki Kuyu’daki [6] “kuyu” imgesi bugün herhalde çokları gibi benim zihnimde de Hz. Yusuf’u ya da herhangi bir mistisizmi değil, ilk elde Kuyucu Murat Paşa’yı da değil, ‘90’ların “faili meçhul”lerini, itirafçıların tarifleri üzerine kazılan kuyulardan çıkan ve çıkmayan kemikleri temsil ediyor. Oysa kitabın yayımlandığı 1998 civarında böyle değildi, kuyuların varlığı duyulmamıştı henüz. Yüzümdeki Kuyu adında benim zihnimi çelen, “Kuyu”dan çok “Yüzüm” imgesi olmuştu. Bu imge o sıralar bir başka şairin, okuyup etkilendiğim, hakkında “dışarıya taşan azap” diye yazdığım Yücel Kayıran’ın şiirlerinde ana motifti: İç dünyanın dış dünyayla yüz yüze geliş –aslında gelemeyiş– anlarının yeri. 1997’de kitaplaşmıştı Kayıran’ın şiirleri, Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu adıyla... Şimdi Siyah Divan’ı okurken söyleyebileceklerimden biri, bir yıl arayla Kayıran’ın ardından gelmiş olmanın Kaygalak’ı ayrı bir özgünlük kurmaktan alıkoymamış olduğudur. “Türkçe yazan Kürt şairler” başlığı altındaki gruplandırmaya denecek bir şey yok elbette; “nesnel”, aydınlatıcı betimleme ve analizler bunlar. Ancak, Siyah Divan’la gözler önüne serilen temel özellik ve motiflerden biri olarak “yüzüm/ben” ana motifinin iki şairi bir arada düşünmemizi çağırdığı da bir gerçek.

“Yüzüm/ben”, iki şiir bütününde de umwelt’in yuvası olarak işlev görüyor. Okumakta olduğunuz yazıya yoğunlaşma sürecinde, orada konuşan bireyin özgül benmerkezli dünyasını (dikkat, benmerkezci değil, benmerkezli dünyasını) dışarıdan bakan göz açısından temsil edebilecek bir gösteren olarak keşfettim Almancadaki bu umwelt kavramını. Türkçede yerleşik, tek sözcüklük bir karşılığı yok. İngilizcede de olmadığı anlaşılıyor. Galiba dünya ortak kültür sözlüğünde yer alması kaçınılmaz olan kavramlardan. Dil, tarih ve coğrafya gibi hem toplumu hem de bireyi kuşatan olgular bütünü açısından verimli bir içeriği var bu kavramın. Gerçi edebiyattan önce biyolojinin buluşu olarak doğmuş. Edebiyattaki kullanımı daha sonra ve epey de karşıt görüş yaratarak gelişiyor.[7] Tartışmanın zaten disiplinler arası her tür kavram alışverişi için de dikkate alınması gereken incelikleri var. Bana kalırsa bir şiir bütününü hem kendi “ben”inin serüveni içinde hem de başka şiir bütünleriyle karşılaştırma çabası için, ara duvarları yükseltmek yerine farkları ve incelikleri hesaba katmak kaydıyla başvurulması yararlı, hatta vazgeçilmez bir kavram, özellikle de Kayıran ve Kaygalak’ın şiirleri gibi “ben”in özgül bireysel dünyasının fazlasıyla derin, çatışmalı ve hakiki olduğu, iç içe farklı kültürlerin bir arada işlediği yapıtlar için.

Kaygalak’ın ilk dönem şiirlerinde de Kayıran’ın şiirlerindeki gibi bir tür fenomenolojik bakışla “yüzüm/ben” motifi etrafında zorlu bir umwelt bağlamı yaratılıyor. Bu bağlamın ilk kitap ve oradaki ilk şiirin adı ile başladığını yukarıda belirtmiştim. İlk şiir “Yüzümdeki Kuyu”nun ilk dizelerine de bakalım:

sedeften bir tabuta işlendi
bir çocuğun gözlerine terk edilen kuyu.
dokundum safirden bir avluya tutuşan
gözlerimle, kimse görmedi. kimse görmedi
bir kuyuya düştüğünü yüzümün.

