Şiddetin kişisel tarihçesi: Denizi Yitiren Denizci

"Romanın tarihsel arka planı, II. Dünya Savaşı sonrasında Japonya’da yaşanan değişim sürecinin etkilerini yansıtır. Bu yansıtma doğrudan olmasa da, özellikle deniz metaforu ve romanın başkarakterlerinin temsil ettiği kavramlar/değerler üzerinden dolaylı bir şekilde okura iletilir."

29 Ekim 2020 18:00

Yapıtları kadar yaşamına yön veren politik ve kişisel olaylarla da adından söz ettiren Japon yazar Yukio Mişima’nın edebiyat yolculuğundaki en önemli duraklarından biri 1963 tarihli Denizi Yitiren Denizci romanıdır. 13 yaşındaki Noboru ve dul annesi Fusako’nun kendi hallerinde sürdürdükleri hayatlarına bir yabancının girmesiyle gelişen olayları anlatan bu kısa roman gençlik/yaşlılık, deniz/kara, yaşam/ölüm, aşk/yalnızlık ve eylem/eylemsizlik ikilikleri üzerinden ilerleyen bir olay örgüsüne sahiptir. Yaz ve kış olmak üzere iki bölümden oluşan romanın ilk bölümünde Noboru ve Fusako’yla tanışırız ilkin. Sekiz yaşındayken babasını kaybeden Noboru, zorlu fiziksel aktivitelerin üstesinden gelebilen ve deniz yaşamına katlanabilen denizcileri kahraman olarak görür. Bu sebeple büyüyünce göğsüne bir çapa dövmesi yaptırmak ister. Noboru’nun denize karşı ilgisi Takaşima rıhtımına demirlemiş olan Rakuyo şilebini ziyaret etmesini ve ikinci kaptan Ryuji Tsukazaki ile tanışmasını sağlar. Yaşına göre olgun sayılabilecek bir kişiliği olan Noboru, Ryuji’nin annesiyle arasına girmesinden sonra önemli bir dönüşüm geçirecektir. Romanın kış bölümü Ryuji’nin seferden dönmesi ve Fusako’yla evlenmeye karar vermesiyle gelişen olayları anlatır.

Romanın henüz başlarında annesi tarafından zaman zaman odasına kilitlenen Noboru’nun, dolabın çekmecesinde bulduğu bir delikten yararlanarak annesinin çıplak bedenini gözetlediğini görürüz. İşin ilginç tarafı, Noboru’nun annesini ona iyi davranmadığı zamanlarda izlemesidir. Mişima’nın otobiyografik romanı Bir Maskenin İtirafları’ndan yola çıkarak annesiyle saplantılı bir ilişkisi olduğu söylenmiştir. Japon eleştirmenlerin verdiği bilgilere göre samuray sınıfına mensup olan büyükannesi tarafından büyütülen Mişima sorunlu bir çocukluk geçirmiştir. Bunun etkileri Denizi Yitiren Denizci’de de görülür. Noboru annesi Ryuji’yle birlikte olmaya başladıktan sonra da onların sevişmelerini izler. Oidipus kompleksine kapılan Noboru, Ryuji’yi aradan çıkararak annesine tekrar sahip olmaya çalışacaktır. Psikanalitik bir okuma yaptığımızda romanın üç esas karakteri arasındaki ilişki dengesini bu şekilde yorumlayabiliriz. Ancak Mişima, yalnızca baba-anne-oğul üçgenine sıkışıp kalan bir ilişkiler yumağını resmetmekle yetinmemiş, romana farklı derinlikler katmıştır. Bu sebeple Mişima’nın yaşadığı dönemin ve ülkesinin kültürel kodlarının romana nasıl aktarıldığını anlamak gerekir.

