Uç Artık!

Etgar Keret'in yeni kitabı Uç Artık bugünden itibaren Avi Pardo çevirisiyle raflarda. K24 okurları için Ananas Aşkı öykünün girişini yazarın izniyle yayınlıyoruz.

04 Nisan 2019 09:00

Dünyanı renklendiren duman ilk dumandır. Akşama saklayacak olursan televizyonun ekranında beliren boktan programlar sürükleyici hale gelir. Öğlen çek, bisikletine binmeden önce, dünya sana büyük bir serüven gibi görünür. Sabahleyin uyanır uyanmaz çek, kahveni içmeden önce, ya sana yataktan kalkacak enerjiyi verir ya da birkaç saat daha uyumak üzere tekrar yatağa sokar. Günün ilk dumanı çocukluk arkadaşı gibidir; ilk sevgili gibi, hayat reklamı gibi. Fakat hayatın kendisinden farklıdır - yapabilseydim yıllar önce dükkâna iade ederdim. Reklamda kişiye özel, her şeyi kapsayıcı, parmak yalatıcı, tasasız bir yaşam sunarlar. O ilk dumandan sonra, gerçekliği yumuşatıp gününü katlanılır kılmak için başka dumanlar da çekersin, fakat aynı olmaz.

Ben ilk dumanımı her zaman güneş battıktan sonra çekerim. Çalıştığım okul kumsaldan bir kilometre uzaklıkta ve mesaim beşte biter, Raviv’in terli annesi nihayet o sümüklü ikinci sınıf öğrencisi oğlunu almaya geldiğinde. Bu bana yapacak işlerim varsa onları görme zamanı tanır, sonra Ben Yehuda’da ya da HaYarkon’da bir kahve içip sahile yürürüm. Orada sabırsızlıkla güneşin denizi öpmesini beklerim; bir çocuğun iyi geceler öpücüğünü beklemesi gibi, mezuniyet balosunda slow dans eden sivilceli bir ergenin ilk Fransız öpücüğünü beklemesi gibi, yüzü kırışmış yaşlı bir adamın, torununun onu yanağından öpmesini beklemesi gibi. Güneş suyun üzerinden yansımaya başladığı anda Noblesse paketimden sigaramı çıkarıp yakarım.

O sigarayı sessizce içerim. Ânın içine olmaya, rüzgârı yüzümde hissetmeye, gökyüzünün renklerinin ve denizin kırmızı güneş ışığında hışırdamasının tadına varmaya çalışırım. Denerim, ama tam olarak yapamam, çünkü o ilk dumanı alır almaz zihnime birinci sınıf öğrencisi Romi’ye “kaka-suratlı” demekle hata ettiğime dair çeşitli düşünceler takılır, çünkü küçük ispiyoncu bunu annesi olacak kancığa anlatacak, kadın da doğru müdüre gidecektir. Sonra uzun boylu, zayıf ikinci sınıf öğretmeninin bana diğer öğretmenlerden daha iyi davrandığını düşünmeye başlarım. Sürekli gülümseyip halimi hatırımı sorar, aramızda bir şeyler olabilir belki. Sonra annemi bana kira yardımında bulunmaktan caydırmaya çalışan zengin, göt abim gelir aklıma. Günün en iyi dumanını onlara harcamamak için her zaman bu düşünceleri zihnimden uzaklaştırmaya çalışır, bazen başarırım. Fakat başaramadığımda bile kendime, abin hakkında kötü şeyler düşüneceksen bari kafan iyiyken düşün, derim.

 

Hayat eski kiracının taşınırken ardında bıraktığı alçak sehpaya benzer. Çoğu zaman onu fark eder ve dikkat edersin, orada olduğunu hatırlarsın, fakat bazen unutur ve dizini ya da kavalkemiğini sivri köşesine çarparsın, o zaman da canın acır. Ve her seferinde mutlaka iz kalır. Sigara içip kafanı güzelleştirmek o sehpayı yok etmez. Ölümden başka hiçbir şey o sehpayı yok edemez.

Fakat sıkı bir duman köşeleri törpüler, onları biraz yuvarlar. O zaman çaptığında canın daha az acır. Sigarayı bitirdikten sonra bisikletime biner ve kentte bir tur atarım. İnsanları seyrederim. Gerçekten ilginç birini görürsem -ve o ilginç biri her zaman dişidir- onu izleyip küçük bir hikâye uydururum: izlemekte olduğum kadının az önce telefonda bağırdığı kişi, cuma akşam yemeklerinde kocasına göz süzen kız kardeşidir; köşedeki marketten satın aldığı bir kutu dondurma şımarık oğlu içindir; eczaneye uğramasının nedeni doğum kontrol hapı almaktır, kazayla şımarık bir çocuğu daha olmasın diye.

(...)