“Ben”in poetik egemenliği Kaygalak’ın şiirlerinde kısa sürede ortaya çıkan anonim, kolektif ya da alegorik içerikle İsmet Özel çağrışımlarına yol açıyor ve bu yönüyle Kayıran’dan farklılaşıyor. Yeri gelmişken umwelt’in dışındaki çevre için kullanılan “umgebung” kavramına da başvuralım. Gelişme aşamalarında umgebung yönünde hamleler ya da açılımlar kaydedildiğine her iki şairde de tanık oluyoruz. “Ben”in kendi dışına baktığı durumlar Kayıran’ın Stasis [8] dahil son kitaplarında da artıyor, ancak umwelt’ten hiçbir zaman kopmuyor. Kaygalak’ta ise bu hamleler biraz Gülten Akın’ı da çağrıştırırcasına dördüncü kitabında ön plana geçiyor ve buna anlatım düzlemi dahil gitgide belirginleşen “melezlik” de ekleniyor. İçeriğin biçimdeki devamı gibi düşünülebilecek bir özellik olarak, Kayıran’ın herhangi bir şairaneliğin izine bile rastlanmayan tonlamasına karşılık Kaygalak’ta sesler, yinelemeler, bölüm ve dize düzenlerinde ve giderek “Divan” sözcüğü başta olmak üzere sözcük düzeyindeki seçimlerde şairane olana daha çok başvurulduğunu görüyoruz. Kayıran’da umweltağırlığını korurken umgebung daha çok tarih ve tarihsel coğrafya yönünden üstlenilir. İç basınç kendini hem içerik hem de anlatım düzleminde göstermeyi sürdürür, gerçek bir mahreç yoktur. Kaygalak’ta ise baştan beri görülen şairanelik işaretleri umwelt’e mahreç işlevi görür. İki şairde hamleler en fazla tarihe doğrudur. Seçilmiş tarihsel, dilsel ve toplumsal olgular ile yerleşim yerlerinin yanı sıra bireyler kanalıyla da girer şiire. Seçimler etik temele dayalıdır.

Kaygalak’taki Ece Ayhan çağrışımı belki en çok bu yönden anlaşılabilir. Dördüncü kitabı Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur’un Siyah Divan oluşturulurken geçirdiği köklü restorasyonda etik aklın izleri fazlasıyla açık. Anlatım Nâzım’daki ve Gülten Akın’daki gibi bir destan duygusuna dayandırılmış. Divan’da o kısma gelince ilk baskıyla karşılaştırıyorum ve umgebung’a demir atmışlık izlenimi asıl bu karşılaştırmayla pekişiyor. Ama umwelt Kaygalak’ta da en ağır bastığı yerde bile büsbütün silinmiyor.

Yüzümdeki Kuyu kitabı ve aynı adı taşıyan şiirde “ah”lar ve güneşi de kapsayan “siyah”larla başlayan kendine özgü şairanelik toplu şiirlerin sonuna kadar devam ediyor ve sonunda zirveye çıkıyor. İlk şiire nakarat olan, küçük harfli, ünlemsiz ve alışıldığı üzere duygu anlatımlarına eşlik eden “ah”lı bitiş dizeleri, son kitabın son bölümü olan “Natamam Halklar İçin Şarkı”daki “Babil’in Tuğlaları” adlı şiirde yeniden karşımıza çıktığında, artık büyük harfli, ünlemli ve en önemlisi, somut olguların en alışılmamış anlatımlarına eşlik ederek, bölüm sonlarındaki o ayrı düşmüş dizelerde gerçekliğe çarpıcı, unutulmaz, silinmez birer ışık yakıyor: Ah! Ne yapsan kırılır kemikleri (...) Dokunsan dökülecek/ Sürgün görmüş/ Asude kemikleri...

 

NOTLAR: 


[1] Metin Kaygalak, Siyah Divan, toplu şiirler 1998-2013, Everest Yay., Nisan 2022.

[2] Bkz. Kemal Bek, “Turgut Uyar’ın Divan’ında ‘Gelenek ve Şiir’”, Ludingirra no. 3, Güz 1997, s. 43-49; Hasan Turgut, “Geleneğin İcadı: Divançe ve Divan, Kültür Araştırmaları Dergisi, no. 7, s. 1-23, 2020.

[3] Yasakmeyve no. 6 ve 7, Ocak-Şubat ve Mart-Nisan 2004. Umarım bu tarihsel önemdeki dosya daha okunaklı ve erişilebilir koşullarda yeniden yayımlanır ya da yayımlanmıştır.

[4] Mahmut Temizyürek bu yazısını daha sonra kitabına da almıştır: “Bir dilden bir dile göçmek ya da kayıptan doğan şiir”, Boşluktan Doğan içinde, Kanat Kitap, 2007, s. 189 vd.

[5] Orhan Kahyaoğlu, Modern Türkçe Şiir Antolojisi, Cilt 2, Ayrıntı Yay., 2015, s. 1197-1198.

[6] Metin Kaygalak, Yüzümdeki Kuyu, Avesta Yay., 1998.

[7] Pierre-Louis Patoine, “Literature as a defining trait of the human umwelt: From and beyond Heidegger”, Sign Systems Studies 44(1/2), 2016, s. 148-163.

[8] Yücel Kayıran, Stasis, Everest Yay., 2022.

 

GİRİŞ RESMİ:

Madonna ve Çocuk'tan ayrıntı. Deniz Bilgin, kâğıt üzerine guaj, 1996.