Romanın tarihsel arka planı, II. Dünya Savaşı sonrasında Japonya’da yaşanan değişim sürecinin etkilerini yansıtır. Bu yansıtma doğrudan olmasa da, özellikle deniz metaforu ve romanın başkarakterlerinin temsil ettiği kavramlar/değerler üzerinden dolaylı bir şekilde okura iletilir. Japonya’nın savaş sonrasında nasıl bir konumda olduğunu ve ülkede nasıl bir değişim rüzgârı estiğini bilmek, romanın iletisini daha net kavrayabilmemize yardımcı olacaktır. II. Dünya Savaşı yıllarında Pasifik cephesinde birçok farklı noktada savaşan Japonya, ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki kentlerine üç gün arayla attığı atom bombalarıyla savaşta büyük bir darbe alır. Savaş sonrasında ise Yoshida Doktrini’ne bağlı olarak ülkenin bütün imkânları ekonomiyi geliştirmek için kullanılır. Bu sırada ABD ile ilişkilerini de canlı tutan Japonya, ABD’nin yanında Çin ve Rusya gibi büyük güçlere bağımlı hale gelir. Ekonomik anlamda sancılı bir süreç geçirdikten sonra kısa sürede toparlanarak ekonomisini büyütür. Ancak emperyalizme boyun eğmiş ve kendi değerlerinden uzaklaşmaya başlamıştır. İşte bu değişim rüzgârı, geleneklerine son derece bağlı olan Mişima’yı yazınsal hayatı boyunca peşinden sürüklemiştir.

Denizi Yitiren Denizci, felsefi roman olarak da nitelenegelmiştir. Mişima insana ve topluma bakış açısını Noboru ve arkadaşlarının kurdukları küçük bir çete sayesinde okuruna açıklar. Altı kişiden oluşan bu çetenin üyeleri okuldan artakalan vakitlerini bir araya gelerek ve farklı konularda sohbet ederek geçirirler. Noboru dışındaki çocukların isimleri yoktur, numaralarla (3 Numara, 4 Numara vb.) adlandırılırlar. Ekibe liderlik eden Şef karakteri, otoriter kişiliğiyle ve diğer çocuklar üzerinde yarattığı hâkimiyetle karar mercii konumundadır. 13 yaşına geldiğinde evdeki bütün kitapları okuyup bitiren, zeki bir çocuktur. Diğer çocuklar da refah düzeyi yüksek, “iyi” ailelere mensupturlar. Okulda da oldukça başarılıdırlar. Ancak sohbetleri oldukça yıkıcıdır ve birçok değeri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Nihilist felsefenin izlerini bulabileceğimiz sohbetlerinde insanlar arasındaki ilişkileri ve toplumsal düzeni hor görürler. Aile kavramına saldırırlar. En çok da babalara… Çünkü babalar, “bu dünyanın karasinekleridir” (s. 118). Çocuklardan biri babasının onu dövdüğünü söyler. Diğeri babasının ona havalı tüfek almamasından şikâyetçidir. Ailedeki otorite figürü babaysa, okuldaki de öğretmendir. Okuldaki düzenin toplumsal düzenden bir farkı yoktur. Tüm bu otoriter düzen bileşenleri insanı “öz”ünden uzaklaştırmakta, yapay bir hale getirmektedir. Bu noktada yazarın varoluşçu düzlemde insanın özü tartışmalarına girdiği görülür. Çocuklar hisleri zayıflık olarak niteledikleri için her türlü histen arınmaya çalışırlar. Bunun için de çeşitli uygulamaları vardır. Ancak işin ilginç yanı, otoriteye başkaldıran çocukların da bir tür otoriteye, yani Şef’e bağlı olmalarıdır. Kendi aralarında hiyerarşi yaratmışlardır, demokratik bir sistem kuramazlar.

Denizi Yitiren Denizci  biyografik okumaya da son derece uygun düşen bir kitaptır. Romandaki küçük çete, Mişima’nın üniversite öğrencileri arasında kurduğu “Tate no Kai” (Kalkan Cemiyeti) isimli yarı-askerî örgütü hatırlatır. Ülkesinin Meiji Restorasyonu’ndan sonra başlattığı modernleşme sürecini benimsemeyen Mişima eski samuray geleneklerini yaşatmaya çalışır. Bu sebeple dövüş sporlarına ilgi duyar ve kılıç kullanmayı öğrenir. “Gerçek tehlike yaşama eyleminin ta kendisidir” (s. 49) diyen Şef karakteri Mişima’yı temsil eder. Şef’in çete üyelerini mutlak bir hissizliğe yönlendirmek için şiddet eylemini meşru göstermesi de Mişima’nın şiddeti olumlayan görüşlerinin yansımasıdır. Bunu en çok çete üyelerinin ellerine geçirdikleri bir kediyi öldürdükleri sahnede görürüz. Neredeyse bir deney gibi gerçekleştirilen öldürme eylemi, çocukları bir canlının ölümü karşısında duyarsız bir hale getirecek ve duygusal itkilere kapılıp ağlamalarına engel olacaktır. Şiddetin neredeyse yüceltildiği bu sahnede, Şef’in deyişiyle “varoluşa gerçekten egemen olma” ânına yaklaşılır. Ayrıca kan erkeklikle özdeşleştirilir. Şef kediyi öldüren Noboru’ya; “Artık tam anlamıyla erkek olduğunu söyleyebiliriz” (s. 57) demiştir. Çetenin anti-demokratik yapısı da Mişima’nın emperyal güçlere bağlı bir devlete karşı olmasına rağmen, savaş öncesindeki otoriter devlet kavramına inanması olarak yorumlanabilir. Mişima milli niteliği olan bir otorite istemektedir. Şef’in Ryuji’nin cezalandırılmasına karar vermesinden sonra yaptığı konuşma da Mişima’nın müritlerine yaptığı bir konuşma gibidir:

“Dünyanın boş olduğunu hepimiz biliyoruz ve önemli olan, bu boşluk içinde düzeni sürdürmeye çalışmaktır. Bu yüzden de bizler düzenin bekçileriyiz, hatta daha da öte, çünkü düzenin sürmesini sağlayacak yönetici güç bizim elimizde.” (s. 137-138)

Denizi Yitiren Denizci’nin en sembolik kahramanı ise Ryuji’dir. Oldukça maskülen bir şekilde tasvir edilir. Omuzları geniş, göğsü kıllı ve oldukça kaslıdır. Diğer denizcilerden farklılığıyla dikkat çeken Ryuji denizcilerin muhabbetlerine ortak olmaz, yalnızlığı tercih eder. Karayı sevmediği için denizde yaşamayı seçmiştir. Çünkü kara yaşamı ona mutluluk getirmemiştir. Annesini çok küçükken kaybetmiş, yoksulluk içinde büyümüştür. Evleri savaş sırasındaki hava saldırılarında yıkılmıştır. Babası ve kız kardeşi de ölünce yapayalnız kalmıştır. Adeta bir trajedi kahramanıdır. Bunun bir göstergesi olarak uğrunda ölünecek bir şey arar. Özel bir kaderi olduğuna, bunun da şan ve şeref kavramlarıyla bağlantılı olduğuna inanır. Bu bağlamda Mişima’nın geleneksel Japonya’yı bu kavramlarla özdeşleştirdiği söylenebilir. Ryuji de II. Dünya Savaşı öncesindeki Japonya’yı temsil eder. Kitabın başından sonuna kadar şan, şeref ve kahramanlık kelimeleri birer leit-motive olarak tekrarlanır. Ryuji’nin kahramanlığı ve sürekli olarak kendini aşmaya çalışması Nietzsche’nin “üst insan” tanımını hatırlatır. Mişima gençlik yıllarında Tragedyanın Doğuşu’nu okumuş ve çok etkilenmiştir.

Kahramanlık, uğruna ölünecek bir aşk yaşamak olarak da görülür Ryuji tarafından. Bu sebeple deniz metaforunun diğer bir göndermesi de denizin dişilikle özdeşleştirilmesidir. Ryuji denizi kadına benzetir:

“Denizi anlatmak istiyordu şöyle diyebilirdi: “Beni aşk konusunda, yani uğrunda ölmeye değecek, insanı bitirip tüketen aşk konusunda gizliden gizliye düşünmeye yönelten deniz oldu. Evet, kesinlikle deniz… Tanrı’nın günü çelik bir gemide kapalı kalan bizler için deniz tıpkı kadın gibidir. Durgunluğu ve fırtınalarıyla, kaprisleriyle, batan güneşi yansıtan göğsünün güzelliğiyle bu benzerlik ortadadır…” (s. 41)

Ryuji’nin evlenmeye karar verdiği Fusako ise Batı’yı temsil eder. Yani II. Dünya Savaşı sonrasında Japonya’nın köklerinden uzaklaşmasına sebep olan emperyalist Batı’yı. Fusako’nun, kılık-kıyafetleri kadar evinin dekorasyonu da Batı tarzındadır:

“Fusako’nun evinde Japon stilinde bir tek oda bile yoktu. Yaşama biçimi, yılbaşı günleri dışında, tamamen Batı tarzındaydı. Sadece yılbaşı günleri lake boyalı tepsilerde özel yılbaşı kahvaltısı hazırlamak ve yeni yıl onuruna saki kadehlerini kaldırmakla geleneğe uyardı.” (s. 99)

Kocasının işini sürdüren Fusako, yurtdışından gelen ithal ürünlerin satıldığı Rex Ltd. firmasında Yokohama kentinin zengin kesime hizmet eder. Aradığı şerefe hiçbir zaman ulaşamayacağının ayırdına vararak denizi terk eden Ryuji’nin evlenmeye karar vermesi, Japonya’nın Batı’ya boyun eğmesi anlamına gelir bir nevi. Üstelik bu boyun eğme, Ryuji’nin davranış ve hobilerine de yansır. İngilizce öğrenmeye başlayan Ryuji kılık kıyafetini, okuduğu kitapları ve hatta kişisel zevklerini Fusako’ya, yani Batı’ya uydurmaya başlar.

Noboru ise milliyetçi Japonya’nın temsilidir. Başlangıçta denizcilik hikâyelerini ilgiyle dinlediği Ryuji’nin beklediği kahraman olabileceğini düşünür. Ancak annesiyle onu birlikte olurken gördükten sonra kendine düşman beller. Hatta bir kâğıda “Ryuji Tsukazaki’nin Suçları”nı listeler. Ryuji’nin Noboru ve annesiyle tanıştıktan sonra gittiği seferden dönmesi kahraman mitinin yıkılmaya başlamasına işaret eder. Kuroda ailesinin evine yerleşip sıradan bir aile babası gibi davranmaya başlayan Ryuji, Şef ve çetesinin eleştirdiği düzenin bir parçasıdır artık. Noboru denizciliği bırakan Ryuji’de toplumsal ilişkilerin yapmacıklığını bulur. İçtenlik ve doğallık kaybolmuştur artık ona göre. Noboru’nun imgeleminde düşsel bir unsur olarak yer alan deniz bilinmeyeni, uzaklığı ve ulaşılamayanı temsil eder. Ancak Ryuji annesiyle yeni bir hayat kurmak için evcilleşmeyi ve değişmeyi kabul ettikçe deniz de anlamını yitirmeye başlayacaktır. Üstelik Noboru’nun bir aile babasına ihtiyacı yoktur. Kahramanın herkes gibi biri olmayı kabul etmesi, kendi denizini yitirmeyi kabul etmesidir neticede.[1]

Noboru’nun kahramanı yok etmeye kesinkes karar vermesi, annesinin Ryuji’nin isteğiyle odasının kapısını kilitlemekten vazgeçmesi neticesinde gerçekleşir. Ayrıca Ryuji ve Fusako’nun evleneceklerini bildirmelerinden sonra Noboru müstakbel karı kocayı delikten izlerken yakalanır. Üç karakterin de inandıkları değerleri yitirmelerine neden olan bu olay sonun başlangıcıdır aynı zamanda. Noboru’nun, Ryuji’nin baba rolünü oynamaktaki ustalığını çete üyelerine anlatması üzerine, çete lideri kahramanın cezalandırılmasını buyurur. Çocuklar denizcilikle ilgili hikâyeler dinlemek istediklerini öne sürerek Ryuji’yi uzak bir yere çağırırlar. Kitabın yoruma açık sonu, kahramanın ölümü ya da Ryuji’nin ölerek kahraman olması anlamına gelir. Zıtlıklar üzerinden ilerleyen kitap iki ayrı uçta değerlendirilebilecek bir sonla biter. Ryuji’nin eskiden Amerikan üssü olarak kullanılan bir yerde, üzerinde denizci kıyafetleri varken “öldürülmesi” (öldürme eylemi açık açık söylenmez ama oldukça net bir biçimde sezdirilir) de bir anlamda Japonya’ya kesilen bir cezadır. Ki bilindiği gibi yazarın kendisi de milli değerleri savunmak adına ülkesine bir “ceza kesmiştir”.

Bu noktada tekrar romanın biyografik okumasına dönersek, Mişima’yı edebi kimliği dışında da popüler hale getiren ölüm şeklinden söz edebiliriz. Mişima 25 Kasım 1970’te Japonya’nın silahlanmasını yasaklayan anayasayı eleştirmek amacıyla Kalkan Cemiyeti’nin dört üyesiyle birlikte Japonya Silahlı Kuvvetleri’nin Tokyo’daki Ichigaya kampını ele geçirir. İmparatorluğun haklarının teslim edilmesi yönündeki görüşlerini içeren manifestoyu okuduktan sonra samurayların harakiri yöntemi olan “seppuku”yu[2] gerçekleştirerek intihar eder. Cemiyetin üyelerinden Hiroyasu Koga, “kaishakunin”[3] görevini üstlenerek intiharın tamamlanması için Mişima’nın başını kılıçla keser. Gerçeklik düzleminde karşılaştığımız bu olay, Denizi Yitiren Denizci’nin kurgulanmış olan sonuyla bağdaştırılabilir. Zaten Mişima birçok eserinde soylu bir ölüm isteğini dile getirmiştir. 1966’da çektiği ve oynadığı Yukoku (1966) isimli kısa filmde ise, imparatora olan bağlılığını göstermek için seppuku yapan bir subay vardır.

Kişiliği ve eylemleri hâlâ tartışma götürse de, Ali Volkan Erdemir’in de vurguladığı gibi Mişima her şeyden önce “kendini gerçekleştirmek isteyen bir idealisttir”.[4] Ölümü bir direniş biçimi olarak gören ve yücelten Mişima, roman sanatında kusursuz denebilecek bir yetkinliğe ulaştığı Denizi Yitiren Denizci’yle kendi felsefesini alegorik bir düzlemde ortaya koyarken şiddetin, ölümün ve yıkımın son derece şiirsel bir dille nasıl anlatılabileceğini de göstermiştir. Bu sebeple Mişima’yı ölümüyle değil, yapıtlarıyla konuşulması gereken bir “efsane” olarak nitelemek daha doğru olacaktır.


[1] Romanın Japonca orijinal ismi “Gogo No Eiko”dur. Türkçede “Öğleden Sonra Çekimi” anlamına gelir. Japon eleştirmenler buradaki “çekim” kelimesinin hem çekim hem de zafer gibi iki ayrı anlama geldiğini söylemişlerdir. Kitabın içeriğine oldukça denk düşen “Denizi Yitiren Denizci” ismi ise kitabın İngilizce çevirisinden (“The Sailor Who Fell from Grace with The Sea”) gelmektedir.

[2] İç organların dışarı çıkmasını sağlayarak gerçekleştirilen, samuraylara özgü intihar biçimidir.

[3] Seppuku’nun verdiği acıyı yok etmek için intiharı sonlandıran kişidir. İntihar edecek kişinin yakın arkadaşları arasından seçilir.

[4] Ali Volkan Erdemir: “Bence Mişima bir idealistti.”, Oggito.com

 

GİRİŞ RESMİ:


Tsunami, Katsushika Hokusai, 19. yüzyıl sonu.

Mishima harakiri yapmadan hemen önce. 25 Kasım 1970.